- 28 Ağustos 2024 - YENİ EVLENECEK OLANLARA ÖNERİLER
- 05 Haziran 2024 - ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT
- 25 Aralık 2023 - GENÇLER ALACAKLI, YAŞLILAR BORÇLU
- 11 Haziran 2023 - Kayserigaz! Lütfen Böyle Yapma!
- 20 Mart 2023 - İnsan Değişir Mi?
- 07 Eylül 2022 - Beklentilerden Beklediklerimiz
- 12 Mayıs 2022 - Saygı Denince Anlaşılan
- 04 Ocak 2022 - Ben de Seni
- 11 Ekim 2021 - Maske Düştü
- 25 Eylül 2021 - Lütfen Çabuk Gelmeyin!
- 25 Mayıs 2021 - Beynimizdeki Kamburlar
- 30 Mart 2021 - Lütfen Bekleyiniz
- 26 Şubat 2021 - Ölümüne Sevmeyin
- 27 Ocak 2021 - Önce Yaya’ymış, Sonra Ne Olmuş?
- 08 Ocak 2021 - Okumanın Gücünü Önemseyelim
- 07 Kasım 2020 - Yapmayın Beyler
- 20 Eylül 2020 - Şampiyon Kayseri
- 02 Ağustos 2020 - Tükürün!
- 05 Mayıs 2020 - Dikkat! Kendi Engelin Sensin!..
- 13 Nisan 2020 - Geçmiş Peşini Bırakmaz
- 26 Mart 2020 - Gemileri Yakmadan Önce...
- 09 Şubat 2020 - Abi Yemin Et!
- 20 Ocak 2020 - Araçlar Amaç Olunca
- 01 Ocak 2020 - Aşka Uçma Kanadın Yanar !
- 16 Aralık 2019 - Ben Onu Çok Sevmiştim…
YUSUF YEŞİLKAYA
Meşgul Abiler
MEŞGUL ABİLER
Yusuf YEŞİLKAYA
Baş döndürücü hızla gelişen teknoloji, üzerimizdeki yükleri ne kadar hafifletiyor(!) değil mi?
Telefon rehberinden, hesap makinesine. Posta kutusundan, bilgiye erişime kadar her şey bir tık ötemizde değil mi?
Evimizde, ofisimizde, sokakta yürürken bile dünya ile iletişim halinde kalmak, hatta tuvalette iken dahi ulaşılabilir olmak çok tuhaf değil mi?
Ulaşılabilir olmak dediysek, size istediğiniz kişiler ulaşabiliyor sadece. Öyle her önüne gelen ulaşamıyor yani. Baktınız arayan kişi, görüşmek istemediğiniz biri ise ya da çok meşgul iseniz; meşgule atabilir veya arama kaydını görmezden gelebilirsiniz. Hele siz çok meşgul biriyseniz, öyle her önüne gelen sizi arayamaz değil mi?
Sözü dolandırmaya gerek yok dostlar.
Yıllar içinde hukukunuz olan, samimi olduğunuz ya da sizin öyle olduğunuzu zannettiğiniz insanlar, sizin için ulaşılamaz kişiler olduğunda, aramalarınız meşgule atıldığında veya arama kayıtlarınız görmezden gelindiğinde; anlamamız gereken şudur: Aradığınız kişi sizi hayatından çıkartmıştır. Lakin işin ilginç yanı şudur ki; aynı insanlar, sizi cemiyet içinde gördüklerinde gerçekten samimiymişsiniz gibi selam pozu vermekten geri durmazlar.
Ne oldu?
Kimi aradın da seni meşgule attı?
Kim seni görmezden geldi de hemen klavyenin başına geçtin?
Aklınıza geldi bu sorular değil mi?
Ben okusam bu satırları benim de aklıma aynı şeyler gelir doğrusu. Fakat kişisel bir mevzu değil dostlar. Çok daha sosyolojik ve bir o kadar da trajedik bir vaziyet mevzumuz.
Daha açık ve net haliyle ifade etmek gerekirse; yıllar öncesinde en büyük servetimiz samimiyetimizdi. Dostluğumuzdu. Hatta kardeşliğimizdi. Kardeşimizin derdi, derdimizdi. Kardeşimizin neşesi, neşemizdi. Uzun bir süre birbirimizi görmeden, birbirimizin sesini duymadan yapamazdık. Birbirimizin tiryakisiydik. Bir duvarın tuğlaları gibiydik, tıpkı Efendimiz’in (sav) buyurduğu gibi.
Yıllar içinde büyüdük(!). İş güç sahibi olduk. Makam mevki sahibi olduk. İşimize ve mevkiimize yakışır(!) dostlar edindik. Konuştuğumuz, konuşmaya değer gördüğümüz insanların gözünde ya para gördük ya da gelecekteki makamımızı. “Parasız adam, lüzumsuz adam” sözü, hayat prensibimiz olmuş; farkında değiliz. Yüz yüze veya telefonla görüştüğümüz insanın, bize bir faydası olmayacaksa; o kişiyi lüzumsuz kişi görmeye, ona ayrılacak zamanı da zaman kaybı görmeye başlamışız.
Halimizi mazeretlere sığdırmaya çalışırsak; herkesin cebinde o kadar çok mazeret var ki…
Çok meşgulüm kusura bakmayın.
Telefonum sekreterimde, o yüzden yani.
Telefonu değiştirmiştim, numaralar kaybolmuştu. Tanımadığım numaralara bakmıyorum da.
Ya aslında dönecektim. Araya işler girdi, kaynadı gitti.
Size bir türlü dönmek nasip olmadı. Ama iyisiniz değil mi?
En kötüsü de bu: Ama iyisiniz değil mi?
Hayır, iyi değilim. Şükürler olsun ki, iyi olmama halim, sana ihtiyaç duyduğumdan değil! Sana işim düştüğünden hiç değil! Rabbim sana muhtaç etmesin!
İyi değilim! Çünkü:
Bizi biz yapan ne varsa kaybettik. Dostluğumuz, kardeşliğimiz, samimiyetimiz. Hedefimize ulaşmak için; her şeye müsait olduk. Birbirimizle o kadar ihtilaf yaşar hale geldik ki, dostum dediğimiz kişi avukatımız; ortak dediğimiz kişi bankacımız oldu. İhtilaflarımız dost meclislerinde ak saçlılarımız tarafından değil; mahkeme salonlarında hâkimler tarafından çözülmeye çalışılıyor.
Birbirinin tiryakisi olan bizler, sokakta birbirimizi gördüğümüzde; ya bir şey isteyecek ya da beni lafa tutup, zamanımı çalacak diye yolumuzu değiştirir olduk. Vefa, İstanbul’da bir semt adı olmanın ötesinde, bir şey ifade etmiyor artık bize.
Hiç bir dünyalık sebep yokken, sadece özlediği için, insan insanı görmek istemez mi? İsteyemez mi? “Göresim geldi seni” deyip, çıkıp gelmez mi? Peki, gelen karşısında aynı içtenliği bulur mu? Telefonu eline alıp uzun zamandır görmediğin, sesini duymadığın bir dost aranmaz mı? Peki, arayan aradığı aboneye acaba ulaşabilir mi? Aradığın aboneye şimdi ulaşılamıyorsa gün içinde dönülmez mi? Hafta içinde? Ay içinde? Aylar içinde? Zorlamayım en iyisi, yıllar içinde bile dönülmüyor.
Haksızlık etmeyelim. Aradığımız abiler meşgul.
En iyisi onları meşguliyetleri ile baş başa bırakalım.
Henüz Yorum yok