AV. FEVZİ KONAÇ

-YENİ- KILIÇLAR SADECE TÖRENDE ÇEKİLİYOR ZANNEDİYORSANIZ, YANILIYORSUNUZ!

KILIÇLAR SADECE TÖRENDE ÇEKİLİYOR ZANNEDİYORSANIZ, YANILIYORSUNUZ!

Gündemi teğmenlerin mezuniyet töreninde kurallara aykırı olarak kılıç çekerek, tüm uyarı ve üstlerden istenen izne hayır denilmesine rağmen, disiplin kurallarını hiçe sayarak yaptıkları yemin ve attıkları slogan işgal ediyor.

Bu organize itaatsizlik içinde olan beş teğmen ve üç komuta kademesi personel ihraç edilerek, kamuoyunda çokça tartışılan bir süreç yaşıyoruz. Bir kısım görüşe göre temel sorun bu kılıç çekme hadisesine karışanların attıkları “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganı. Yani iktidar ve yandaşları tarafından, laik Türkiye Cumhuriyeti ordusunda bu slogan atıldı diye Atatürkçü teğmenlerin ihraç edildiği görüşünde. Ülkenin ebedi, ezeli, ulu önderinin isminin zikredilmesinden daha doğal ne olabilir? diyerek, konuyu Atatürkçü/Kemalist bir pencereden ele alıyorlar. CHP ve avenesinin bu teğmenleri savunmasının arkasında bu düşünce var.

Gerçi teğmenlerde Anıtkabir’i ziyaret ederek, bu tanımlamanın üzerine oturmuş durumdalar. Atatürk’ün arkasına sığınarak ve onun sütre gerisinden, herkesi hedef alarak ateş etmek en kolay ve modası geçmeyen yöntem.

Diğer bir görüş ise; gösterilmek istenenin aksine, sorunun iç disiplin meselesi olduğu, TSK tarihinde bu tür disiplinsizliklere müsamaha gösterilmediği ve yaşanan olayın ordu içinde bir ikiliğe sebep olma ihtimali nedeniyle, askeri disiplin mevzuatı çerçevesinde doğru bir karar olduğunu savunmakta.

Emre itaatsizlik dünde bugün de suçtur!

Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla da defalarca bu tür bir yemin yapma izni için müracaat edildiği, komuta kademesince de bunun yemin töreni mevzuatına uygun olmadığı gerekçesiyle reddedildiği bilgisi var. Yani teğmenler kendilerine izin verilmeyen bir konuda haddi ve sınırları aşarak, açıkça emre itaatsizlik etmişler. Karar bu açıdan iç disiplin uygulamaları gereği doğru bir karar olup hatta bu bir kalkışma ve cezası çok daha ağır olmalıydı görüşünü savunanlar bile var. Konunun atılan Mustafa Kemal’in Askerleriyiz sloganı ile alakası yoktur, yaklaşımı söz konusu.

Şimdi CHP’liler, Atatürkçüler, Kemalistler sıraya girerek bu teğmenlere sahip çıkma beyanlarında bulunuyorlar. Kamuoyu M.K askerleriyiz paylaşımından geçilmiyor. Devletin veya iktidarın, karşı görüşten herkese yine adetleri gereği Atatürk arkasından parmak sallayarak, Atatürk’ün askeri olmaktan dolayı genç teğmenleri cezalandırdığı algısı oluşturmaya çalışıyorlar.

Nihayetinde bu karar bir yargı kararıdır. Bu kararın arkasında disiplin hukukunun net bir cezalandırması mı var? Yoksa niyet okuyanların söylediği gibi devlete Atatürk üzerinden rest çeken bir grup genç teğmeni terbiye etme kastı mı var? Onu bizler bilemeyiz.

Ama geçmiş travmalarımızdan bir şeyi iyi biliyoruz!

Ülke tarihindeki yaşanan tüm askeri darbelere baktığımızda, askerin cumhuriyet tarihinde bu milletin inançlı kesimine karşı tavrını dikkate aldığımızda, Harp Okullarının geçmiş hikayesini okuduğumuzda, daha yakın tarihimizde 28 Şubat sürecinde sık sık atılan Genç Teğmenler rahatsız manşetlerini hatırladığımızda, en son bu okul öğrencilerinin Fetö kalkışmasında bile figüranlıkları göz önüne alındığında ve dindarları terbiye etmede en çok kullanılan M.K. askerleriyiz mottosundan dolayı, bu kılıç çekmenin ve atılan sloganın masumluğu hususunda, tabiri caizse bizim penceremizden bakıldığında kıllanmamızdan daha doğal ne olabilir?

Bu genç teğmenlerin attıkları sloganlar/ çektikleri kılıç üzerinden söylersek; bu teğmenlerin bilinçaltları ve temel yaklaşımları; yüz yıldır kurulmuş müesses nizamın laiklik sopası üzerinden, tarihlerinde sık sık laik cumhuriyeti korumak adına durumdan vazife çıkarmak,o eski alışkanlıkları nedeniyle dindar insanları terbiye etmekse, bu ülke bizim, size ve değerlerinize geçit yok demekse, her ne kadar mevzuat Başkomutanlık sıfatı üzerinden Reis’inizi işaret ediyorsa da bizler İHL mezunu bir Başkomutanı reddedip, kurucu Başkomutanımıza bağlılığımızı ortaya koyarak, sizi yok sayıyor ve sizin değerlerinizle mücadele sözü veriyoruz mesajı ise ki; ben ve benim gibiler bu görüntülerden niyetin bu olma ihtimalini yüksek görüyor, eli artırıyor ve ben bu tavrın sadece o törenle sınırlı olmadığını iddia ediyorum.

Neyi mi kastediyorum? Basit bir örnek olsun diye üç ay önce genç bir Hâkim (Adalet Bakanlığının imtihanlarını başarıyla geçmiş, güvenlik soruşturmalarından hakimliği tescil edilmiş bir Hakim) kardeşimle aramızda geçen sohbeti paylaşmak isterim. Kısa dönem askerlik için gittiği birliğin kapısından giriş esnasında yaşadığı olayı şöyle aktardı.

Resmi izinle basılan kitaplara düşmanlık veya sansür!

Birliğe katılan her askerin çantalarını kontrol edilirken sıranın kendisine geldiğini, aramaya komuta eden bir üsteğmenin çantasındaki kitapları alarak “Bu kitapları içeri sokamazsınız!” dediğini söyledi. Hemen size kitapları ismen arz edeyim. Prof. Dr. Sadettin Ökten ve Prof. Dr. Kemal Sayar ait Aleme Bir Yar İçin Ah Etmeye Geldik - Gönül Sadası'ndan Akisler-3, Samiha Ayverdi’yi ait Sen Onu Kaybettin kitabıveEşrefoğlu Rumi’ninŞiirler kitabı. Bu üç kitap yasal izinlerle, bu ülkenin kanunlarına uygun yayın yapan yayınevleri eliyle basılmış, MEB tavsiyesi ile devletin okullarına, Kültür Bakanlığı izniyle kütüphanelere, milyonlarca okuyucu üzerinden bu toprakların insanlarının kalbine girebilmişken, bir üsteğmen eliyle askeri birliğe giremez denilmiş. Bu üsteğmen hangi hakla ve cüretkarlıkla bunu yapabilmiş?

Genç Hâkim kardeşimiz hukuk insanı olarak, üsteğmenin tavrına itiraz ederek o yanlış tavra karşı çıkmış. Tartışma neticesi işin büyüme ihtimaline karşı üsteğmen geri adım atmış ve Hâkim kardeşimiz içeri kitaplarla girmiş. Mücadele etmese her kuruma giren bu kitaplar askeri alana giremeyecekmiş. Hikayemiz bitmedi. Hâkim kardeşimiz ilaveten dedi ki; benimle aynı anda çantası aranan bir başka arkadaşımızın çantasından çıkan, ülkemizdeki tasavvuf büyüklerinden, devletin resmi bir camisinde din görevlisi olarak görev yapmış, Cumhurbaşkanımızın bile yetişmesinde izi bulunmuş, milyonların sevgilisi olmuş Mehmet Zahid Kotku Hoca Efendi’nin hayatını anlatan bir kitap ve buna benzer kitaplar, üsteğmen marifetiyle içeri alınmamış ve nizamiyede toplanmış.

Şimdi almamız gereken derslere odaklanalım!

Bana göre; genç teğmenler mezuniyette kılıç çekerek mesaj verirken, mezun olup üsteğmen kıdemine ulaşan başka bir subayda, tabiri caizse bu birliğe sizin değerlerinizi temsil eden kitaplar giremez diyerek, bu milletin değerlerine kılıç çekmiştir. Elbette bu tavrı genelleme olarak söylemiyorum. Her birliğin başındaki komutana ve iradeye göre yaklaşım değişir bunu biliyorum. Ayrıca bu tavrın sadece askeriyede olmadığını, okullarda, çeşitli devlet kurumlarında ve yerel idarelerin programlarında da ara ara millete kılıç çekmeden parmak sallandığını görüyorum.

Ama asıl dikkat çekmek istediğim husus, bu iki örnek üzerinden ve Fetö tecrübesinin yaşattığı travmadan dolayı, ordu içindeki bu tip yapılanmaların, Harp Okulu öğrencileri arasındaki o dehşet veren yazışmalardan anladığım kadarıyla, hala o eski köhne 28 Şubat zihniyetine mahkûm dine ve dindara hayat hakkı tanımama damarı kırılamamış. Ordu ile milletin barışı tam tesis edilememiş. Hala laik, seküler, Kemalist, Atatürkçü yaklaşımın dindarlar üzerindeki baskısı bitirilememiş. Bu kadar yıldan sonra bunları yazıp çizmenin utancı ile diyorum ki; birileri Allah’la ve ona iman eden milletle, kılıç çekip, sembolik bir subliminal mesajlarla savaşarak, bir yere varabileceğini zannediyorsa yanılıyor. Bizim acılarımız ve travmalarımız tazedir. On iki eylül darbesinde askeri garnizonlarda işkence edilen gençler “Allah” diye çırpınırken, buraya Allah’ınız giremez diyenleri bu millet unutmamıştır.

Sözün özü; bizim gönlümüzdeki Peygamber Ocağı anlayışına dinamit koymaya çalışan her asker, bu milletin ve toprağın dostu değildir. Kılıç çekerek veya kitaplara düşmanlık ederek ancak kendinize zarar verirsiniz. Hak ve hakikatı asla yenemez, üstünü örtemezsiniz. Haddinizi bilin!

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri