- 30 Eylül 2024 - DÜNYA MEZBAHANESİNDE MÜSLÜMAN KOYUNLAR
- 09 Ağustos 2024 - CÜBBELİ AHMET & YAHYA SİNVAR
- 08 Haziran 2024 - YAĞMALANMIŞ NİNNİLERE UYANMIŞ ÇOCUK
- 07 Mayıs 2024 - KONGO’DAN GAZZE’YE BATININ DEMOKRASİ ŞARLATANLIĞI
- 18 Nisan 2024 - ACZİYETİMİZİ İRANLA GİZLEMEK
- 03 Nisan 2024 - KAVANOZU KİM SALLADI ?
- 27 Şubat 2024 - 27 ŞUBAT 28 ŞUBATTAN BÜYÜKTÜR
- 17 Şubat 2024 - “HER EYLEM YENİDEN DİRİLTİR BENİ”
- 08 Şubat 2024 - ASIM’IN NESLİNDEN SKİBİDİ TOİLET NESLİNE
- 06 Şubat 2024 - RAMAZAN HOCANIN ŞEHADETİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
- 10 Mart 2022 - İsrail Terör Devleti Değildir.
- 12 Mayıs 2021 - Kudüs'ü Erbakanca Sevebilmek
- 10 Mayıs 2021 - Gündelik Siyaset Girdabı
- 28 Nisan 2021 - Soykırımcı Amerika'ya Bak Sen!..
- 25 Nisan 2021 - Doğu Türkistan Sessizliğinin Sebebi Hikmeti Nedir ?
- 27 Şubat 2021 - ERBAKAN'ın Mirası
- 10 Şubat 2021 - İslamda Muhafazakârlık Varmı?
- 20 Ocak 2021 - Amerikan Rüyası
- 26 Aralık 2020 - -YENİ- Milli Piyango Bu Senede Harammış !!
- 06 Aralık 2020 - İçten İçe Yenilmek
- 20 Kasım 2020 - Kavramlar Arasındaki İnce/Kalın Çizgiler
- 30 Ekim 2020 - Sosyal Medyanın Kurt Adam Hikayesi !
EMİN GÖNEN
“Üç Günlük Boş Dünya” Demenin Astro Fizikçesi
“ÜÇ GÜNLÜK BOŞ DÜNYA” DEMENİN ASTRO FİZİKÇESİ
İmkanlarım dahilinde okumayı araştırmayı seven bir insanımdır. Çok uzun zamandan beri geçmişin ve geleceğin gizemleri, evrenin sırları, dünya dışı yaşam, maddenin sırrı gibi çarpıcı birçok konuyu merak eder ve kendi çapımda takip etmeye çalışırım. Bu tabi ki profesyonel değil amatör bir merak ve bilgi edinme çabası olarak kalacak hep. Bu konulara ilgi duyan kişilerle sohbet etmeyi ise çok severim.
Her neyse niyetim size özel zevklerimden bahsetmek değil ama evrenin yapısı konusunda belki birçoğunu sizlerin de bildiği bazı şaşırtıcı bilgileri paylaşmak geldi içimden. Paylaşalım ki görelim bakalım bu dünyanın ve evrenin karşısında büyütüpte durduğumuz egolarımızın esamesi ne imiş. Dünya üzerindeki bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm hegemonyaların ve hatta haşa tanrılık iddialarının kıymeti harbiyesi ne kadarmış.
Bugün dahi dünya üzerinde uluslararası egemenlik savaşları ve çatışmaları devam etmiştir ve dünya yok olmadıkça da bitecek değildir. İşte en yakın örneğine bugünlerde Rusya- Ukrayna savaşında tanık oluyoruz. Peki üzerinde egemenlik ve tahakküm üstünlüğü kovaladığımız, tarihin neredeyse her döneminde uğruna katliamların yapıldığı dünya dediğimiz bu gezegen neyin nesidir. Nereden gelmiş nereye gitmektedir.
Bilim adamlarınca Dünyanın evrenin yaşına kıyasla oldukça genç bir gezegen olduğu ve yaklaşık 4,54 milyar yıl yaşında olduğu düşünülüyor. Bizim ise insanlık tarihinin günümüzden ne kadar geriye gittiği konusun da net bir fikrimiz yok. Yani insanlığa dair bilgi kırıntısı mesabesinde dahi olsa bilgi sahibi olduğumuz bir dönemden başlayarak günümüze kadar olan zamanı baz aldığımızda insanlığın yaşı, dünyanın jeolojik yaşının yanında ancak bir an kadar kalır. On binler yıllık insanlık tarihi böyleyse biz bir insanın yetmiş seksen yıllık ömrüyle hiç kıyaslamayalım.
İşte bu dünya gezegeninin tüm evren içindeki yeri, evrenin yapısı ve büyüklüğü konusunda biraz bir fikir sahibi olabilmek için aşağıda sizin de Google vasıtasıyla rahatça ulaşabileceğiniz bazı bilgileri derledim:
“Güneş, Dünya'nın kütlesinin 330 bin katı kadar bir kütleye sahip. Samanyolu Galaksimizin merkezindeki Sagittarus A isimli kara deliğin kütlesiyse bundan tam 4 milyon kat daha fazla.”
“Hiç yakıt ikmali yapmayacak tipik bir uçakla saatte 900 km hızla Dünya'nın çevresini dolaşmanız 2 günden az sürer. Aynı hızla Güneş'e ulaşmanız ise tam 19 yıl alır.” Bu bilgiye dayanarak şöyle düşünebiliriz zannımca; eğer güneş sisteminde dünyaya en yakın 3. Gezegen olan dünyadan güneşe yolculuk bu kadar sürüyorsa, bir yıldız olan güneşten başka bir yıldız sistemine yapılacak yolculuğa ise bir insanın tüm ömrü kâfi gelmeyecektir. Hele hele Galaksimizin merkezindeki Sagittarus A isimli kara deliğe yapılacak bir yolculuğa ise herhalde tüm insanlığın ömrü yetmeyecektir.
“Her gün yaklaşık 500 bin insan doğuyor veya ölüyor buna karşın her gün 275 milyon yeni yıldız doğuyor veya yok oluyor.”
“ İçinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisinde güneş benzeri 200 ila 400 milyar yıldız olduğu düşünülüyor. Tüm evrende ise Samanyolu gibi galaksilerden 2 trilyon adet olduğu tahmin ediliyor.”
“Gözlemlenebilir evrenin çapının yaklaşık 93 milyar ışık yılı olduğu tahmin edilmektedir. Bu hesaplamada gözlemlenebilir evrenin en uzak ucu yaklaşık 46-47 milyar ışık yılı ötede olarak hesaplanmıştır.”
Buradaki ışık yılının neyi ifade ettiğini biliyorsunuzdur ama yinede tekrar hatırlamak ve olayı kavramak adına şöyle bir soru soralım: Işık saniyede 300 000 km yol alır. Bir yılda ne kadar yol alır? Peki buradan hareketle 93 milyar ışık yılını tahayyül edebilir misiniz?
Buradaki “gözlemlenebilir” sözcüğüne de dikkat çekmek isterim. Çünkü bilim adamlarına göre "Evrenin bir sonu olduğuna dair hiçbir kanıt yok,” "Pek tabii ki sonsuza dek uzanıyor olabilir.” “önceki bir çalışma, gerçek evrenin, aslında 46.5 milyar ışık yılı olan görebildiğimiz genişlikten en az 250 kat daha büyük olabileceğini ortaya koymuştu.” Burada net ifadeler söylenemediğine ve asgari ihtimallerden bahsedildiğine dikkat edin.
Bunun gibi tahayyül sınırlarımızı aşan aklımızın almayacağı onlarca hatta yüzlerce çarpıcı örnek vermek mümkün. Hepsi klavye tuşlarımızın ucunda.
Düşünün; İnsan, bir yandan baş döndürücü bilimsel gelişmişliğiyle, getirdiği nokta itibariyle geçmişe kıyasla ağızları açık bırakan teknolojisiyle mağrur ama diğer yandan mağrur olduğu bu teknolojiyle bile kendi varoluş sırlarını, içinde yaşadığı dünyanın ve evrenin yapısını keşfetme konusunda büyük bir acziyet içerisinde. Bırakın evreni insan kendini bile henüz tam olarak keşfetmenin çok uzağında.
Dünyamızın boyutları, bırakın evreni ondan milyarlarca, trilyonlarca kat küçük bir yapı olan bir galaksinin yanında bir toz zerresi kadar kalmaktadır. Zira içinde yüz milyarlarca yıldız bulunan bir galaksinin tamamını resmetmek istediğinizde, disk şeklinde sarmal bir yapıya sahip bir toz bulutu şeklinde olduğunu görüyorsunuz.
Burada kısa bir şekilde astro fizik konusu olmasa da madde dediğimiz şeyin yapısıyla alakalı öğrendiğim bir şeyi daha sizinle paylaşmak istiyorum. görelim bakalım “dünya boş” demenin fizikçesi nasıl oluyormuş:
Biliyorsunuz maddenin en küçük yapı taşına atom denir. Yani evrendeki tüm maddeler atom parçacıklarından oluşur ve o kadar küçüktür ki gözle görebilmek imkansızdır. Fazla detaya girmeden şöyle izah edelim: Atom, bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlardan oluşur. Tıpkı güneşin etrafında dönen gezegenler gibi. Ama elektronlarla çekirdek arasındaki mesafe orantısal olarak güneşle gezegenler arasındaki o devasa mesafeden, yani o korkunç boşluktan 10 kat daha fazladır. yani atom dediğimiz şey kendi boyutlarına göre düşünüldüğünde koskoca bir boşluktan ibaret. Bakın 1969 yılında verdiği İslam Ve İlim konferansında Necmettin Erbakan hocamız durumu nasıl izah ediyor.
“Biz şuradan madde diye her tarafını dolu olarak görmüş olduğumuz cismin içerisine gittiğimiz zaman bir boşlukla kalıyoruz. Biz dolu zannediyoruz. Halbuki bunun aslı dolu değil. Ya neymiş? Boşluk. Ama ne boşluğu? Efendim işte bir elektron var, bir de proton var madde dediğimiz şeyin içerisinde. Ve bunların arasında da arz ile güneşin arasındaki boşluğun daha on misli büyük boşluk var. Biz bunu dolu zannediyorduk. Evet dışarıdan baktığımız zaman dolu zannediyoruz. Çünkü içerisini göremiyoruz. Görme kabiliyetimiz yetmiyor. Bunun içerisinde boşluk var.”
“Dünyadaki bütün altınların hepsini eğer atomların içindeki boşlukları çıkartacak kadar bunları sıkabilirsek, ancak bir yüksüğün içerisine doldurur. Dünyadaki bütün altınlar bir ucu Lizbon'da olursa öbür ucu Sibirya'ya kadar uzanan bir katarı doldurur.
Düşünün bütün Avrupa'yı boydan boya kat edecek bir katarı doldurur. İşte bu katarın içerisini dolduran bütün dünyadaki altın madeninin molekülü ile atomu arasındaki mesafeyi sıktığımız zaman bütün bu kadar altını bir yüksüğün içine sığdırmak mümkündür. Yani bizim gördüğümüz, altın gibi en ağır bir madde dahi büyük boşluklardan meydana geliyor. “
Bendeniz fizikçi değilim bu konulardaki bilgimde, sağdan soldan merakımı cezbeden yazılardan okuduğum bilgi kırıntılarından ibaret. Ancak bunları paylaşmaktaki muradım şu ki: başta nefsim olmak üzere içinde bulunduğumuz bu çetin hayat mücadelesi, ekonomik, siyasi hırslarımız, toprak yer yurt ve menfaat kavgalarımız, ihtiraslarımız, dünya meşakkati dediğimiz bu kısır döngü içerisinde belki bir lahza tefekkür nasip olur.
Geçmişten günümüze pek az insan düşünmeye, tefekkür etmeye, anlamaya çalıştı. Çoğumuz genelde kendi sığ düşüncesini, fikrini, kültürünü bir diğerine kabul ettirmekle, dikte etmekle, hatta bazen zorla bu fikirlere boyun eğdirmekle meşguldü. Oysa yeryüzünde böbürlenerek gezen insanın makamı, malı, mülkü, ırkı, düşüncesi, kültürü ne kadar birbirinden farklı olursa olsun hep aynı hazin sona ilerlediğini görmesi çok şeyi değiştirirdi.
Eh astro fizikle girdiğimiz konuya edebiyatla bitirelim. Ne diyordu şair:
Burası dünya!
Ne çok kıymetlendirdik.
Oysa bir tarla idi;
Ekip biçip gidecektik
Henüz Yorum yok