- 30 Eylül 2024 - -YENİ- EMEL UZUN ÖMÜR KISA
- 21 Ağustos 2024 - PİŞMANLIK DEPREMİ
- 23 Mayıs 2024 - BAHAR GELDİĞİNDE
- 28 Nisan 2024 - BİR SÖZ HAYAT DEĞİŞTİRİR
- 21 Mart 2024 - BİR HAYIR VARDIR
- 09 Şubat 2024 - -YENİ- DEPREMİN YIKAMADIKLARI
- 23 Ocak 2024 - DÜN GAZİANTEP BUGÜN GAZZE (2)
- 29 Aralık 2023 - HAYVAN DENEYLERİ VE BOYKOT
- 24 Aralık 2023 - GEÇMİŞTE "GAZİANTEP" BUGÜN "GAZZE"
- 09 Aralık 2023 - Zafer Türküsü
- 20 Kasım 2023 - Dualardaki Gazze
- 07 Kasım 2023 - Aksa Tufanı
- 06 Ekim 2023 - Dramatik Fotoğraf
- 17 Ağustos 2023 - İnsan İnsana
- 18 Temmuz 2023 - Livasçı İsmet
- 20 Mayıs 2023 - Bir seçim nasıl kazanılmaz !
- 18 Nisan 2023 - Hayat Kurtaran İyilik
- 27 Mart 2023 - Susma Orucu
- 31 Ocak 2023 - Garip Bir Rüya
- 09 Ocak 2023 - Büyüler Beni
- 03 Ocak 2023 - Apaçık Fetih
- 23 Aralık 2022 - Mısır Sürgünü
- 24 Kasım 2022 - İlkokul Çilesi
- 07 Kasım 2022 - Önce Sağlık
- 10 Ekim 2022 - Bela Dileyen Kadın
- 17 Eylül 2022 - Haramdan Hayır Gelmez
- 17 Ağustos 2022 - İnsan Ne Ederse Onu Bulur
- 19 Temmuz 2022 - Emel ve Ecel
- 25 Nisan 2022 - Babamın Askerleri
- 16 Nisan 2022 - Yarım Dua
- 09 Nisan 2022 - Unutulmaz Bir İftar
- 31 Mart 2022 - Başa Gelen Dua
- 18 Mart 2022 - Anzaklı Ömer
- 03 Mart 2022 - -YENİ- Okul Kaydı
- 14 Şubat 2022 - Ertelenen Sevda
- 19 Ocak 2022 - Boş Zarf
- 27 Aralık 2021 - Kanlı Noel !
- 14 Aralık 2021 - Yerli Malı Haftası
- 30 Kasım 2021 - Yolculuk ve Duraklar
- 16 Kasım 2021 - Acele Gidilen Yollar
- 03 Kasım 2021 - Yolu Şaşırmak
- 19 Ekim 2021 - Önce Refik Sonra Tarik
- 05 Ekim 2021 - Yol İle Giden Yorulmaz
- 28 Eylül 2021 - Yalan Dünyada (Neşet Ertaş Anısına)
- 22 Eylül 2021 - Yollar ve Hayat
- 15 Temmuz 2021 - On Beş Temmuz Destanı
- 11 Haziran 2021 - Mutluluk Elimizde
- 17 Mayıs 2021 - İntifada ( Şiir )
- 08 Mayıs 2021 - Şimdilerde Halimiz
- 23 Nisan 2021 - Yaratanla İletişim: DUA
- 18 Mart 2021 - -YENİ- O Gün ( Çanakkale Anısına)
- 09 Mart 2021 - Yaratanla İletişim
- 14 Ocak 2021 - Babam Anlatırdı Kıtlığı
- 28 Aralık 2020 - Öleceğini Bilen Küçük Kız
- 15 Aralık 2020 - Yağmur Duası
- 04 Aralık 2020 - İletişim Şükür Sebebidir
- 02 Kasım 2020 - Sinir Harbi
- 21 Ekim 2020 - Nezaket Sağlıktır
- 11 Ekim 2020 - Ateşle Oynayanlar
- 23 Ocak 2020 - Küçük Günler
- 04 Ocak 2020 - Hatırlamalı İnsan
- 27 Aralık 2019 - Yusuf Olmak
- 03 Aralık 2019 - Peygamber Şehri
ÖĞR. GÖR. OSMAN UTKAN
Şeytan İşi
ŞEYTAN İŞİ
İlk televizyonu aldığımız sene, tam emin olmamakla birlikte, 1982 ya da 1983 yıllarıydı. SABA marka siyah beyaz bir televizyondu. Hiç unutmam,bu televizyon reklamında Fenerbahçe’nin efsanevi kalecisi Schumer oynamaktaydı. Avrupalı yabancı insanların Türkçe aksanıyla “SABA iyi televizyon” diye söylerdi. Ben de bizim dört kanal için dört düğmesi olan ancak sadece bir kanal çeken, siyah beyaz ve tüplü olan televizyonumuzun olmasından gurur duyardım. İlk zamanlar bir ürün için “Reklamı varsa iyidir.” Algısı, daha ben çocukken bende yerleşmişti.
Aslında reklamı yapılan her şeyin iyi olmadığını bizim televizyon sık sık bozulunca hemen anlamıştım. Televizyondan bir türlü randıman alamıyorduk. Eski zaman olunca bugünkü gibi arabalarımız da olmadığı için arızalanan televizyonu abilerim battaniyeye sarar ve tamirciye götürürlerdi. Attar Ali’de televizyon tamircisi Necati Abi her seferinde tamir etmeye çalışırdı. Bu tamirat süreci bazen günlerce sürerdi. Televizyonsuz geçen günlerimiz çok olurdu. Ara ara tamirci dükkânına uğrayıp Necati Abi’ye “Bizim televizyonu tamir ettin mi?” diye sorardık. “Yarın biter işi” diyerek bizi her seferinde yollardı. Tamir olunca sevinirdik. Dükkânda sapasağlam çalışan televizyon eve gelince çok geçmeden tekrar bozulurdu. Televizyonu tekrardan yüklenip tamir yoluna düşülürdü.
On yıllar sonra ben iletişim fakültesini kazanıp, sonrasında iletişimin bilimiyle uğraşmaya başlayınca reklamların insanları aldatmak için ne gibi yollara başvurduklarını daha ayrıntılı bir şekilde araştırmalardan öğrendim. Yapılan reklam masraflarının çok daha fazlasının tüketicilerin cebinden çıktığını üzüntüyle öğrendim. Reklamların aslında tüketiciye katkı sunmaktan ziyade; sermaye sahiplerinin daha çok kazanmalarına yardımcı olduğunu öğrenmiştim. Reklamlarda kullanılan hilenin ve hurdanın da sayısız olduğunu da belirtmeye gerek yok sanırım.
Uydu sistemleri olmadığı için televizyon yayınları karasal olarak yapılmaktaydı. Her evin damında televizyon antenleri vardı. Nizip’in en yüksek noktası Taşbaş Dağı’nda verici istasyonu vardı. Antenlerimiz batıya yani Taşbaş Dağı’na dönük olurdu. Yağmurlu ya da karıncalı çeken yayını net bir şekilde izlemek çok mümkün olmuyordu. Dama çıkıp anten ayarlarıyla çok oynardık. O sürede yayın iyileşirse bizimkiler pencereden dama yani bana seslenirlerdi. “Tamam, öyle kalsın” denildiğinde ben anteni bırakırdım. Anteni bırakmamla beraber yayın tekrar kötü bir hal alırdı. Bu hal böylece uzayıp giderdi.
O yıllarda televizyonculukta devlet tekeli vardı. Bizim televizyon sadece TRT-1’i çekerdi. Onun da sınırlı saatlerde yayınları vardı. Bugünkü gibi gün boyu yayıncılıktan bahsetmek mümkün değildi.Televizyonda sabah kuşağı ve akşam kuşağı yayınları olurdu. Yayınlar, sabahları saat 07.00 ile 10.00 saatleri gibi; akşamları da 17.00 ile 22.00 gibi oluyordu. Tam gün kesintisiz yayın olsun isterdik ama olmazdı. Ama işin güzel yanı, yayın kuşaklarında mutlaka çocuklar için programlar vardı. Eksik gedik ama çizgi filmlere bayılırdım.
Babam haberler bittiğinde ve çizgi film saati başladığında televizyonu kapatırdı. Çok bozulurdum, böyle olmasına. Çizgi film başladığında “Bunlar şeytan işi” derdi. Bir gün ben de kendisine “Madem şeytan işi ise sen neden seyrediyorsun?” diye sormuştum. Rahmetli babam bana “Oğlum, ben haber izliyorum ama.” demişti. Tabi, babamın “şeytan işi” benzetmesi hiç işime gelmiyordu. Gizli kaçak ne izleyebilirsem benim için kârdı. Gel görelim ki, çok fazla çizgi film izleme şansımız olmuyordu. Genelde babamın müdahalesi ile karşılaşıyorduk.
Aradan yıllar geçince anladım ki babam haklıymış. Keyifle seyrettiğimiz çizgi filmlerinin ekseriyeti şeytan işiymiş. Ben bunu on yıllar sonra iletişimci olunca anladım. Aslında babamın bizi engellemesi bir nevi bizim için hayır olmuş. Çünkü bu günlerde nasıl çizgi filmlerde şiddet varsa o günkü yapımlarda da çoğunlukla şiddet vardı. Yapılan araştırmalarda bir saatlik bir çizgi filmde ortalama yüze yakın şiddet görüntüsü var. Bu çizgi filmlerde, kimi zaman fiili kimi zaman psikolojik boyutlarda farklı düzeylerde çok sayıda şiddet görüntülerine şahit oluyorduk. Vurma, kırma, patlatma gibi birçok şiddet unsurunun cömert bir şekilde verildiğini söylemek mümkün. Çocukları oyalamak için önüne koyduğumuz bu görüntüler aslında çocukların ruh ve zihin dünyalarını ifsat etmeye devam etmektedir.
Şiddetin dışında acımasız olarak kullanıldığını düşündüğüm, subniminal (bilinçaltı ya da bilinçdışı) mesajların çocuklara verildiğidir. Reklamlarda sıklıkla kullanılan bu mesajların artık çocuklar için hazırlanmış olan çizgi filmlerde verildiğini bilmekteyiz. İlk anda subniminal mesajlar, ticari kaygılarla yola çıkıp kazanç elde etmenin haricinde; değerlerimizle taban tabana zıt bambaşka korkunç emeller için kullanılmaya başlanmıştır. Çoğunlukla cinsel içerikli bu mesajlar, Siyonizm ve illüminatiye hizmet eden bir şekilde hazırlanmaktadır. Eskiden babamın tabiriyle “şeytan işi” olan çizgi filmler, şimdilerde yapılan yapımlara göre masum kalmıştır.
O zamanlar biz çocuklar için televizyon büyülü bir kutu gibiydi. Hiç kesintisiz izleyebilirdik. Yayının olmadığı saatlerde TRT bar basardı. Keskin bir “ti” sesi ile birlikte saat görüntüsü olurdu. Olsun o da televizyon yayını diyerek saniyelerini bile seyrettiğim olmuştur. Neyse ki çok geçmeden rahatsız edici “ti” sesi yerine enstrümantal ( sözsüz) müzik verilmeye başlandı da kulakları tırmalayan o eziyetten kurtulmuştuk.
Her gün akşam kuşağında yayımlanan, arkası yarın dizileri, insanları hipnotize etmişçesine izlenirdi. Bu diziler genellikle Brezilya’da üretilen kültürümüz ve değerlerimizle uzaktan yakından bağlantısı olmayan, üçüncü sınıf yapımlardı. İnsanlar bir ayin yapar gibi, toplaşıp ilgi ve heyecanla bu dizileri takip ederlerdi. Bu diziler ve gerçeklik bağlantısını kuramayan insanlarımız olan bitenlere çok üzülürlerdi. Bu boş, beleş ve aptalca olan diziler yıllarca seyirci buldu. Çünkü başka yayın yoktu. İstesek de istemesek de televizyon seyrederken bu yayınlara muhtaç idik.
Televizyonculuk tarihimizin ilk günlerinde kendimize ait prodüksiyon ya da diğer bir ifadeyle yapımlarımız sınırlı miktardadır. Televizyon yayını yapabilmek için bu işin üreticisi olan batılı ülkelere gidip onlardan yüksek bedeller karşılığında yapımlar satın almak zorunda kalıyorduk. Televizyonculukta televizyonlar kadar, orada yayımlanacak olan yapımlar da oldukça maliyetlidir. Son 15-20 yıldır kendi prodüksiyonlarımız artık ağırlık kazanmaya başlamıştır. İşte Kapitalizm böyle bir şeydir. Sürekli daha çok kazanmak için yeni ürünler üretir ve daha çok kazanır. Televizyonları satarak çok kazanmışlardı; sonra da televizyondaki yapımları satarak daha çok kazanmışlardı bizim sırtımızdan. Bu sömürü düzeni şeytanın bile aklına gelmeyecek bir şekilde işlemeye devam ediyor. Bu anlamda bir daha, rahmetli babamın “şeytan işi” benzetmesini yerinde bulduğumu söyleyebilirim.
Televizyonumuz daha sonra birçok defa daha bozuldu. SABA marka, siyah beyaz ve tüplü olan televizyondan bir türlü randıman alamamaya başladık. Tamire götürüp getirmekten bezmiştik, deyim yerindeyse. Bazen tamirci eve geldi. Televizyona baktı. Kâh yaptı; kâh bozdu. Artık abilerim televizyonu taşımaktansa ve tamirci çağırmaktansa kendileri tamir işine giriştiler. İlk anda televizyonun tepesine sert birkaç tokat ve yumruk atmayı denediğimiz oldu. Ne hikmetse öyle yapıldığında kendine geldiği oluyordu. Sonra televizyona üstten ve yandan atılan tokatlar işe yaramamaya başladı. Bizimkiler televizyonun arka kapağını açarak tamir işlerine giriştiler. Bu tamiratta benim görevim ise televizyon fişini takmakve gerektiğinde tekrar çıkarmaktı. İlk anda hiç olmazsa iyi kötü bir görüntü ve ses vardı. Bizim tamirattan sonra televizyon büsbütün gitmişti. Ve bir daha açılmamak üzere kapanmıştı.
3 Yorum
Fevzi DAL
11 Aralık 2022gülşah sevinç y
11 Aralık 2022Ramazan Yıldırı
17 Aralık 2022