Mustafa Dündar

Hangi Müslümanlar

          HANGİ MÜSLÜMANLAR

  Dünya, yok oluşun eşiğinde. İnsanlık, her geçen gün biraz daha insanlığını kaybediyor. Mükemmel insana ulaşma arzusu, insanoğlunun kendi kendini bitirmesine sebep oluyor. İnsanı yok ederek, dünyayı mahvederek insanlığa “hizmet” edildiği iddia ediliyor. Teknoloji ile birlikte insanlık daha rahat bir nefes alabilecekken teknoloji kullanılarak insanların sesi, nefesi kesiliyor. Araçlar, amaçlara eviriliyor… Dünya, transhümanizm bataklığında boğuluyor…

  Tüm bunlara “dur” diyecek tek bir din ve insan var; İslam ve Müslüman!

  Yavaş yavaş özünü kaybeden insana, tekrardan eşrefi mahlukat olduğunu hatırlatacak; dünyanın, yaratılmış (mahluk) olduğu -dolayısıyla bize emanet olduğu- hakikatini anlatacak ve bu bilinçle hareket ederek dünyayı ihya edecek tek din İslam’dır. Tüm bunları gerçekleştirebilecek kudrete sahip olanlar ise Müslümanlar!..

  Peki hangi Müslümanlar?

  Özünden uzaklaştırılmış, kendinin farkında olmayan, geçmişinden utanan, değerlerini öğrenmeye tenezzül etmeyen, dinini yaşamaktansa yaşadığını din addeden, Savaş Ş. Barkçin’in ifadesi ile “koma halindeki” Müslümanlar mı?

  Hayır!

  İslam’ın diriltici ruhunu kuşanmış, değerlerini kendine zırh edinmiş, usullerini yol gösterici olarak addetmiş; haddini, hududunu, konumunu, Rabbini, kendini bilen ve buna göre hareket eden Müslümanlar ancak dünyaya yeni bir nefes getirebilir. Bunu Müslümanlar tecrübe etmiştir. Böyle bir durumun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tartışmak abesle iştigal etmek olur.

  Batı, insanlığı yok ediyor! İnsanlığa hizmet ettiğini söyleyerek yok ediyor hem de… “Onlara ‘Yeryüzünde düzeni bozmayın’ denildiğinde, ‘Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz’ derler.” ayeti Batı’da tezahür ediyor. Bu durum Batı Medeniyetinin dinamiklerinden kaynaklanıyor esasen. Batı Medeniyeti, “tahakküm kurma” temelinde gelişen bir medeniyet. Edebiyattan mimariye, müzikten hukuka kadar her alanda Batı medeniyetinin “tahakküm kurma” fikri tezahür etmiştir. Her alanda, herkese karşı tahakküm kurmak isteyen Batı, kendini Tanrı statüsüne çıkarmakta ve hal böyle olunca insanlığın yok edilmesinin müsebbibinin Batı olması da kaçınılmaz oluyor…

  Batı, Rönesans’tan sonra “bilim” ile insanlığın ruhunu sömürmeye başladı ve yavaş yavaş da “ruhsuz insana” doğru gidiyor. Bilimi adeta bir “put” haline getirmiş, dünyanın ve insanlığın kökünü kazıyor. Batının usulü yok. Usul olmayınca yapacaklarının sınırı ve neyi nasıl yapacağının bir önemi de kalmıyor. Amaçları doğrultusunda hareket ederken her şeyi mubah görüyor ve yapabileceklerine bir sınır getir/e/miyor. Garaudy, “Batı Rönesans’ı, Müslümanlardan sadece deney metodu ile tekniğini aldı. Onun, Allah’a götüren ve insanlığa hizmeti esas alan yönünü bir tarafa bıraktı.” diyor bir mülakatında. Esasen Garaudy, bu sözü ile her şeyi özetliyor. Batı, bilimi insanlığa hizmet için kullanamıyor ve kullanamaz da. Temelinde yatan sebep ise bilimin Allah’a götüren yönünün bir tarafa bırakılmış olması.

  Batının, insanlık için çalışmalar yaptığını iddia ederek esasen insanlığın sonunu getirmesinin altında yatan bir diğer neden de öyle zannediyorum ki antroposantrizmdir. Evrendeki her şeyin insan için ya da insana hizmet etmek için var olduğunu söyleyen bu düşünce, merkeze Allah’ın değil, insanın konulmasına sebep olmuştur. İnsan, merkeze konulunca tanrılaştırılmıştır. Kendini tanrı konumunda gören insan ise yaratılmış her şey (diğer insanlar da dahil) üzerinde tahakküm kurma eğilimine girmiştir. Tam da bu noktada bu eğilime girmeyecek tek bir insan vardır: Müslüman! Zira Müslüman merkeze Allah’ı aldığı için yaratılmış her şeye “emanet” gözüyle bakar. Kendine hizmet edilmesi için yaratılmış mahluklara dahi belirli bir sınır içerisinde yaklaşır, yeryüzünü kendine hizmet için kullanırken aynı zamanda emanete hıyanet etmemek için onu ihya da eder. Bu da belirli bir denge içerisinde gerçekleşen döngü ile ayakta tutar her şeyi. Bu düşünceden uzak olan insanlar (Batı) ise yaratılmış her şeye hunharca saldırır ve yok eder!.. (Yazdıklarım açık ve anlaşılır lakin yine de salt Batı düşmanlığı yaptığımın düşünülmesi ihtimaline karşı öyle bir durum olmadığını belirtmek isterim…)

  “İslam, usul belirler” demişti Yusuf KAPLAN hoca. İslam bir şeyin nasıl, niçin, nereye kadar yapılacağını belirler. Bir sınır belirler ki o da hududullah ve sünnetullahtır. Müslüman, insanı “ilah” konumuna getir/e/mez, bilim de dahil olmak üzere hiçbir şeyi putlaştıramaz. Allah’ın bahşettiklerini yine Allah için insanlığın faydasına olacak şekilde kullanır. Araçları, amaç mevkiine yükselt/e/mez. Bir sınırı vardır Müslümanın, bu sınırı aşamaz. Bir usulü vardır, istediği gibi hareket edemez!

  İşte bu sebeple dünyaya yeni bir soluk getirecek, dünyayı düştüğü bataklıktan çıkaracak olan Müslümanlardır. Kendini bilen, Rabbini bilen, haddini bilen, hududunu bilen, usul bilen, dinini bilen ve yaşayan (en azından yaşamak için çaba sarf eden), kendinden emin, özgüven sahibi, donanımlı, birikimli Müslümanlar.

  Vesselam.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri