AV. FEVZİ KONAÇ

Yeşilçam Gazozu (!) Hikayelerine Meydan Okumak...!!

YEŞİLÇAM GAZOZU (!) HİKAYELERİNE MEYDAN OKUMAK…!!

“Her baba evi öyle sanıldığı kadar güvenli değildir.
Aksine çoğu baba evi tehlikenin merkezidir.
Ve bazen sokaklar o baba evinden çok daha güvenlidir.
O yüzden, o despot, o dayakçı, o adaletsiz, o ikiyüzlü, o sinsi, o hesapçı, o güvenilmez babaların evinden erkenden çıkın gidin kızlar.
Hısım akraba ne derse desin, elâlem ne düşünürse düşünsün, hiç kafaya takmayın.
Geleneklerin, inançların, korkuların pabucunu dama atın.
Geçmişin hatalarını genetik bir günah gibi siz de anneleriniz gibi boynunuzda taşımayın.
Sizden beklenen her şeyi yapmayın ve sizden beklenmeyen bazı şeyler yapın.
Sokaklar Güvenlidir…
Sokakların, sizi bir ömür korkuya tutsak kılan bir baba evinden daha tehlikeli olduğunu söyleyenlere gülüp geçin…
Sokaklar sizi “bembeyaz” gelinliğinizle, “tertemiz” bir şekilde dayak yiyeceğiniz ve muhtemelen bir gün öldürüleceğiniz başka bir eve kilitlemeye meyyal dogmatik yapıdan daha kötü değildir…”

Yukarıdaki satırlar Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Mine Söğüt’te ait…

Merak edenler yazının devamını bulup okuyabilirler. Bir an çocukluğumuzda izlediğim Yeşilçam sinemalarının tema olarak sıkça işlediği bir filmin içine düştüğümü hissettim. Beğenmediği, utandığı, kendisini ait hissetmediği ailesini ve mahallesini terk ederek, özgürlüğe koşan ama kaderin cilvesi (!) kötü emelleri olan “sokağın kötü adamlarının” eline düşmesiyle hayatı kararan masum kızın, gözyaşları ile izlediğimiz dramının anlatıldığı sahneler geldi aklıma. Bu konuyu işleyen kaç senaryo filme dönüştü, küçüklüğümüzde hayatımızın merkezi olan tv ekranlarından sokağa düşen kaç Yeşilçam karakteri genç kıza gözyaşı döktük hatırlamıyorum. Her filmin son yazısı ile birlikte, içinde ne tür acılar ve sıkıntılar yaşanırsa yaşansın, neyini beğenmezsek beğenmeyelim, anne veya babamızın hangi yönü bizi rahatsız ederse etsin, şahit olduğumuz dramlardan sonra aile olmanın değerini anladığımız, anne babamızın gölgesinin bile ne kadar değerli olduğunu düşündüğümüz dersler çıkarırdık.

Anlaşılan köprünün altından çok sular aktı. Eskiden sokağa düşen kader mağdurlarının hikayesi, nadiren görülen olaylar ve bu yönü ile sinema filmlerine konu edilebilecek sorunlardı. Şimdi ise entelektüel (!) kalem sahipleri, her genç kızı, sokağın güvenliğine (!) dem vurarak ailesinden ve evden uzaklaşmaya davet ediyor. Bu davette öyle genellemeler üzerinden mesaj veriliyor ki, her ev ve aile sanki cinayet ve dayak atılma mahalli gibi tehlikeli gösterilerek, inanç ve geleneklere rest çekilmesi ve evin terk edilmesi tavsiye ediliyor. Sanki her genç kız tehlikeli bir filmin konusu olmaya çağrılıyor(!) Peki ne adına… özgürlüğe yelken açmak ve aile zulmüne rest çekmek (!)

Mine Söğüt zehir saçan kalemiyle yazısının devamında…
“Kaçın o evden, size dayatılan hayatı değil, kendi tercih ettiğiniz hayatı yaşayın.
Eğer siz kendinize güvenirseniz ve içinizdeki gücü gerçekten hissederseniz...
Ne gazozunuza ilaç atabilirler ne de evlenme vadiyle sizi kandırıp “kirletebilirler”.
Kendi gazozunu kendi açan ve kendi içen bir kız olun.
Hayatınızın hedefine “evliliği” değil, mutluluğu koyun.
Sevişmenin kirlenmek olduğu safsatasını da hemen unutun.
Cinsiyetçi deyimlerin utanç verici mirasını reddedin. O baba evini terk edin…”

Anladığım kadarıyla bu hanım kendisi de bizimle aynı filmleri izlemiş. Gazoz tehlikesine karşı adeta meydan okuyor ve sanki o meşhur filmlerin baş aktörü gazlı içeceklere aşinalığı var.Gazoza ihtiyaç duymadan, gayrimeşru bir ilişkiyi suç ve safsata sayanlara inat, kendinizi akışa bırakın diyor. Bir kız babası olarak bu sıra dışı yazıyı ne kadar önemsemeliyim, diye kendi kendime sorup durdum. İrkildim ve tedirgin oldum. Son zamanlarda aileyi yıkmaya çalışan bir dış (!) düşmandan bahsedip duruyoruz. Oysa bu kalem sahibi gibi çatlak bakışlı birileri, artık düşmanın dışarıda değil hemen sokağımızda, içerde olduğunu göstermesi açısından ibretlik bir örnektir. Kadın cinayetleri, şiddet, taciz ve istismar gibi kimi yüz kızartan suçların görünür ve duyulur olması ile birlikte, gizli bir el üzerinden bunun faturasının aileye kesilmeye çalışıldığı hissi içerisindeyim.

Evet net olarak görüyorum ki; aile hedefte ve dinamitlenmeye çalışılıyor.

Suçun kendisine düşman olunmasına ve suçun şahsiliğine inanan biri olarak, yaşanan birtakım ekstrem olaylarda olay mahallinin aile olması nedeniyle, tüm genç kızlara evi terk etmenin fısıldanması ancak böyle bir oyunun taşeronu ve tetikçisinin yapacağı bir iştir. Bu tehlike görülerek buna karşı makul tedbirler alınmalı, bu tetikçiler gibi aileyi ifsad eden kalemlere güçlü tepkiler verilmelidir. Televizyon dizileri ve programları kontrol altına alınmalıdır. Aile içinde yaşanan günah ve kusurun bu kadar açıktan konuşulmasına ve reklamının yapılmasına müsaade etmenin, en hafifinden aile kurumunun inanılırlığına zarar verdiği, ailenin bir sığınak olmaktan çıkmasına ve dağılmasına sebep olacağı görülmelidir.

Ve nihayetinde ben bir kız babasıyım. Evladım canım gibi kıymetli. O bir cennet kokusu ve o bir mübarek emanet. Kim ki bu ülkenin çocuklarını ailesinden koparmak adına sokağa çağırıyor ve sokağın aileden daha güvenilir olduğunu söylüyorsa, ben ona iyi gözle bakamam. Terör nasıl ki gençleri kontrolsüz olarak sokağa davetle besleniyorsa, ailenin yıkılmasına dair genç kızların sokağa daveti de, aynı şekilde başka bir teröre davettir. Bu absürd fikrin ilacı evdeki sevgi ve ailedeki güçlü bağlardır. Bunu asla ihmal etmeden ve bu gibi zehirli fikirlere prim vermeden, evlatlarımızı bağrımıza basalım ne olur. İş işten geçmeden… çünkü ürktüm ve korktum. Diyeceksiniz ki; Cumhuriyet Gazetesi yazarından başka ne beklenir ki? Siz de haklısınız!!!

Kalemin ve bilginin sahibi Cenab-ı Hakk’a hamd ile…      

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri