- 28 Ağustos 2024 - YENİ EVLENECEK OLANLARA ÖNERİLER
- 05 Haziran 2024 - ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT
- 25 Aralık 2023 - GENÇLER ALACAKLI, YAŞLILAR BORÇLU
- 11 Haziran 2023 - Kayserigaz! Lütfen Böyle Yapma!
- 20 Mart 2023 - İnsan Değişir Mi?
- 07 Eylül 2022 - Beklentilerden Beklediklerimiz
- 12 Mayıs 2022 - Saygı Denince Anlaşılan
- 04 Ocak 2022 - Ben de Seni
- 11 Ekim 2021 - Maske Düştü
- 25 Eylül 2021 - Lütfen Çabuk Gelmeyin!
- 25 Mayıs 2021 - Beynimizdeki Kamburlar
- 30 Mart 2021 - Lütfen Bekleyiniz
- 26 Şubat 2021 - Ölümüne Sevmeyin
- 27 Ocak 2021 - Önce Yaya’ymış, Sonra Ne Olmuş?
- 08 Ocak 2021 - Okumanın Gücünü Önemseyelim
- 21 Kasım 2020 - Meşgul Abiler
- 07 Kasım 2020 - Yapmayın Beyler
- 20 Eylül 2020 - Şampiyon Kayseri
- 02 Ağustos 2020 - Tükürün!
- 05 Mayıs 2020 - Dikkat! Kendi Engelin Sensin!..
- 13 Nisan 2020 - Geçmiş Peşini Bırakmaz
- 26 Mart 2020 - Gemileri Yakmadan Önce...
- 09 Şubat 2020 - Abi Yemin Et!
- 20 Ocak 2020 - Araçlar Amaç Olunca
- 01 Ocak 2020 - Aşka Uçma Kanadın Yanar !
YUSUF YEŞİLKAYA
Ben Onu Çok Sevmiştim…
Ben onu çok sevmiştim…
Yusuf YEŞİLKAYA
Elli beş sene aynı yastığa baş koyduğu eşini, hayat arkadaşını, can yoldaşını, Hayriye’sini kaybetmişti. Hem Hayriye öyle bir gitmişti ki, bir kez veda bile etmemişti, gideceğine dair en ufak bir işaret bile vermemişti. Bir defa Hayriye dediğinde ağzından bin kez Hayriye çıkan Ramazan, şimdi bir defa Hayriye diyordu ve boğazında bir şeyler düğümlenip kalıyordu. Hayriye’nin ismini dağlara taşlara, mezarı başında gözyaşı döktüğü kabirde yatanlara haykırmak istiyordu ama boğazından ses çıkmıyor, dudakları Hayriye’nin ismine geçit vermiyordu. Sadece onu ne kadar çok sevdiğini söyleyebiliyordu:
- Ama ben onu çok sevmiştim!
Ramazan Dede ve Hayriye Nine, Anadolu’nun bozkırında buğday tarlasında sevdalanmışlardı birbirlerine. O vakitler Ramazan yirmili yaşlarda yiğit bir delikanlıydı. Tarlayı sürerken, komşu tarlada selvi boylu, köylü güzeli Hayriye’ye göz ucuyla bakıyor ve toprağı aşkla savuruyordu. Sabanıyla tarlanın bir ucundan bir ucuna toprağı hamur gibi yoğururken, her fırsatta Hayriye’nin ilgisini gözlüyordu. Çok yorulmuş, iyice susamıştı. Sabanıyla komşu tarlaya yaklaştığında kendisine bir fırsat vermek istedi. Hayriye, babası için toprağa serdiği sofrayı topluyordu. Bütün cesaretini topladı ve sevdiği kıza seslendi:
—Çok susadım, bir su verir misin Hayriye?
Hayriye’nin yanakları al al olmuştu. Hayriye, testiden bir bardak su doldurdu lakin sudan önce al yazmasını verdi Ramazan’a:
—Çok terlemişsin, al bununla silersin.
Ramazan, al yazmayı aldı ama terini silmedi. Al yazmayı, burnuna götürüp öyle bir kokladı ki, ciğerleri Hayriye doldu sanki. Bir elinde al yazma diğer eliyle suyu içti ve gözleriyle Hayriye’ye aşkını ilan etti. Ertesi gün, daha ertesi gün hep tarlada görüştüler. Sonunda Ramazan, Hayriye’ye evlenme teklifinde bulundu, kendi usulüne göre:
—Kız Hayriye, akşama anamı babamı gönderecem size. Seni istetcem. Bana varacan mı kız Hayriye?
Hayriye, hem utanmış hem de sevinmişti. Bu defa yanakları, gerçekten al al olmuştu.
—Babam bilir.
Bu sözün, aslında evet olduğunu biliyordu Ramazan. O akşam, anasını ve babasını Hayriye’yi istemeye gönderdi. Kız evi naz evi, biraz düşündükten sonra yüzükleri taktılar Hayriye ve Ramazan. Yalnız düğün, hasattan sonra yapılacaktı. Olsun, beklerlerdi altı yedi ay. Nihayet öyle oldu. Harman, hasat derken ambara tahıl girdi, cepleri para gördü. Ve beklenen gün geldi. Çok güzel bir köy düğünü yaptılar. Düğün yemeği bulgur pilavı ve yayık ayranı idi.
Ramazan ve Hayriye, çok uyumlu bir çift oldular. Evde, bahçede, tarlada, hayatı birlikte omuzladılar. Bir kız, iki erkek çocukları dünyaya geldi. Ellerinden geldiği kadarıyla, çocuklarını yetiştirmeye, onlara iyi örnek olmaya çalıştılar. Çocuklarını, kendi istedikleri insanlarla evlendirdiler. Torunları oldu. Torun sevginin, evlat sevgisinden daha güçlü bir duygu olduğunu tattılar. Hayat, onları eskitti ama birbirlerine olan sevgilerinden bir şey eksiltemedi. Öyle ki, Ramazan Dede yetmiş beş yaşına geldiği halde Hayriye Ninenin gözlerine ilk günkü gibi, tarlada kendisine su veren kızın gözlerine baktığı gibi bakardı. Hem al yazmayı hala gözü gibi saklıyordu.
Ramazan Dede, terini silmeye kıyamadığı al yazmaya, şimdi gözyaşlarını siliyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Cenaze yıkanırken, cenaze namazı kılınırken, toprağa gömülürken dudaklarından hep aynı sözler dökülüyordu:
—Ben onu çok sevmiştim!
Çocukları, torunları, komşuları Ramazan Dedenin başında, kendisini teselli etmeye çalışıyorlardı. Lakin Ramazan dedenin dudaklarından hala aynı sözler dökülüyordu:
—Ben onu çok sevmiştim!
Hayriye Nine, son yolculuğuna uğurlanmıştı artık. Mezarına konmuş, üzerine toprak örtülmüş, başına mezar taşı dikilmiş ve dualar okunmaya başlanmıştı. Mezarı başında toplanan herkes, duaya ortak olmuş, haklarını helal etmişlerdi. Hoca efendi, duasını bitirdikten sonra, komşuları Ramazan Dedeye ve yakınlarına başsağlığı dilediler ve kabristandan ayrıldılar. Ramazan Dede, hala aynı cümleyi söylüyordu:
—Ben onu çok sevmiştim.
Bu defa hoca efendi yaklaştı Ramazan dedenin yanına. Elini omzuna koydu ve şefkatle seslendi Ramazan Dedeye:
—Ramazan Dede, başın sağ olsun. Hayat arkadaşını kaybettin. Çok zor bir durum ama yeter artık.
—Hoca efendi, ben onu çok sevmiştim.
—Tamam, Ramazan Dede, çok sevdin ama…
—Anlamıyorsun hoca efendi! Ben onu çok sevmiştim.
—Anlıyorum Ramazan Dede.
—Anlayamazsın hoca efendi! Ben onu çok sevmiştim ama bir kere bile seni seviyorum dememiştim!
1 Yorum
Saliha Yurdakul
18 Aralık 2019