AV. FEVZİ KONAÇ

Deli Erbakan (!)… Yerli Otomobilden Önce, Yerli Yürekler Lazım!

 

 Deli Erbakan (!)… Yerli Otomobilden Önce, Yerli Yürekler Lazım!

Yarın ilk yerli otomobilimiz görücüye çıkıyor. Her zaman olduğu gibi millet olarak yine ikiye bölündük. Bir yanda bu otomobilin yüzde kaçı yerli ki? diyerek, geç kalınmış bir girişim olarak değerlendirenler, diğer tarafta ise ilk yerli otomobilin heyecanını ve gururunu yaşayanlar. Bir yandan milli duygularla bu işi alkışlayanlar, diğer yanda hala kendi ülkesinin değer üretmesine karşı negatif algı yayanlar var. Ben ülkemiz adına Cumhurbaşkanımıza bu ve benzeri yerli girişimlerinden dolayı dua edenlerdenim. Allah emeklerini zayi etmesin. Ama asıl can yakan mesele ise bu tartışmaların genel içeriğine bakıldığında, 1960 ihtilalinden sonra yaşanan Türkiye’nin yerli otomobil yapma mücadelesinde yaşadığı tartışmalardan sonra, aradan geçen 60 yıla rağmen bir arpa boyu yol alamadığımızın görülmesi. Neden bu cümleyi kurduğumu izah için biraz geçmişe gidelim isterim.

Rahmetli Erbakan Hoca’mızın DAVAM kitabını okurken rastladığım sanayileşme ve yerli otomobil ile ilgili satırları sizlerle paylaşmayı, bugün yaşanan tartışmaların anlaşılabilmesi adına kendime görev sayıyorum. Yeni yetişen genç kardeşlerimizin bu kitabı mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum. Bu kitaptan bir bölümü sizlere nakletmekle, o günlerle, bugünü mukayese etmenizi istirham ediyorum. Aktaracağım kısım 1960 ihtilalinden sonra yaşanan bir hatıradır. O günleri anlatan Hocamız diyor ki;

1960 ihtilali ve Milli Birlik Komitesi ve Erbakan!

“Mehdi Sungur Paşa, Milli Birlik Komitesi üyesi paşaları kurduğumuz Gümüş Motor Fabrikası’na getirdi. Türkiye’nin toplu iğne üretemediği bir dönemde, bizim motor ürettiğimizi görünce hepsi etkilendiler. “…Biz ihtilali bu kabil fabrikalar kurulsun diye yaptık. Burası bizim Milli iftiharımızdır. Ne gerekiyorsa yapmaya hazırız. Paraysa para, dövizse döviz” dediler. Ordumuzun kullandığı motor ve pistonların yerli olarak yapılması talebimiz vardı. Ancak Amerikan yardımı nedeniyle bunun mümkün olmadığı bir kısım komutanlar diliyle ifade ediliyordu. Bunu aşmak için biz “Ne para ne de döviz istemiyoruz. Tek isteğimiz Generallere konferans vermektir…” dedik. 200 Generale Gümüş Motoru tanıtan film izlettik ve iki saat boyunca Türkiye’de neler yapabileceğimizi brifingde anlattık. Birçok paşamızın gözü yaşlı olarak izlediklerine ve dinlediklerine şahit olduk.

Daha sonra talep üzerine Milli Birlik Komitesinin Bakanlar Kuruluna gittik. Milli Sanayi konusundaki fikirlerimizi anlattık. Sanayii ürünlerini dışarıdan ithal etmek yerine, bunu üretecek yerli sanayi kuruluşlarının teşvik edilmesinin gerekliliğini ifade ettik. Gördük ki, bu tavsiyelerimiz İstanbul’daki Sanayi Odasının dönmeleri tarafından istenmiyor. Amaçları ise Türkiye üretim yapmasın, ithalat yürüsün, onların ise karları azalmasın.

Bakanlar Kurulunda ilk itiraz Sanayi Bakanı’ndan geldi. Ardından Dış İşleri Bakanı; “Bu yol açılırsa biz yerli üretim yapmaya başlarsak, ithalat yaptığımız ülkeleri gücendiririz” dedi.

Sonra ise Ticaret Bakanı “Efendim ticarette böyle tahditler, sınırlamalar, emrivakiler yapılamaz. Herkes istediğini istediği yerden almalı” diye devam etti.

Daha sonra Milli Birlik Komitesine Türkiye’nin kendi otomobilini üretebileceği konusunda da bir konferans verdik. Çok hazırlıklı gittim. Dünyadan ABD ve İsrail örneğini verdim. TÜRKİYE’NİN KENDİ OTOMOBİLİNİ YAPABİLECEĞİNİ, insan kalitesi açısından yeterli imkana sahip olduğunu söyledim.

 

Bir İşin Delisi Olmak!

Dedim ki; “Bugün Brezilya yılda 100 binin üzerinde araba üretiyor. Hatta bir mühendisin öncülüğünde bu proje öyle başarılı oluyor ki, ABD de kullanılan Volkswagenler Brezilya’da üretilmeye başlıyor” dedim. Otomotiv ve diğer alanlarda sanayileşmenin önemini anlattım. Bu sanayileşmenin olmaması yüzünden “ Sanat mektebi mezunu 300 bin gencimizin, 280 bini biletçilik, simitçilik yapıyor “dedim. Tabi yine aynı şeyler oldu, itirazlar geldi. “Biz geri kalmış bir ülkeyiz, yapamayız” dedi bir tanesi. Bir diğeri “Zaten Brezilya’nın başındaki bir deli. Bir deli idare ediyor orayı” dedi.

Bende; “Beyefendi” dedim. “Bir işi başarmak için önce o işin delisi olmak lazım” diye cevap verdim, diyor Rahmetli Erbakan Hoca’mız. Konu çok uzun ama ben bu yazıya sadece bu iki paragrafı alarak meramımı anlatmak isterim.

Evet, aslında bu son cümle esas meseleyi anlatmak için yeter kanaatindeyim. Ülkemizin 60 yıl önce Erbakan Hoca öncülüğünde, kendi otomobilini üretmek için neler yaşadığını anlamak için detaylara girilebilir. Yerli sanayiinin kurulmasına kimler eliyle, nasıl engel olunduğu ve bu engellemeden dolayı kimlerin, neler kazandığı ile ilgili ciltler dolusu yazılabilir. Ama detaya girmeden bile anlaşılan o ki; o dönemlerden bugüne gelindiğinde, yerli otomobile karşı yapılan muhalefet ve ortaya konan argümanlara bakıldığında, bazı şeylerin 6 değil 600 yıl geçse de siyaseten değişmeyeceğinin görülmesidir. Acı ama maalesef bir kısım insanımız ve siyasimiz 60 yıldan beri zerre mesafe alamamış durumda.

Önce Yerli Yürekler Sonra Yerli Otomobil!

Yukarıda hatıratta geçen bir kısım bürokratla, ülkemizin menfaati yerine, dış ticaret yaptığımız ülkelerin gücenmesini önceleyen Bakan’ın zihnini deşifre etmeye ihtiyacımız var. Eğer yetki ve makam sahipleri, Milli ve Yerli bir yüreğe sahip değilse, yerli otomobilde, yerli sanayi de sadece hayaldir. 60 yıldır bu hayalin peşinde koşmak ne kadar acı.

O gün, ülkesi için milli bir duruşla yüreği çarpan ve adeta çırpınan, genç bilim adamı Erbakan’ı anlayacak yerli bir siyasetçi, meselenin stratejik önemini anlayarak elinden tutsaydı, bugün ilk yerli aracımızın kaçta kaçı yerli? tartışması yerine, kaçıncı modeli dünya piyasalarına sunduğumuzu konuşuyor olacaktık belkide, kim bilir? Evet tren kaçalı 60 yıl oldu. Yine de Hoca’mızın gayreti ile Devrim, ilk yerli otomobil olarak bu topraklarda üretildi. Ama iç ve dış hainlerin süreci baltalaması yüzünden yol alınamadı.

Bütün bunları tarih içinde ibret sayfaları olarak görerek, sadece ah vah etmenin faydasının olmadığı bugün, gelin şu kısır tartışmaları bir kenara bırakalım. Yerli otomobilde yatırımcı kim? kim kazanıyor? kimler rant elde ediyor? sorularının peşinde koşmak yerine, nihayetinde ülkemizin kazanacağını unutmayalım. Yüzde biri bile yerli olsun ama bir kenarından tutalım bu işin. Gelecek yıllarda yerlilik yüzde dilimini artıralım. Sadece montaj ülkesi ve pazar olmaktan kurtulmanın ilk adımına, kredi açalım. Bu güzel işi siyasete kurban vermeyelim. Keşke 60 yıl önce başlayabilseydik pişmanlığını, bugüne tekrar taşımayalım. “DAVA DELİSİ ve ÜLKE SEVDALISI ERBAKAN’ı” harcadığımız gibi, birilerini daha harcayarak bir 60 yıl daha beklemeyelim. Millet olarak heyecanımızı ve umudumuzu ayağa kaldıralım

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri