AV. FEVZİ KONAÇ

Babaannem - Elektrik - Masal ve Korona Virüse Teşekkür !!

BABAANNEM – ELEKTRİK – MASAL ve KORONA VİRÜSE TEŞEKKÜR!!

Çocukluk yıllarımızda 40 yıl önce yazın bağlara göçerdik. Şehir sıcağından kurtulmak, Erciyes eteklerindeki bağ evlerimizde biraz serinlik yakalamak umudu ile birlikte, Rabb’imizin bağlara verdiği nimetlerle kış hazırlığı yapmak mecburiyeti. Asma yaprağı toplamak, kayısı ve üzüm kurutmak, budanan ağaçlardan kışlık odun çıkarmak, dikilen domates ve biberlerle salça ve turşu yapmak, kısacası hayatı devam ettirmek gayretinin, belki de kışı rahat geçirmenin mecburi istikameti idi bağlar. İlk zamanlar elektrik ve şehir suyunun olmadığı zor dönemler. Elektrik gelmeden önce eskilerin “Löküs” dediği aydınlatma araçları ile aydınlanan kısa akşamlar ve erken yatma zorunluluğu. Löküs içine konulan ispirto ile mümkün mertebe daha uzun soluklu ışık elde etme kaygısı. Kuyudan çekilen su ile alınan abdestin suyunun, bir leğende biriktirilerek çiçeklerin dibine verildiği, hayatın hiçbir alanında israfa yer olmayan, susuz ama sıcacık samimi günler. Tüm ailenin birlikte yaşama iradesinin henüz tüketilmediği tatlı zamanlar. Gelinin kaynanaya düşman olmadığı, eltilerin birbirine düşmediği, görümcelerin henüz rakip kabul edilmediği, en doğrusu büyük ailenin, çekirdek aileye yenilmediği ve kalabalık ailenin tadının bozulmadığı huzur dönemleri.

Daha sonraları ise bağlara gelen elektriğin sık sık kesildiği akşamlar. Teknolojinin henüz kaliteyi yakalayamayıp, bizi her akşam belli miktar karanlığa mahkum ettiği geceler. Ve kesilen elektrikle birlikte başlayan en güzel zaman dilimleri. Bir köşede namaz kılan babaannemin etrafını çeviren üç beş torunun ses cümbüşü. Diğer tarafta yapacak bir şey olmadığı için hasbihal eden aile büyükleri. Ne güzel zamanlardı. Elektrikler kesilince gürültü yapmayalım diye çocuk ruhumuzu korkutmanın en güzel yolunun keşfedilmiş olması. Karanlıkta börböcük sokma ihtimalinin verdiği korkuyla, sedirde babaannemin dizinin dibine dizildiğimiz tadına doyulmayan saatler. Keşke elektrik hiç gelmese, keşke o anlar hiç bitmese dediğimiz muhteşem anlar. Bin bir kez dinlediğimiz Yeşil Kız masalı. Hiç bıkmadan, o karanlıkta bizi eğlendirmek için defalarca anlattığı masalı, bütün şefkati ve merhameti ile yeniden yeniden anlatan Canım Babaannem.

Keşke o elektrik hiç gelmese idi. Keşke hayatımızı o teknoloji hiç işgal etmese idi. Keşke ben hiç büyümese idim. Ama olan oldu ve elektrik hiç kesilmeyecek gibi girdi hayatımıza. Önce televizyon olarak, sonra bin bir şekilde işgal etti evlerimizi ve bağlarımızı. Artık hiç kesilmiyordu. Aydınlanmıştı her taraf gündüz gibi ama karanlığın babaanne dizinde verdiği aydınlığı çalmıştı hayatımızdan. Babaannemizin dizinin dibine oturmak yerine, artık televizyonun kucağına oturmuştuk sanki. Ailenin birlikte izlediği televizyonlardan sonra, çocuklar olarak odalarımızda bizi hapseden ayrı televizyonlarımız oldu hepimizin. Babaannemizin merhamet yüklü kucağının yerine, bizi savuran o cam ekranın adeta esiri olmuştuk. Sonra mı? O elektrik internet oldu, cep telefonu oldu, Facebook oldu, İnstagram ve Whatsapp oldu. Gece karanlığında yapılamayan spor oldu, gündüz gibi aydınlatılan stadlarda futbol maçı oldu. Başımızı okşayan nur yüzlü babaannemizin yerine, ruhumuzu savuran sosyal medya oldu. Evden kopuşumuzun bileti oldu.

Devir değişti, imkanlar arttı. Evin her bireyi kendi ailesini kurmalıydı sanki. Birlikte yaşamak büyük bir ayıpmış gibi sardı zihnimizi. Bu savrulmayla çekirdek aile haline gelmekle kalmadık. O çekirdek kendi içinde yeniden parçalanarak annenin, babanın, çocukların kendi odalarına çekildiği yeni bir bölünme daha yaşadık. Ev halkı kendi içinde bağımsızlığını ayrıca ilan etmiş gibi dağıldık. Anne işte, baba sokakta, oğul kafelerde ve sinemalarda, kız ise gurbette okumakla meşguldü. Artık hepimizin ayrı bir dünyası vardı. Birbirimizin yüzünü ancak denk gelirse görebildiğimiz bir hayatın mahkumu gibiydik. Artık ne elektrikler kesiliyor ne de babaanne dizine ihtiyaç duyuluyordu. Aile bireyleri olarak birbirimize ayıracak vaktimiz bile yoktu. Değişen dünya o kadar çok nimet sunmuştu ki bize, her gün bir başkasıyla geçirdiğimiz vakti, birbirimize ayıramıyorduk. Hasta dedemiz ve anneannemizi bile Whatsapp’tan geçmiş olsun diyerek idare ediyorduk. Sürekli planlarımız vardı. Sabah mutlaka almamız gereken diplomanın verildiği okul, öğle arası kafede çay ve nargile, akşam yeni vizyon bir filmi izlemek için gidilen bir sinema ve gece yarısı ev halkının uyuduğu bir anda, hırsız gibi dönülen otel misyonu gören evler. Bunun dışındaki zamanlarda cep telefonuna gömülmüş başlar olduk. Bizim çocukluğumuzda dinlediğimiz Yeşil kız masalının yerini, aksiyon dolu kadın cinayetleri, aşk dizileri ve istismar haberleri almıştı. Oysa masaldaki Yeşil Kız nasılda mutluydu. Ve ben hep öyle olacağını zannediyordum. Ama kırk yıl sonra anladım ki; hayat masallardaki gibi hep mutlu sonla bitmiyordu. Hepiniz okumuş veya dinlemişinizdir. Meşhur bir hikayedir onu sizinle paylaşmak isterim.

“Meksika’da İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar.

Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor, hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik? Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki;

“-Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik…”

Bu güzel hikayeden hareketle şunu ifade etmek isterim ki; çocukluğumdan hareketle öyle büyük bir değişime tanıklık ettik ki, öyle hızlı değiştik ki inanın ruhlarımız geride kaldı. Hayat, hikayedeki yerliler gibi durup dinlenmek imkanı vermiyor bize. Hep koşuyor, hep bir şeyleri elde etmek için çaba harcıyoruz. Çağın nimetleri bizi adeta bizi esir etti. Aile kalmadı, akrabalık kalmadı, misafirlik kalmadı, evde ikram geleneği kalmadı, komşuluk kalmadı, dost kavramı en düşük seviyelerde geziyor. Bu gidiş nereye derken, birden Korona Virüs hasıl oldu dünyaya. Çağın nimetleri ile imtihanımız çok çetinken, hayatımız birdenbire hikayedeki yerliler gibi durdu yol ortasında. Alemlerin Rabb’i “-Durun ey kullarım” diye fısıldadı sanki.

Ve durduk. Seyahat yok… okul yok… eğitim yok… kafeler yok… sinema yok… tiyatro yok… spor yok… maçlar yok… etkinlikler yok… toplantılar yok… cami yok… Cuma yok… cemaat yok… Hacc yok… Umre yok… yok, yok, yok… aman Ya Rabb’i… evden çıkmak yok… Korktuk. Bütün hırslarımız, hayat zevklerimiz ve ağız tadımız ölümün soğuk şakası ile birdenbire söndü. Ruhumuzu yalan dünya hissi kapladı…

Sanki çocukluğumdaki bağ evimizdeyiz, elektrikler kesildi, yapacak bir şey yok ve babaannemin dizine yeniden yattım. Oğlumu ve kızımı, ailemi uzun süredir ilk kez evde ve birlikte görüyorum. Ve sesleniyorum onlara. “-Gelin çocuklar babaannemin Yeşil Kız masalını birlikte dinleyelim.” O geçmiş güzel günlerin çoşkusu var içimde. Sesleniyorum “-Hadi babaanne sende benim yavrularımın başını, tıpkı bizim başımızı okşadığın gibi merhametle, sevgiyle okşa. Onlarında geçmişten bir masalları olsun. İçinde sevgi olan, merhamet olan, insanlık olan bir masalları. Ve bu masal kötü dünyaya inat, mutlu sonla bitsin.”

Elektriğin aydınlattığını zannettiğimiz dünyanın, virüs üzerinden şahitlik ettiğimiz karanlık yüzüne bir tokat atalım. Yeniden aile olmanın, akraba olmanın, komşu olmanın ve zor günlerde millet olmanın tadına varalım. Bilirim ki; sen büyük bir musibet ve imtihansın Korona Virüs. Seni elbette yeneceğiz. Ama bize kusurlarımızla yüzleşme imkanı verdiğin, insanlığımızı yeniden sorgulamamıza vesile olduğun, yerliler gibi duraklayıp ruhlarımızı beklememize sebep olduğun ve en önemlisi elektriğimizi (!) keserek, bizi masalımıza geri döndürdüğün için sana da kocaman bir teşekkür ediyoruz.17/03/2020

5 Yorum

Sebahattin

Sebahattin

17 Mart 2020
Allah razı olsun Fevzi Bey, yazınızı okuduktan sonra bir huzur doldu içime. Rabbim yâr ve yardımcımız olsun.

Mahmut Diker

Mahmut Diker

17 Mart 2020
Son cümlesine kadar dikkatlice okudum. Gerçekten ruhumuz bizden geride kalmış. Elinize emeğinize yüreğinize kaleminize sağlık Fevzi başkanım. Çok çok güzel bir yazı.

Ahmet Sait İlte

Ahmet Sait İlte

17 Mart 2020
Krizler çok güzel fırsatlar barındırır. İnşallah gerilerde bıraktığımız ruhumuza yeniden kavuşuruz.

Latif TULUK

Latif TULUK

17 Mart 2020
Rabbim hayırlara vesile kılsın. Bizlere gönlü geniş birer babaanne birer dede olmak nasip olsun.

Resul

Resul

18 Mart 2020
Yüreğinize sağlık Fevzi bey. Fevkalade. Bir arkadaşımızın da dediği gibi günahsız çocuklara , hayvanlara ve tabiata yaptigimiz kötülükler için son ikazdır korona. Ona göre. ...

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri