- 04 Kasım 2024 - ELEŞTİRİ ADABI
- 28 Ağustos 2024 - YENİ EVLENECEK OLANLARA ÖNERİLER
- 05 Haziran 2024 - ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT
- 25 Aralık 2023 - GENÇLER ALACAKLI, YAŞLILAR BORÇLU
- 11 Haziran 2023 - Kayserigaz! Lütfen Böyle Yapma!
- 20 Mart 2023 - İnsan Değişir Mi?
- 07 Eylül 2022 - Beklentilerden Beklediklerimiz
- 12 Mayıs 2022 - Saygı Denince Anlaşılan
- 04 Ocak 2022 - Ben de Seni
- 11 Ekim 2021 - Maske Düştü
- 25 Eylül 2021 - Lütfen Çabuk Gelmeyin!
- 25 Mayıs 2021 - Beynimizdeki Kamburlar
- 30 Mart 2021 - Lütfen Bekleyiniz
- 26 Şubat 2021 - Ölümüne Sevmeyin
- 27 Ocak 2021 - Önce Yaya’ymış, Sonra Ne Olmuş?
- 08 Ocak 2021 - Okumanın Gücünü Önemseyelim
- 21 Kasım 2020 - Meşgul Abiler
- 07 Kasım 2020 - Yapmayın Beyler
- 20 Eylül 2020 - Şampiyon Kayseri
- 02 Ağustos 2020 - Tükürün!
- 05 Mayıs 2020 - Dikkat! Kendi Engelin Sensin!..
- 13 Nisan 2020 - Geçmiş Peşini Bırakmaz
- 26 Mart 2020 - Gemileri Yakmadan Önce...
- 09 Şubat 2020 - Abi Yemin Et!
- 20 Ocak 2020 - Araçlar Amaç Olunca
- 01 Ocak 2020 - Aşka Uçma Kanadın Yanar !
- 16 Aralık 2019 - Ben Onu Çok Sevmiştim…
YUSUF YEŞİLKAYA
-YENİ- RUTİN NİMETTİR
RUTİN NİMETTİR
İlk araba kullanmaya başladığımız anı hatırlayalım. Koltuğa oturmak, direksiyonu kavramak, aynayı ayarlamak, marşa basmak, arabayı çalıştırmak, debriyaja basmak, vitese geçirmek ve aracı hareket ettirmek… Bir rüya gibi değil mi? Biz bir arabayı kullanıyoruz. Arabaya hükmediyoruz, arabayı yönetiyoruz. Birkaç ton ağırlığındaki kocaman metal yığınını hareket ettiriyoruz. Hem istediğimiz yere götürüyoruz. Hem de istediğimiz hızda götürüyoruz. Ne muhteşem bir duygu!
İlk zamanlar, sadece araba kullanma hevesiyle kendimize vazifeler üretiriz, ekmek almak, su almak, fatura yatırmak, hava almak… Bir sebep olsa da araba kullansak… Acemilik sürecinde istemediğimiz kazalar olduğunda “şimdi şoför oldum” diye kendimizi teselli ederiz. “Hem hiç kaza yapmayana şoför denir mi?”, “nazarımız çıktı” ya da “durup dururken geldi bana vurdu, karşı taraf hatalıydı” sözleri imdadımıza yetişir.
Aradan aylar, yıllar geçer. Artık usta sürücü olmuşuzdur. Araç kullanmak için özel bir dikkate gereksinim duymayız. Aynaya bakmak, marşa basmak, vites kolu, debriyaj, gaz pedalı… Bunların hiç birini yapmak için yoğun bir çaba harcamayız. Çünkü bunların tamamını artık refleks olarak yaparız. Artık araba kullanabiliyor olmak, bizi mutlu etmez. Zaten kullanıyorum, bunun için sevinmek? Ne alaka? Evet, artık araç kullanma becerisi elde ettiğimiz için araba sürebilmeyi, sevinecek bir meziyet olarak görmeyiz. Bu saatten sonra arabayı değiştirip lüks bir araca binersek mutlu oluruz. Bu mutluluk da uzun sürmez ayrıca. Çünkü lüksün sınırı yok. Hevesimizi alır almaz bir üst modelini isteriz. Ne araba kullanabildiğimize ne de bir aracımız olduğuna sevinmeyiz. Sevinmeyi bırakın şükretmeyiz bile.
Araba kullanabilmek örneğinde olduğu günlük yaşamda yaptığımız işlere bir bakalım mı? Uyumak, uyanmak, yemek yemek, su içmek, işe gitmek, eve gelmek, evlenmek, yuva kurmak, anne/baba olmak, konuşabilmek, düşünebilmek, susabilmek, görebilmek, koklayabilmek, hissedebilmek, işitebilmek, dokunabilmek, korkmak, sevebilmek, şaşırmak, pişman olmak, özür dilemek… Gün içinde farkında olmadan, refleks olarak yaptığımız şeyleri saymaya kalksak devasa bir liste oluştururuz.
Rabbimizin bize lütfettiği zenginlikler içinde şükredeceğimiz o kadar çok nimet var ki! Nereden başlasak, hangi birini saysak bilemeyiz. Beden ve ruh sağlığımızın yerinde olması çok büyük nimettir. Müslüman olmak, hele hele Müslüman bir anne babadan dünyaya gelmek, özel teşekkür gerektirir. Evimiz, ailemiz, çocuklarımız ve bunların sağlıklı olmaları, muhteşem bir zenginliktir. Bir işimizin olması, evimize helalinden ekmek getirebiliyor olmak, kimseye muhtaç olmamak, çok özel bir nimettir.
Bunca zenginlik içinde bize hal hatır sorulduğunda cevaben: “sıradan işler” veya “rutin hayat” şeklinde karşılık veririz. Bunu ifade ederken de önemsiz, kıymetsiz bir şey yapıyormuşuz gibi ifade ederiz. Sakız çiğnemek kadar basit bir şey icra ediyormuş gibi anlatırız. “Napıyon?”. “İyi be ya”. Sen napıyon?”. “Ben de iyi be ya”. “İyi o zaman”. Biraz mizahi gelebilir ama durumumuz çok farklı değil.
O sıradan işler dediğimiz rutin var ya! Muhteşem bir nimettir aslında. Sürekli yapabildiğimiz için sıradan olarak nitelediğimiz hayatımızın içine, sıra dışı problemler girdiğinde anlarız rutinin ne denli kıymetli olduğunu. Örneğin sabah kalkıp işe gidiyoruz, akşam eve dönüyoruz değil mi? Sabah olduğunda kalkamasak? Bir hastalık durumu olsa? Sağlığımıza tekrar kavuşuncaya kadar, rahatsızlığımızı dillendiririz. Ama enteresan olan şu ki, sağlığımıza kavuşur kavuşmaz bunun normal olduğunu, hakkımız olduğunu düşünürüz ve şükretmeyi unuturuz. Sabah kalktık, işe gittik. Eve dönüş yolunda bir kaza oldu, bir tartışma oldu, bir kavgaya karıştık, karakola gittik, mahkemeye çıktık… Aman Allah’ım! Dünyanın en büyük problemi gibi anlatırız. Mahkeme bitti, dosya kapandı, rutinimize döndük. Üzücü bir hatıradan başka anlamı kalmaz.
Ne yapmalıyız o halde? Evet, ne yapmamız gerektiğini bilirsek nasıl davranacağımızı da biliriz. Öncelikle fark etmek gerekiyor. Farkında olmak lazım. Bize acilen bir farkındalık gerek. Yaşadığımız hayatın, hayatın içindeki nimetlerin, aldığımız her nefesin, verdiğimiz her nefesin, yediğimiz her lokmanın, içtiğimiz her yudumun, hareket ettirebildiğimiz her organımızın, hissedebildiğimiz her duyumuzun, kurduğumuz her güzel ilişkinin, kazandığımız ve harcadığımız her kuruşun, özgür olarak yaşadığımız her saniyenin, Rabbimize şükredebildiğimiz her anın öncelikle ve acilen farkına varmalıyız. Yani Rabbimizin bize bahşettiği bütün bu nimetlerin hiç birisi ama hiç birisi kendiliğinden, otomatik olarak veya rastgele olmuyor. Ya da doğa ana bizi sevdiği için bu imkânlara sahip değiliz. Sonsuz hazinesinden sınırsız nimetleri veren de O. Verdiği nimetlerin bir kısmını ya da tamamını alan da O. Bütün bu nimetlerin verilmesi, alınması Rabbimizin kul olarak bizlere birer imtihanıdır. Kulunu varlıkta ve darlıkta sınar. Umulur ki, kazananlardan oluruz.
Farkında olmak, kazanmaktır. Bir fabrika düşünelim. İşler çok güzel yürüyor. Ama arada bir sigortalar atıyor. Önce bir elektrikçi çağırıyoruz. Şalteri açıyor ve fabrika tekrar üretime devam ediyor. Sonrasında her sigorta attığında elektrikçiye bile gereksinim duymadan herhangi bir işçi şalteri açıyor ve üretime devam ediyor. Çünkü bu fabrikadaki çalışanlara göre sorun sadece sigortanın atmasıdır ve çözüm şalterin açılmasıdır. İşletme sahibinin ya da genel müdürün önünde iki seçenek var. Birinci seçenek, yetkin bir elektrikçi çağırır, sorunun gerçek nedenini tespit eder ve panoyu, kabloları, tesisatı değiştirir, tamir ettirir. Soruna gerçekçi ve kesin çözüm üretir. İkinci seçenek ise günü kurtarmaktır. Sigorta atar, şalter kaldırılır. Sigorta atar, şalter kaldırılır. Ta ki, bütün sistem yanana kadar kısır döngü devam eder. Sağlıklı işletmeleri, sorunu görmezden gelen değil, problemi tespit edip gerçekçi ve kalıcı çözüm üreten insanlar kurumsal yapıya dönüştürürler.
Rabbimizin kulları olarak bize ve ailemize bahşettiği nimetlerin farkında olmalıyız. İmkânlar elden gittiğinde feryat etmek değil; nimetler elimizde iken farkında olmak ve şükretmektir doğru olan. Varlıkta olduğu gibi darlıkta da şükretmek, hakiki kula yakışan bir tavırdır. Rutin deyip geçtiğimiz hayata sahip olmak için her şeyini verecek insanlar olduğunu unutmamak lazım. Yazımızı bir Allah dostunun, uyarıcı sözleri ile tamamlayalım:
“Az nimeti az sanma, kimden geldi ona bak.
Az günahı az sanma, kime karşı ona bak.”
Henüz Yorum yok