AV. FEVZİ KONAÇ

Camikebir & Asmalı Fırın & Küncülü Pide & Tekne Orucu!!!

CAMİKEBİR & ASMALI FIRIN & KÜNCÜLÜ PİDE & TEKNE ORUCU!!!

Kayseri’de çocukluk yıllarımda aklımda kalan bir Ramazan hatıramı, eve mahkum olduğum şu günlerde, kapımızın önüne gelen ekmekçinin “taze pide”, sütçünün “süt, yoğurt, tereyağı” diyerek anons yapmaları üzerine, tebessümle ve muhabbetle yeniden hatırladım. 70’li yılların sonu gibiydi galiba. Bu şehirde doğup büyüyen ve yaş olarak benim emsalim olanların hatırlayabileceği, birkaç mekandan bahsetmek ve okuyanları yıllar öncesinde bir Ramazan gününün çocukluk ruhumdaki iftar heyecanına ortak etmek isterim.

Camikebir’de, o tarihlerde ticaretin merkezi olan çarşıda hemen leblebicilerin karşısında esnaflık yapardı Babam.

Herkesin ibadet ettiği, orucun saygı ile tutulduğu, ikindi vakti herkesin birbirine tebessümle “dayanamıyorsan ye” diyerek takıldığı, komşuluğun, dostluğun ve muhabbetin menfaate öncelendiği yıllar. Kaleden atılacak topa kulak kesilmeden önce ve iftara yaklaşmanın heyecanına dair yaşananlar bir film şeridi gibi gözümün önündedir her Ramazan.

Çocukluk yaşlarımız dedim ya. Anne/babamızın veya babaanne/ağababamızın izni ve müsaadesiyle, bize kıyamadıkları için oruç tutmayalım diye kaldırmadıkları, ancak zorla ve ağlaya ağlaya kalktığımız sahurlarda, bağda elektrikler olmadığı için löküs (lüks) ışığında yenilen illikte (sahur), ertesi gün tutacağımız orucun heyecanı bir başka güzellik olarak hep zihnimdedir. İlk zamanlar babamla dükkana geldiğimiz zaman, daha öğle bile olmadan susuzluktan ibiğimizin düştüğü anda yetişen Tekne Orucu’nun, bir kahraman gibi yetişmesi ne güzeldi. Çocukların orucu öğleye kadar ve böyle olurmuş çünkü.

Havanın sıcaklığı ve susuzluğa dayanamayıp kafamı bir kova soğuk suya sokarak serinlemeye çalıştığımı, serinleriz zannıyla mavi ıbrığa su doldurup dükkanımızın önünü sık sık suladığımı hiç unutamam. Babamın, rahmetli amcamın kovanın içine başımı soktuğumdaki “bir iki yudum su çek, kimse görmez” diyerek, çocuk halimde orucuma yardımcı olmak için takılmaları ve gülüşmeleri hep tatlı bir anıdır. Her ne kadar kovadan bir iki yudum su çekmek içime sinmese de, kimi günler Tekne Orucu ile ikna olup, akşam iftarını beklemeden lıkır lıkır su içmenin hazzını unutamam.

Oruçlu olmadığımız günlerde öğle vakti elimize tutuşturulan paralarla “hadi git, karnını doyur oğlum” dediğinde babam, ne yapacağımı bilemediğim çok olmuştur. Çünkü hasta ve yolcular için, özel izinle ve perdeler çekilerek açılan bir iki lokanta dışında her yer kapalı olurdu. Sokakta oruç yemek ne mümkün. Çarşıda herkes oruç tutarken, çocuk bile olsam bu işi nasıl yapacağımı şaşırırdım. Camikebir avlusunda, hemen şadırvanların yanında bakkal vardı. Hala duruyorlar. Çocukluk yıllarımda öğle vakti o bakkaldan aldığım kete veya simitle birlikte, birde gazozu gizli saklı yemek için dakikalarca etrafta dolaştığımı hatırlarım. Oruç tutan bir büyüğüm görürde imrenir, ayıp olur kaygısı. Bir gün hiç unutmam, kuytu bir köşe bulamadığım için dolaşa dolaşa Kurşunlu Camii’in bulunduğu yerdeki, eskiden etrafı çevrili parka varmışım. Sonunda o parkta iki ağacın altında, dışarıdan kimsenin görmediği bir köşe bulup, gizlice çekinerek ve kimseye görünmemek kaygısıyla aldıklarımı yemiştim.

Hatırlarım; Ramazan’larda ikindi vaktinin gelmesi tehlikenin ayak sesleri idi.

Dükkan komşularımızın her biri ayrı ayrı iftar telaşı yaşarken, kimi zaman bu telaşın faturası biz oruç tutmayan çocuklara düşerdi. Kimi iftar vaktinde alınmak üzere fırına göveç (güveç) yollar, kimi fırınağzı, kimi pehli, kimi ise sıcak pide aldırmak ister. Elimize tutuşturulan bir torba çörek otu, bir torba küncü (yeni nesil bilmeye bilir…susam) ve birkaç yumurta ile fırının yolunu, saatlerce sürecek bir sıra için tutmak yorucuydu. Şart mıdır? küncülü veya çöroğtlu pide yaptırmak bilmem ama, Kayseri’de yaşayanlar bilirler ki; Camikebir civarında yaşayıp da, çocuk yaşlarda Amele Pazarı’ndaki İpram (İbrahim) Emmi’nin İzmir Fırını’nda, İçeri Şar’daki (Camikebir’in arkasındaki bıçakçıların orası, Asmalı Çeşme’nin yanı) Asmalı Fırın’da ve Kazancıların içindeki yerin altındaki Çukur Fırın’da saatlerce küncülü pide kuyruğunda beklemeyen yoktur. O çocukluk yıllarımın bu üç fırınından şimdi sadece Kazancılardaki Çukur Fırın varlığını sürdürüyor ne yazık ki.

Oruçlu iken mis kokan ekmekler çıkarken fırında beklemek zordur elbette. Ama zaten oruç olmasanız da, etraftaki insanlara saygısızlık olmasın diye çocuk ruhunuzda oluşan saygıdan dolayı, taze taze çıkan ve mis gibi kokan ekmeğin ucundan koparıp yeme şansınız olmaz. Çarşıda iftardan önce ucu kopmuş pideyle yürümek bile (!) oruç tutmadığınıza dair ipucu olacağından, ayıp olur kaygısıyla utanırsınız. Aslında imrendiğinizden bağrınıza basmak istediğiniz, ama hamur olmasın diye basamadığınız o ekmekler çocuk ruhunuzda ağır bir imtihandır.

Macera bunlarla bitmez elbette.

Bol küncülü ekmeklerle iftar için eve geldiğimizde, Ramazan’ın bağ vaktine denk geldiği o çok sıcak günlerde, susuzluk çocuk dudaklarımızı çatlatmışken, iftara az bir zaman kala, o tarihlerde bağlarda elektrik ve buzdolabı olmadığından, komşu bağcılardan kar kuyusu olan Hasağlar’a aşırma ile karlı su çekip getirmek üzere yollanırdık. Oruçlu değilsek sorun yok ama oruçluysak, o aşırmadaki karlı su size ışıl ışıl öyle görünür ki, kafanızı aşırmaya sokasınız gelir.

Her biri ayrı güzel Ramazan hatıraları.

Ve nihayet artık dayanılmaz son anlara geldiğimizde babaannemizin ve büyüklerimizin “az kaldı, bitti, şimdi top atılacak” tesellileri ile yerimizde duramazken, Kayseri Kalesi’nden patlayan topun o güzel sesi, ezandaki Allahuekber’den önce kafamızı aşırmaya sokuşumuza tanıklık ederdi. İlk tuttuğumuz oruçların bize verdiği gururla, akşama kadar yaşananlar zihnimizden silinip giderdi. İşin en kötü tarafı ise, aşırmadan karlı suyu içtikten sonra gündüz muhabbet beslediğiniz o küncülü ekmek asla fırından çıktığı gibi kokmazdı. Galiba her şey ulaşılmazken daha çekici ve sevimliydi.

Şimdi, ne çocukluğumuzun saatlerce sıra bekleyerek ulaştığımız küncülü pideleri, ne Asmalı Fırın, ne de kışın kar doldurulan ve yazın soğuk su içilen komşu bağdaki Hasağa’larının kuyuları kalmadı.

Sağ elimizde buz gibi sebil makinası, sol elimizde evimize kadar getirilen sıcak pide. Sanki her el attığımızda ulaştığımız nimetler büyüsünü kaybetti. Tadı yok artık. Anlıyorum ki; eski Ramazan’lar dediğimiz ve özlemle andığımız şey, aslında bizim zorluklarla elde ettiğimiz nimetlerin tadı imiş. Kayseri Kalesi’nden atılan top ilk orucumuzun bitişinin işareti olduğu için bize o gün sevimli imiş.

Üzüntüm şu ki; yeni nesil “nerede o eski Ramazan’lar” diyecek kadar hiçbir hatıra biriktiremeden yaşıyorlar Ramazan’ı. Küncülü pide kuyruğu beklemeden, yumurtaları kırmadan fırına götürmeden, taş fırındaki güveç kokusunu almadan, kuyudan soğuk su almak için bağlarda yürümeden, kaleden gelecek top sesine kulak vermeden yaşanan Ramazan, eksik kalıyor bence.

Diyeceksiniz ki; “Camiden, teravihten, sadakadan, zekattan, infaktan, Kur’andan habersiz yetişen bir gençliğin, oruç tutuyorsa şayet buna bile şükredeceğimiz yeni neslin olması yeter. Varsın hatıraları olmasın.” Vallahi siz de haklısınız!!! 12/05/2020

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri