Av.Fevzi Konaç

Tabu Atatürk & Sahte İmza & Sahte Belge & Yetim Ayasofya !!

TABU ATATÜRK & SAHTE İMZA & SAHTE BELGE & YETİM AYASOFYA!!

Bu ülkede içinde “Atatürk” ismi geçen işlere ilişmek yürek ister. Tabudur ve dokunulmazlığı vardır. Bilen bilmeyen hemen düşman veya dost kesilir fikrinize veya icraatınıza. Onu eleştirmek veya yaptıklarına yan bakmak, idam fermanızı (!) elinize verdirebilir. Bu yüzden onunla ilgili içinizden geçenleri hakkıyla söyleyemez, onu sorgulayamaz veya onun hakkında rahat konuşamazsınız. Bütün bunları neden yazıyorum arz edeyim.

Son günlerin en önemli mevzuu olan Ayasofya cami olarak açılsın mı? Müze olarak kalsın mı? tartışmalarında, toplumun büyük bir kesimi ya sessiz ya da dili ile dişi arasındakini geveliyor sanki. Çoğu kimse içindekini göğsünü gere gere ne söyleyebiliyor ne de fikrini açıkça belirtebiliyor. Neden? Çünkü içinde Atatürk adı ve imzası var. İnsanlar haklı olarak korkuyor ve çekiniyor. Tartışmalar malumunuz. Ayasofya ne için müze yapıldı? Neden ibadete kapatıldı? Bunu yapan Atatürk mü idi? yoksa onun adına sahte imza mı atıldı? Atatürk’ün adını kullanan birkaç kişi mi yaptı? gibi... Bitmeyen ve kimsenin üzerinde ittifak edemediği onlarca cevapsız soru arasında, 89 yıldır ibadete kapalı ve 85 yıldır müze olarak kullanılan fethin sembolü hüzünlü Ayasofya.

“İMZA DA, KARARNAME DE SAHTEDİR…!!”

Bu tartışmalar devam ederken Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu Ayasofya’nın ibadete kapatılması konusundaki Bakanlar Kurulu kararındaki imzanın Atatürk’e ait olmadığı görüşünü yeniden gündeme taşıdı. Ayasofya'nın müze haline getirilmesi için hazırlanan kararnamenin sahte olduğunu ileri süren Prof. Dr. Halaçoğlu, "Burada kullanılan imza gerçek değil. Bir el bunu müze haline getirmiş ve Atatürk'e mal etmişler. O tarih için Atatürk ismi geçince kimse itiraz edemez diye düşünmüşler. Böyle bir sahtekarlık var işin içinde… Sahtekarlıklar üzerine oturtulmuş bir müze meselesi vardır. Kararname sahtedir. Bu kararname bir şekilde hazırlanmış ancak Atatürk tarafından imzalanmamıştır. Atatürk’e soyadı kararnameden sonra verilmiştir. Henüz resmiyet kazanmamış soyadıyla Atatürk'ün resmi evraka imza atacağını nasıl düşünebilirsiniz?” ifadesinde bulundu.

1923 TARİHİNDEKİ PROJE!!

Yusuf Halaçoğlu’nun bu görüşüne karşılık tarihçi Murat Bardakçı Ayasofya ile ilgili kaleme aldığı son makalesinde; “…Atatürk’ün böyle bir işten haberi olmaması bir tarafa, onun zamanında memlekette ondan habersiz sinek bile uçamazdı, sinek! dolayısı ile, Atatürk’ün Ayasofya’ya o günlerde gösterdiği yakın alâkadan bahseden kayıtları, haberleri ve resmî yazışmaları bile görmezden gelerek, caminin Atatürk’ün bilgisi haricinde müzeye çevrildiği iddiası saçmalık hudutlarının da hayli ötesindedir!” diyor.

“Kaldı ki, Atatürk mekânın ibadete kapatılıp müze haline getirilmesini 24 Kasım 1934 tarihli meşhur kararnameden seneler önce düşünmektedir ve bu düşüncesini Grace Ellison adında bir İngiliz hanım gazeteciye tâââ 1923’te açıkça ifade etmiştir…”

Grace Ellison, Türkiye’ye defalarca gelip gitmiş bir hanımdı… Avrupa’da hemşirelik yapmış, 1922’de Türkiye’ye dönerek Avrupa gazetelerine İstiklâl Harbi hakkında ve Türkiye lehinde haberler göndermiş, Mustafa Kemal Paşa ile de defalarca görüşmüştü. Ellison, Mustafa Kemal’i ve onun kurduğu Yeni Türkiye’yi iki kitabında, 1923’te yayınladığı “An Englishwoman in Ankara” (Ankara’da bir İngiliz Kadın) ile 1928’de çıkardığı “Turkey To-day” (Bugünkü Türkiye) isimli eserlerinde uzun uzun anlatacak ve Mustafa Kemal Paşa’nın hem Ayasofya, hem de din konusundaki fikirlerine de yer verecekti…

“MÜZE YAPILIR VEYA KAPANIR!”

Ayasofya bahsi, Ellison’un “Ankara’da bir İngiliz Kadın” isimli kitabında geçer… 30 Ağustos 1922’deki büyük zaferden kısa bir müddet sonra Vatikan’da Papa Pius ile görüşür ve daha fazla kan dökülmesi ihtimalinin Papa’yı endişelendirdiğini görür. Ellison bu görüşmenin hemen ardından Türkiye’ye gelip Ankara’ya gider, Mustafa Kemal Paşa ile bir araya gelir ve zaferi yeni kazanmış olan Paşa’ya “Hristiyan dünyasına karşı nasıl iyi bir jest yapabileceğini, meselâ daha önce Hristiyan mâbedi olan Ayasofya’yı Hristiyanlığın kutsal lideri olan Papa’ya iade edip edemeyeceğini” sorar ve Paşa’dan şu cevabı alır:

“Ayasofya gerçi bizim İslamî geleneğimizin bir parçasıdır… Bununla beraber Hristiyanlığı dünyanın gözünde onore edebilmek için gücümüzün yettiği çabayı göstermeye çalışacağız. Ayasofya’yı cami olarak muhafaza etmemiz Katolik Kilisesi’ni hakikaten incittiği takdirde orayı müze hâline getirebilir veya ebediyyen kapatabiliriz. Hristiyan dünyasını kasten incittiğimizi hiç kimse söyleyememelidir”.

Söz burada Grace Ellison’dan açılmışken, Mustafa Kemal’in Ellison’un 1928’de yayınladığı “Bugünkü Türkiye” isimli kitabının 24. sahifesinde geçen, dinler hakkındaki düşüncelerinin ilk cümlesini de nakledeyim: Paşa, “Benim bir dinim yok, bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını arzu ediyorum” der! Bu ifadelerin doğru olamayacağını ve Ellison tarafından “uydurulduğunu” iddia edebilecekler için söyleyeyim: Grace Ellison, Ankara’nın iltifatına mazhar olmuş bir gazetecidir ve onun yazdıklarından memnuniyet duyulduğu belgeler ile sabittir!!”

BÜTÜN AMAÇ AYASOFYA’NIN TEPESİNE YENİDEN HAÇ DİKMEKTİR!!

Yukarıda arz ettiğim iki tarihçinin görüşleri doğrultusunda söylenmesi gerekenleri ve gerçekleri konuşamadığımız bir gerçektir. Katolikleri incitmemek için Müslümanları incitmek ne kolay değil mi? Bu ülkede 100 yıldır reddi miras üzerine kurulmuş bir devlet algısı ve tavrı vardır. Bu tabuları sistemin içine eğer Atatürk yerleştirmişse ki, birçok konuda durum budur. Konu ne tartışılabilmiş ne de tekrar eski haline dönderilebilmiştir. Ayasofya meselesi de bana göre bunlardan birisidir ve aslında Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması bu topraklardaki bağımsızlığımızın sembolüdür. Fetihler döneminin gerçeklerinden hareketle ifade edersek, İslam’ın yani “hakkın batıla galebe çalmasının” sembolüdür. Biz her ne kadar tarihimizi unutmuş ve üzerine beton dökmeye çalışmışsak da, batı yüzyıllardır bu fethi de, mabedin camiye çevrilmesini de ne unutmuş ne de içine sindirebilmiş değildir. Bütün hayalleri Ayasofya’nın üzerine bir gün yeniden haç dikmektir. Bunun ispatı olarak Yeni Zelanda’da bir süre önce camide yaşanan katliamı yapan terörist katilin silahının üzerine ne yazdığını hatırlatmak isterim. Ve ne yazık ki haç dikemedilerse de, bu müze kararı ile bir anlamda Sultan Fatih’ten ve fetihten rövanş alınmıştır.

Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın hakikat şudur ki; Atatürk dönemi batının gözüne şirin görünme adımlarının atıldığı dönemdir. Batılılaşma adına bin yıllık geçmişin, tarihin, yazının, kültürün, sanatın, giyimin, mimarinin, birikimin, inancın yok sayıldığı acı bir süreç. Bu görüşe karşı çıkanlar olacak ve dönemin şartlarını gözünüze sokarak kendilerine yakışanı yapacaktır. Siz onların hırçınlıklarına bakmadan, tabu haline getirdikleri Atatürk ve icraatlarının devrinin şartlar itibarıyla geçtiğini söyleyin. Sonrada kendi ülkenizin içindeki bir mabedin ne olarak kullanılacağına karar veremiyorsanız, bağımsızlıktan bahsedebilir misiniz? sorusunu sorun onlara. Geçmişinden kopmuş milletlerin geleceklerinin olamayacağını haykırın. Yeryüzünde her karış toprağın Mü’minler için Mescit hükmünde olduğunun bilinci ile aslında Ayasofya’nın bir cami olmaktan çok daha öte anlamlar yüklü olduğunu, cesaretle vurun karanlık hayallerinin yüzlerine. Ve ne uğruna fethin sembolünün 89 yıldır öksüz ve yetim gibi cemaatsiz bırakıldığını sorgulayın. Sahte imza ve belgelerle bu milletin geçmişine ve tüm değerlerine savaş açanların gerçek yüzünü, Ayasofya sayesinde görün artık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri