AV. FEVZİ KONAÇ

Hak Ettiğimiz İmtihan - Kül mü? & Ateş mi?

HAK ETTİĞİMİZ İMTİHAN - KÜL MÜ? & ATEŞ Mİ?

Yaklaşık iki aydır tüm dünyanın ve ülkemizin gündemi korona virüs meselesi oldu. Virüs Çin’den seyahate çıktı, uğradığı her yeri kasıp kavuruyor. Avrupa adeta felç oldu. Gelişmişliğine bakmadan tüm ülkeler çaresizce virüse karşı mücadele veriyor. Ne uluslararası siyasi çekişmeler ne de iç politik meseleler bir anda güncel değerini kaybetti, önem arz etmez oldu. Tabiri caizse tüm dünya canı derdine düştü.

Hatırlayın (!) ülkemizde ilk vaka görülmeden önce tek ve en önemli gündemimiz; Suriye içinde yaşadığımız askeri operasyon, S-400 verildi/verilmedi meselesi, dış politik manevralar ve bunun diğer ayağı olan mültecilere açtığımız sınır kapısı nedeniyle Avrupa’ya gitmek için Edirne’deki sınır kapısına giden mülteciler idi. Her gün canlı yayınlarla İç İşleri Bakanlığı’nın verdiği sınırdan geçen insan sayısını sayarken, şimdi gün gün Sağlık Bakanlığı’mızın verdiği vefat ve hasta sayılarını takip ediyoruz. Canımız derdine düşünce aniden sınır kapısında bekleyen ve büyük bir çile çeken mültecilerden tek satır haber görmez ve duymaz olduk. Sahi yüzbinlerce insan ne yapıyorlar acaba? Gündemimiz nasılda değişti değil mi?

Millet olarak şaşkınlık içindeyiz. Neyi nasıl düşüneceğimizi bilemediğimiz bir süreç yaşıyoruz. Ancak biz Müslümanız. Tüm dünyadan farklıyız. Çok önemli bir avantajımız ve inananlar olarak elimizde hastalıkla mücadele için güçlü bir ilacımız var. Hakkıyla yapacağımız özeleştiri ve kusurlarımızla yüzleşmek, af kapısını çalarak tövbe etmek ve belaları defetmek adına Yaradan’ımıza iltica etmek. Bunu göz ardı etmeyelim. Elbette Alemlerin Rabb’inin hikmetini ve tasarrufunu bilemeyiz.

Ancak o kadar acıya şahitlik etti ki yeryüzü, endişeliydik ve korkuyorduk. Hep içimizden “Allah bütün bunlara iyi demez” diyorduk içten içe. Her masumun canıyla ödediği bedel, aç susuz kalmış mazlumların gasp edilen hakları, bu gaspı yaparak karşılığında obez olmuş dünya, denizlerde umuda yolculuğa çıkmış mülteci bebeklerin sahillere vuran cansız bedenleri, anlamsız savaşlarda anne ve babasını kaybeden çocukların acı manzarası, sahipsiz kalarak soğuktan donarak ölen 5 yaşındaki kız çocuğunun yürek yakan hikayesinin Gayretullah’a dokunmasından korkuyor, bir bela ve musibeti celbetmesinden çekiniyorduk. Sınırımızı geçen ve bize sığınan her mülteciye “ne işleri var burada, evlerinde kalsınlar, ölümü beklesinler” türünden kurduğumuz cümlelerle içine düştüğümüz acımasızlık çukurundan sonra evde kalan ve korkuyla ölümü bekleyenler haline gelmenin acziyetine düştük. Çünkü biz Gayretullah’a dokunacak hatalar yaptık. Hak yedik, adaleti ihlal ettik, helali haramı gözetmedik... Ve bekliyorduk...  

Allah, tüm bu zulümleri sessizce izleyen vicdansız insanlığa bir musibetle müdahale eder miydi? Bunu bilmek imkanımız yok elbette. Ama yaşanan tüm acı olaylardan sonra günahkar dünya adeta hesaba çekiliyor sanki. Kullarına zulmeden bir Allah tasavvurunu kabul etmemekle birlikte, bu yaşananlar imtihan eden bir Rabb bakışının tezahürleri midir? bilmiyoruz. Ama insanlık öyle bir azmıştı ki, bu savrulmanın bir bedeli olur algısı inanan insanların dillerinde pelesenk olmuş, içten içe korkuyla mırıldanmalar haline gelmişti.

Hem dünyada hem ülkemizde yaşanan depremler, seller, fırtınalar, çekirgeler, orman yangınları, sapkınlıklar bilinçaltımızda hep o Gayretullaha dokunmayı düşündürüyordu. Gözümüzün önünde milyonlarca insan katledilirken, mülteci durumuna düşürülürken, açlık ve sefalete mahkum edilirken yeryüzünün egemenleri sömürüye ve kan dökmeye devam ederken, ilahi irade bütün bunlara razı olabilir miydi? İnsanlık bu gidişiyle bir musibeti üzerine çekmek konusunda neyi hak ediyordu? Bilemiyoruz. Ancak bütün bu düşünceler içinde iken Beyazıd-i Bestami’den aklımda kalmış bir hikaye durumumuzu anlatma konusunda, inanan insanlara ışık tutabilir diye düşünüyorum.

Kibar-ı Evliya’dan Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri; bir gün hamama girmişti. Hamamdan çıkıp evine giderken iki katlı bir evin dibinden geçiyordu, yukarıdan tepesine bir leğen sıcak kül döküldü. Başındaki sarığı ve cübbesi yanan Allah dostu: 
— «Şükürler olsun ya Rabbi!» diyerek elini yüzüne sürdü. Sonra yanındakilere dönerek şu vecizeyi söyledi: 
— Ben ateşe lâyık bir kulum. Hiç başıma kül döküldü diye kızar mıyım?

Bu hikayeden hareketle içimden geçen özeleştiriyi ifade etmek adına şunları söylemek isterim. Tüm insanlık öyle büyük günahlar işliyor ki; benzetmek gibi olmasın ama kıyameti zorlayan azgınlığı ile ateşe layık insanlığın başına, Alemlerin Rabb’i küçük ikazlarla kül döküyor sanki. Kimi zaman depremlerle, kimi zaman kasırgalarla, kimi zaman büyük yangınlarla adeta “haddinizi bilin ikazında bulunuyor”. Gözle görülmeyen bir varlık tüm teknolojilerimizi, radarlarımızı, silahlarımızı alt üst edip işe yaramaz hale getirdi. Bizi dört duvar arasına hapsetti adeta.

Dünya ne yapar bilemem ama biz Müslümanlarca gerekli dersler çıkarılmadıkça, insanlığın ve bizim başımıza dökülen kül devam edecek gibi görünüyor. Bilmem ki bütün bunlar; Aylan Bebeğin ahı mı? Mısır’daki Esma’nın ahı mı? Afganistan’da bombalanarak katledilen Kur’an Kursundaki hafız çocukların ahı mı? Doğu Türkistan’daki masum bir kardeşimizin ahı mı? Halepçe’deki yavrusuna sarılıp ölen annenin ahı mı? Yemen’de açlığa ve ölüme mahkum edilen masumların ahı mı? Avustralya’daki Allah’ın dilsiz kulları develerin ahı mı?... Bilmem ki İdlip’te başına bombalar yağan masum çocuk ve annelerin feryadının, ahının bedeli midir? üzerimize dökülen korona külünün sebebi. Hak ettiğimiz bela, bir virüsten çok öte bir ateş ama başımıza saçılan sadece bir kül belki de. Bilemiyoruz Allahualem.

Sebep sonuç ilişkisindeki ilahi iradeyi bilmek biz kulların haddi değildir. Ama aynı ilahi irade Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor.  “(Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir...” (Nisa Suresi 79. Ayet...)Buradan hareketle biz Müslümanlar başımıza gelen her olayda kendimize bakmak durumundayız.  Çin’i, ABD’si, İtalyan’ı, Fransız’ı ne kadar inkar ederlerse etsinler, kainatın sahibi Yüce Allah bütün insanlığın yaratıcısıdır. Son ilahi kitap inancımıza göre bütün insanlığın muhatap olmak durumunda olduğu son kelamdır. Bu pencereden bakarak ifade edilmesi mümkün olan şey, son imtihanımız olan korona virüs, beni kendi elimizle hak ettiğimiz bir bedel ödediğimiz sonucuna götürüyor. Yani kendimiz ettik ve kendimiz bulduk.

Bizde güzel bir söz var. Ayağına bir taş değerse, kalbini yokla. Ne güzel ölçüdür. Kanaatim o ki; dünyanın ayağına taş değdi. Ülkemizin ayağına taş değdi. Bütün yaşananlar tıpkı ayağımıza bir taş değmesi gibi bizi kalbimizi yoklamaya sevk ederse, zor süreçten kazanarak çıkacağız. Bu musibetten kurtulmak adına maddi sebeplere sarılmak dışında bir şey daha yapalım. İnsanlığımızı gözden geçirelim. Sevgi ve merhameti yeniden kuşanmanın yollarını arayalım. Kaybetmeden önce kıymetini bilemediğimiz tüm nimetleri düşünerek, bu şansı olmayanlarla ilgili empati kuralım.  Bütün günah ve kusurlarımızla ilgili ruh dünyamızda pişmanlığı en zirvede yaşayarak, tövbe kapısını aşındıralım inşaAllah. Özümüze dönerek kulluk sözleşmemizi yenileyelim Rabbimizle. Sadece maddi hastalıktan değil, manevi hastalıklarımızdan da kurtularak atlatalım bu zor günleri. Biz gayret edelim. Şüphesiz şifa veren Allah’tır...

1 Yorum

Mustafa Küçükte

Mustafa Küçükte

14 Nisan 2020
Kaleminize kuvvet başkanım

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri