Erdal Ergenç

Muhacirlerle İmtihanımız…

MUHACİRLERLE İMTİHANIMIZ…

“Güç: hissetmediğin halde mutluluğu göstermek, ağlayacak gibi olsan da gülümseyebilmek, kalbinin acısına rağmen başkalarıyla ilgilenebilmek, işte güç budur” dedi muhacir bir kadın, sinesini tırmalayan tüm acılara meydan okuyarak.

Çünkü hayatlarının en mutlu günlerini yaşarken, evlerinin duvarlarında yankılanan çocuk cıvıltılarının neşesini doyasıya hissederken, eri işine gidip rızkını kazanma peşinde çabalarken ve kendisi, eşlerimiz, analarımız gibi evini çekip çevirirken, ansızın savaşın o acımasız soğuk yüzüyle karşılaşmış. Yüzü öldürmekten simsiyah kesilmiş katiller, kalpleri mühürlenmiş askerler, tüfekler, havan topları, mitralyözler, tanklar, helikopterlerden hedef gözetmeksizin atılan varil bombalar, uçaklardan savrulan füzeler, taciz, tecavüz, işkence ve insanoğlunun hayal gücü ile yarışan modern insan öldürme teçhizatları bir bir öldürdü komşularını. Odalar, evler, mahalleler ve nihayet şehirler boşaltıldı.

Can havli ile kardeş saydıkları bir vatana sığındılar, hiçbir kaygı gözetmeksizin. Acılar, zorluklar, gördüğünden geri kalmanın verdiği ağır hüzün duygusu ile alışmaya çalıştılar misafir olarak geldikleri kardeş topraklarına.

Hiç zorunlu olarak ya da keyfi göçtünüz mü bir yerden başka bir yere, bilmiyorum. Ben, 3-5 kez yarım bırakılmış bir dolu hikâyeler bırakarak gerimde, göçtüm. Geride kalan yerde neler oluyor, eksikliğin hissediliyor mu bunu tam olarak öğrenemedim ama geldiğim yerde önce, endişeli ve meraklı bakışlarla karşılaşırsınız, ısınmak o kadar zordur ki çevrenize, bir o kadar da gereklidir oysa. Bu ikilem içinde zaman akar gider ve yarım bıraktığınız hikâyelerin üzerine yeni hikâyeler yazmaya başlarsınız. Babamın, “hanım tayinimi isteyeceğim, şuraya gideceğiz” cümlesinin kulaklarımdan hiç silinmediğini biliyorum; çünkü hala yankılanıyor kulaklarımda. İzini silemiyorsunuz gitmenin ardında kalan hatıraların. Bağıra çağıra, bahçelerden dağlara kadar farkında olmadan büyüttüğünüz hikâyelerinizi, bir kurdeleyi makasla böler gibi, zamanı ikiye ayıran o ses, o içinde hüzünle birlikte merak olan cümle, tırmalar yüreğinizin ince telini…

Her neyse neden “ben”den bahsediyorum ki. Ah o anılar… çok göçsem de, ben hep güzel anılar biriktirdim. Taşımaktan haz almadığım, bana yük olan, eteğime taş olan neredeyse hiçbir hikâyenin oyuncusu olmadım. Acılarımda, zaten sadece terk etmekten ve çoğunlukla yalnız kalmaktan mütevellit ince ama süreksiz tınılar evsafında. İşte gitmek zorunda olmanın en hafif sızıları bu terennümler.

İşte o hikâyesi yukarıda benim hikâyem ile bölünen muhacir kadının acılarını, göğsünü daraltan o hikâyesini anlatmak için yazdım bunca şeyi. Artık hangi şartlarda geldiler bilmiyorum ama Anadolu’nun orta yerine kadar güç yetirebilmişler eri ve üç çocuğu ile birlikte. Üçüncü yılın sonunda eri bu dünyadan göçmüş, yetimleri ile “ele muhtaç” duruma düşmüş. Zaten geldiklerinden beridir endişeli ve meraklı bakışlar hiç uzaklaşmamış üzerlerinden. Açlık, sefalet, içinde yaşanamaz evleri için istenen yüksek kiralar, zorunlu harcamalar, hele bir de dil bilmezlikten kaynaklanan derdini anlatamamanın çaresizliği içinde kıvranıp durmuşlar günlerce. Bir yandan alışma, hayatta kalma mücadelesi, bir yandan misafir geldiğin topluma alışma gerekliliği arasında yaşanan onca zorluk, yüreğinde anaç bir güç büyütmesine vesile olmuş. Karşılaştığı zorluklara ve acılara meydan okuyuşunun motivasyon kaynağı burası diye düşünüyorum.

Hemen yanı başımızda böyle hayatlar ziyadesiyle var. Ancak diğer taraftan, inandığımız değerler çerçevesinde ve bu değerleri ön kabul etmiş Müslümanlar olarak, kimi zaman kadim tarihimizden dem vurarak göğsümüzü kabartıyoruz, kimi zaman önderimiz, bize hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini öğreten Hz. Peygamberin ümmeti olmakla övünerek içinde bulunduğumuz yeni sosyolojik durumu içselleştirmek için uğraşıyor gibi davranıyoruz. “Gibi davranıyoruz” diyorum çünkü samimiyet, gibi davranmayı değil, teslim olmayı, tüm varlığınla yaşanan duruma vaziyet etmeyi ve bunu sonuna kadar sürdürülebilir kılmak için çaba sarf etmeyi gerekli kılar. Kulağımıza her ne kadar muhacir kardeşlerimizin misafirliklerine işaret ederek “bunlar ne zaman gidecek” gibi, ayrıştırıcı, içinde enaniyet duygusunun yoğunlukta olduğu ve bıkkınlık sendromunun yer aldığı cümlelerle karşılaşıyor olsak bile, bu söylemlerin bir Müslüman tarafından ancak gaflet anında iken söylenebileceğini düşünüyorum.

Sosyopolitiği, ekonomiyi ve dahi ilmi siyaseti yalamış yutmuş ağır abilerin, Yok ekonomimizi altüst ediyorlar, yok ucuz işçilik nedeniyle gençlerimiz işsiz kalıyor, yok kavga gürültü patırtı nedeniyle halkın içinde huzursuzluk çıkarıyorlar…. gibi iddialarını ispatlamak için orta yere faş ettikleri istatistiklerine şahit olunca şu hatırlatmayı yapmak zorunda olduğumu hissettim:

Aldığınız nefes de dâhil olmak üzere evren Allah’ındır. O, günleri aranızda çevirir durur. Muhacirlerin yaşadıkları, kendi imtihanları olduğu kadar, bizlerin üzerine yüklenen Ensarlık rolü de bizim imtihanımızdır. Bizim Rabbimizden dileğimiz ancak, girdiğimiz imtihanları başarı ile vermek için bize hikmeti, basireti vermesini istemektir. Gerisi lakırdıdan başka bir şey değildir. Allah elimizdekini bir vakit alıverir de öyle kalakalırız. Benden demesi.

 

Erdal ERGENÇ  11-06-22

4 Yorum

F.Erkan

F.Erkan

11 Haziran 2022
Ne zaman bir göç hikayesi duysam hüzünlenirim. Rabbimiz hiç birimizi havasız susuz, vatansız bırakmasın. Güzel yazı olmuş Erdal kardeşim Allah kalemine kuvvet versin .

Adem

Adem

11 Haziran 2022
Rabbim razı olsun Kalemine kalbine ve ellerine sağlık

Veli Demir

Veli Demir

17 Haziran 2022
Yüreğine sağlık Erdal kardeşim Teşekkürler.

Adem

Adem

06 Temmuz 2022
Rabbim razı olsun Kalemine kalbine ve ellerine sağlık

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri