AV. FEVZİ KONAÇ

Baraj Altında Kalan Gençler ve Gülhane Parkı...!!

BARAJ ALTINDA KALAN GENÇLER ve GÜLHANE PARKI…!!

Birkaç hafta önce üniversite sınavları açıklandığında bir milyona yakın gencimizin sınavda barajı aşamadığı haberlerini okumuş ve hayıflanmıştım. Nedendir bilmem? yıllardır bir türlü kendi eğitim modelimizi oluşturamamanın bedelini ödediğimizi konuşuyoruz. Sık sık Bakan değiştirip, her gelen yeni Bakanla yeni umutlar besleyip, bir süre sonra hayal kırıklığı ile “yenisine bakalım” moduna geçiyoruz. Bu konuda her siyasi partinin, entellektüelin, kalem oynatanların bir çıkış yolu önerisi var. Ama bu toprakların çocukları için, bu toprakların mayasına ve genlerine uygun bir modeli henüz bulmuş değiliz. Yeni Bakanımız göreve başladı. Yeni ve modern okullar inşa etmekten daha çok, umutla yerli ve milli bir eğitim sistemine kavuşmayı dört gözle bekliyoruz.

Kimse kızmasın ama bir dönem eğitimi teslim ettiğimiz (!) terör örgütünün yetiştirdiği nesillerin, nasıl bir savrulmayla ihanet şebekesine dönüştüğünü, 15 Temmuz darbe girişiminde büyük bir bedel ödeyerek gördük ve yaşadık. Bu yüzden eğitim ve öğretim en önemli konumuz olmalıdır. O günlerden sonra sık sık dillendirdiğim “bilimsel verilerde başarılı öğrenci yetiştirmek elbette ki önemli hedeflerden biridir ama her şey değildir” ifademi tekrar etmek isterim. Sadece fen bilimleri veya sosyal bilimlerde bütün soruları çözen gençler bizim hedefimiz olamaz ve eğitimin başarısı sadece bununla ölçülemez. Bütün çıplaklığı ile gördük ki; geçmişte algı operasyonu ile çok başarılı çocuklar seçildi ve en yüksek puanlı okullardan mezun edildikten sonra ülkesine silah çekecek hainlere dönüştürüldü. Okyanus ötesinde kahpe bir sese ve onu kullanan Amerika’ya taşeronluk yaparak vatanlarını uçurumun kenarına getirdiler. Bilimsel başarı her şey değildir derken bu başarıyı küçümsüyor değilim. Ama yerli ve milli olamamanın, eğitimin başına “önce ahlak ve maneviyat erdemini” yerleştirememenin sonuçları, “çok başarılı çocuklar!” eliyle millet olarak canımızı yaktı.

Geçen günlerde bir hikaye dikkatimi çekmişti. Bu hikaye üzerinden gençliğimizi ve eğitim sistemimizi yeniden şekillendirmenin doğru olacağı kanaatindeyim. Gerçi yeni Milli Eğitim Bakanının mühendis olduğunu okuyunca, daha önce bakan yardımcısı olmasının avantajı dışında içimde bir burukluğun oluştuğunu söylemem lazım. Eğitim işi eğitimcilere bırakılsa daha iyi olur diye düşünüyorum. Ancak yeni bakanımızdan ve bakanlığımızdan bütün projelerinin önüne, vatanseverlik anlamında yerlilik ve millilik unsurlarını yerleştirmesini öncelikle bekliyor ve istiyorum. Gelelim bu talebimin gerekçesi olan hikayemize;

Çinlilerin binlerce kilometrelik ve yüzlerce yılda yaptıkları Çin Seddi’ni hepiniz bilirsiniz. İşte Çinliler tarihte barış içinde yaşamaya karar verdiklerinde büyük Çin Seddi’ni inşa etmişler.

Yüksekliğinden dolayı hiç kimsenin bu seddi aşmak için tırmanamayacaklarını düşünmüşler. Fakat bu seddin inşasından sonraki 100 yılda, Çinliler 3 misli daha fazla işgale uğramışlar. Neden mi? Düşman piyade askerlerinin, hiçbir zaman duvara tırmanmaya, duvarı yıkmaya ihtiyaçları olmamış. Çünkü, her zaman muhafızlara rüşvet vererek ve kapılardan girmişler. Çinliler yüksek ve kalın duvar inşa etmişler fakat duvar muhafızlarının karakterlerini inşa edememişler. Yani duvar yaparak tehlikeleri bertaraf edeceklerini zannetmişler ancak netice olarak kendi gencinin ve askerinin karakterini inşa etmekte gösterdikleri ihmal ve zaaf daha büyük tehlikelerin ve işgallerin yaşanmasına sebep olmuştu.

Bu hikayedeki ibretlik mesaj bize neyi hatırlatmalı? Yormadan yardımcı olayım. Döneminin en yüksek teknolojisi ile düşmana karşı kale duvarı ören ama rüşvetle kale kapılarını açan Çinlilerin ahlak veremedikleri Çinli askerle, yaptığımız yerli tank ve helikopterin içine binerek namlusunu kendi insanına çeviren Fetö hainlerinin hikayesi nasılda benzeşiyorlar değil mi? Elbette üzülmeliyiz. Bir milyon gencin barajı aşamaması hüzün vermeli ve acil tedbirler almalıyız. Ama bilinmesi gereken şu ki; geleceğimizin güvenliği için barajı aşan öğrenciler yetiştirmekten önce gelen iş, Çinli askerler gibi yapılan kale duvarlarının anahtarını düşmana vermeyecek genç ve insan inşa etmektir. Bir millet için hem bilimsel yetkinlikte olan hem de yerli ve milli insan inşa etmek en önemli meseledir. Bu konu yerli tank, yerli helikopter, yerli İHA ve SİHA’dan önce gelir ve gelmelidir.

Peki sınavdaki bu başarısızlık neden?

İdeal ve gelecek tasavvuru yükleyemediğimiz, merak edip sorgulamayan ve temel yeterlilik bile veremediğimiz barajı aşamayan bu öğrencilerimiz bizlerin eseridir. Kendi ülkesinin değerlerine düşman olarak yetişen ve bu ülkede yaşamayı istemediğini belirten bir kısım gençlik bizim eğitim sistemimizin ürünüdür. Bu yüzden hem bilimsel hem de milli ve manevi değerlerle inşa edilmiş çift kanatlı bir gençliğe muhtacız, mecburuz. Artık başka milletlerin eğitim modellerini taklit etmekten vazgeçmeliyiz. Her yeni Bakanla eğitim elbisesine yapılan yeni yamalar elbisede tutmadı bunu görmeliyiz. Yüzyılların birikimi olan kendi medeniyetimizin eğitim alanında başarılı olmuş yanlarını yeniden ihya etmekten gocunmamalıyız. Bırakalım şu ezikliği ne olur.

Batılı bir oryantalistin tespitindeki şu üç meseledeki zaaflarımızı görelim; diyor ki,
“Eğer bir milletin medeniyetini tahrip etmek istiyorsanız bunun için 3 yol var;
* Aile yapısını tahrip edin.
* Eğitim sistemini tahrip edin.
* Rol modellerini ve referanslarını küçümseyin, alçaltın.”

Başımıza gelen felaket tam da budur. Yapboza dönen eğitim sistemimiz, gittikçe bozulan aile yapımız ve olması gereken rol modellerimizin yerini batılı ve süfli karakterlerin işgal etmesi. Kendi medeniyetimizin izlerini kaybetmenin bedelini ödüyoruz. Bu oryantalist anlayışın üzerimizde denendiğini ve üç hususta büyük yaralar aldığımızın artık farkına varmalıyız. Tedavi için özümüze dönmenin gerekliliğini görmeli ve ilgimizi kaybettiğimiz geçmişimizi araştırmalıyız. Biz kimiz veya ne olmalıyız? sorularına cevap bulmalıyız.  

Kendi medeniyetimizin izlerine basmak nasıl olur?…

Bir süre önce İstanbul’da idim. Topkapı Sarayı ve Ayasofya ziyaretinden sonra Gülhane Parkına girdim. Açıldığı günden beri ziyaret etmek istediğim İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ni gezmek için oradayım. Manzara şu; Gülhane Parkının içinde adım atacak yer yok adeta. Tüm ağaçların gölgesi insan dolu. Banklarda boş yer yok. Belediyenin sosyal tesisi önünde yüzlerce insan içeri girip bir bardak soğukluk içmek ve vakit öldürmek için sıra bekliyor. Özel bir işletmenin kafeteryası tıklım tıklım dolu. Ve herkesin boynu sapacak gibi gözü cep telefonunda. Bütün bunları gördükten sonra müzenin kapısındayım. Rahmetli Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocanın emekleri ile müthiş bir müze inşa edilmiş. İçerisi serin ve dizayn olarak muhteşem. Koridorlarda ben ve bir iki kişi dışında kimseler yok. Atmosfer harika ama tarihe merak yok, bilime merak yok, bizim medeniyetimizin insanlığa hediye ettiği teknolojiye dair merak yok. Tüm ağaç altları ve kafeteryalar gençlerle tıklım tıklım ama bilim müzesi bomboş. İşte halimiz bu.

Nasıl bir eğitim sistemi ki? sadece kafeterya dolduran bir nesil inşa etti diye hayıflanmamak elde değil. Kafeteryadaki içecek listesini merak ettiği kadar yanı başındaki dünyanın en önemli müzesindeki eserlerin listesini merak etmeyen bir gençlik! Ve gençlere hak veriyorum!!

Sınavda barajı aşamayan gençliğin büyük bir kısmı galiba Gülhane Parkındaki kafeteryalarda efkar dağıtıyor. Şaka bir yana bir şeyler yapmalıyız, hem de hemen.

Kalemin ve bilginin sahibi Cenab-ı Hakk’a hamd ile…
İSLAM BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ MÜZESİ

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri