MAHMUT ALİ CENGİZ KÖROSMANOĞLU

KIRSALDA ÇALIŞMANIN ZORLUKLARI

KIRSALDA ÇALIŞMANIN ZORLUKLARI 

Türkiye’de tarımı ilgilendiren bir sorun artık sadece köylerde yaşayanların sorunu olmaktan çıkmıştır. Artık tarımda bir mesele varsa bu şehirde yaşayanları da etkilemektedir. Kırsalda yaşanılan bir problem şehirde, köyde, ilçede, kasabada, yaşayan herkesi kısacası ülkemizi etkilemektedir. Örneğin hasat dönenlerinde kırsalda işçi bulunamadığı zaman ürünler hasat edilemiyor. Piyasaya arz eksikliği olduğu için fiyatlar yükseliyor. Bir tarafta meyve dalında, sebze bahçede çürürken, diğer tarafta pazarda ürün az olduğu için fiyatlar fırlıyor.

Kırsalda şuanda en büyük sıkıntı çalışacak insan bulunamıyor, yani işçi sıkıntısı var.

Tarımda çalışanlar 3 başlık altında toplanır.

1-Kendi adına bağımsız çalışanlar

2-Yardımcı aile efradı dediğimiz kadın ve çocuklar, bu gruba ücretsiz aile işçisi de deniyor

3-Ücretli olarak başka birinin yanında çalışanlar, bunların bir kısmı da mevsimlik tarım işçileridir.

Kendi adına bağımsız çalışanlar ile yardımcı aile efradı dediğimiz kadın ve çocuklar kırsalda çalışanların büyük bir kısmını oluşturuyor.

İş kanununa göre tarımda çalışanlar işçi olarak kabul edilmiyor 4857 sayılı kanuna göre Tarımda işçi statüsünde olabilmek için en az 50 kişi olması gerekiyor. TÜİK işgücü istatistiklerine (2022) göre, Türkiye’de istihdam edilen nüfusun %15,8'i tarım sektöründe çalışmaktadır. Toplam kayıtlı 4 milyon 866 bin kişi tarım sektöründe istihdam edilmiştir. Tarımda yaklaşık 4,5-5 milyon işi var ama yoklar. Gerçi 2012 yılında yürürlüğe giren 6331 sayılı is sağlığı ve güvenliği kanununa göre çalışan herkes iş sağlığı ve güvenliği kanununa muhataptır. Bundan da önemlisi çalışanlar kayıtışı çalışıyor. Yani kaçak çalıştırılıyor. Hiçbir sosyal hakkı yok. İşte bundan dolayı da kimse çalışmak istemiyor, çalışanlar da mecburiyetten dolayı çalışıyor. Bu insanlar ilk fırsatta da şehirde sosyal güvenceli bir işe giriyor.

Tarımda çalışan işçilerin sorunlarını herkes ezbere biliyor. İşçilerin memleketlerinden çalışacakları yerlere taşınması, çalıştıkları yerlerde barınak, içme suyu, atıklar, çevresel problemler, sağlık ve eğitim… vs bir çok problemleri var.

Mevsimlik tarım işçisi, tarımsal işgücü ihtiyacının en yoğun olduğu ekim, dikim, sulama, hasat gibi dönemlerde genellikle bir bölgeden başka bir bölgeye giden aynı işletmede yıl içerisinde belirli süre çalışan işçilerdir.

 Mevsimlik tarım işçileri, yoksul ve işsiz kesimlerin ekmek parası kazanmak için yılın her bahar döneminden güz döneminin başlangıcına kadar ülkede sürekli farklı tarım ürünlerinin hasadını gerçekleştirmek için şehir şehir gezen, emek harcayan ve sıklıkla emeğinin karşılığını alamayan bir işçi kesimidir. Sayıları 1 milyon civarındadır.

Kırsalda çalışma faaliyetinin bir zaman dilimi gerektirmesi bu kesimde daha çok mevsimlik çalışmaya sebep olmaktadır. Bundan dolayı tarım işçilerinin çalışmalarında süreklilik ve istikrar yoktur. Çoğunlukla yılın bir kısmında çalışır bir kısmında işsiz gezerler. Çalışma süreleri bağlı olarak kazandıkları gelir de istikrarsız ve düşüktür.

Tarımda işverenin işçiyi bizzat kendinin bulabilmesi ancak yöre içindelerse mümkün olmaktadır. Mevsimlik işçilerde genellikle yörelere göre   farklı isimlendirmelerle alan dayıbaşı denen bir aracı ile sağlanmaktadır. Normalde olması gereken iş veren ile işçiyi buluşturan.

Türkiye iş ve işçi bulma kurumu vasıtası ile bu işlerin yapılmasıdır. İş arayan İŞKUR’a bildirecek, işçi arayanda kurumdan iş arayanlara ulaşıp o işçilere iş verecek. Ama pratikte bu pek mümkün olmuyor meydan tabiri caizse aracılara kalıyor.

Bu aracılar iş piyasasının yoğunlaştığı dönemlerde ortaya çıkarak emek arz ve talebini karşılamakta, özellikle mevsimlik tarım işçilerinin işyerlerine getirilmelerinde ve iş verenle aralarındaki her türlü ilişkide büyük rol oynuyorlar. Tarımsal üretime herhangi bir katkıları olmayan bu aracılar iş ve işçi bulma gerekçesi ile tarımsal üretimden pay almakta hem işçi hem de işveren için büyük külfet oluşturmaktadırlar. İşe yerleştirme sırasında hem işçiden hem de işverenden para almaktadırlar. Kış aylarında işçiye avans vererek yaz aylarında adeta boğaz tokluğuna çalıştıran bu aracılar tarım kesiminde işe yerleştirme faaliyetlerinin hemen hemen tamamını üstlenmişlerdir.

Tarım doğası gereği ağırlıklı olarak insan emeğine dayanan ve tabiatla iç içe olan bir iş alanıdır. Tarımsal faaliyetlerde çalışmak gerçekten de çok zordur. Şartlar çok ağır ve çalışma süreleri çok uzundur.

Tarım sektöründe sabah 8 akşam 5 olayı yoktur. Mesai gün doğunca başlar, akşam kararıncaya kadar devam eder. Bunun böyle de olması gerekiyor, tarımın kendi iç dinamiklerinden dolayı, bu böyledir…

Peki bu kadar yoğun çalışmanın karşılığı alınabiliyor mu, esas sorun burada…Hafta sonu, bayram tatili cenazesi, sosyal aktivite arası yok tarımda. O hayvan senin düğününe cenazene bakmaz, mecbur doyması lazım. Çalışma ortamı genellikle de kapalı ortamda olmadığı için, çalışma ortamı ya çok soğuk veya çok sıcak, yada yağışlı olabiliyor. Bu da kırsalda yaşayan insanları çok yıpratıyor ve çabuk yaşlandırıyor. Bu insanların yaşam standardı çok düşüktür hem ücret, hem, beslenme hem de barınma olarak.

Tarım işçisinin pazarlık güçleri yoktur ücret anlamında. Köy yerinde alternatifi yoktur, mecbur o işte çalışmak zorundadır. Beslenme için, yemek yapmaya zamanı yoktur, pratik ne varsa onu yer, işten dolayı uzun uzun yemeğe zaman ayıramaz...

Bitkisel üretimde özellikle çalışma zamanları belli dönemlerde çok yoğunlaşır, dolaysıyla o işi yetiştirmek zorundadır. Bunun içinde yemekti, keyifti bunlara ayıracak zamanı yoktur.

Özetle Kırsalda yaşamak zahmetlidir ve çok çalışma gerektirir.  Hayvanlara ve bahçeye bakmaktan yakacak odun ayırmaya ve garaj yolunuzdan kar küremeye kadar her zaman yapılacak bir iş vardır. Benim babamın bir sözü vardır: “Köyde iş bitmez” der.

Kırsalda hayat dışardan göründüğü gibi cazip falan değildir, zorlukları vardır. Sadece işi köyde olanlar için iş imkanı ve zorlukları vardır kırsal yaşamın. Eğer ek işiniz ve emekli de iseniz sıkıntınız olmaz elbette.

Sağlık imkanları sıkıntılıdır. Şehir merkezine uzak olduğundan mütevellit, doktora git, gel zaman alıyor tabii. Bir de takibi gerektiren kronik bir rahatsızlığınız varsa bu sıkıntı katlanıyor elbette.

En önemli sorunlardan biri de eğitimdir. Ben köy çocuğuyum, bunu bizzat yaşadım. Eğitim imkanları olmadığı için hep yatılı okullarda okumak zorunda kaldım. Çiftçiler genelde bu yaşam şartlarının ağır olduğundan dolayı çocuklarını hep okuturlar, bütün güçlüklere rağmen.

Sosyal alanlar ve kültürel ortam yoktur. Daha doğrusu çiftçinin buna zamanı da pek yoktur. Kış aylarında da bu ortam bir nebze olsa köy kahvehanelerinde giderilir ama şehir yaşamındaki o canlılığı karşılayamaz elbette.

Şehirde olan hizmetler köylerde yoktur. Bir eczane yada alışveriş merkezi hizmetinden mahrumsunuzdur. Hadi bugün akşam dışarda yiyelim demek için bir restoran, cafe vs. yoktur.

Bir alet-ekipman, ev gereci bozulduğuna da tamirciye ulaşmanız zordur, şehir yaşamındaki gibi elinizin altında değildir yani.

Ulaşım noktasında köy yolları, şehir içi yollar kadar bakımlı olmayabilir ve kışın kar ve buzla uzun süre engellenebilir. Toplu taşıma çok sınırlıdır, çoğu yerde yoktur.

Bizim sosyal medyada gördüğümüz, doğal hayat, yeşillik, oksijen, organik beslenme falan değil de kırsalda yaşam. Bunlar var elbette. Ama gerçekten de yaşam şartları çok ağır.

Şehirde yaşayıp daa doğal hayat, yeşillik, oksijen, organik beslenme falan deyip köy hayatına özenenler, inanın o şartlarda 10 günden fazla yaşayamazlar. Şehirde yaşayanları köye çekmek için bir çabamız olsun elbette. Şehirde yaşayanları köye döndürmek için bunlar yeterli değil sadece. Kazancının iyi olması lazım, sosyal şartları ve sosyal güvenceyi vs. sağlamak lazım.

Nasrettin hoca fıkrasında olduğu gibi kırsalda yaşayanlarda bir şehir ortamının rahatlığı, kolaylığı, sağladığı imkanları kastederek “şu kepçeyi ver, biraz da biz ölelim”, derlerse şehirde yaşayan insanların hali ne olur acaba? Fıkra şöyle;

Soğuk bir kış günü Nasrettin Hoca misafirliğe gider. Ev sahibi sofraya büyük bir kase dolusu çorba koyar. Kendisi eline bir kepçe alır. Hoca’ya ise küçük bir kaşık verir. Çorbadan içmeye başlarlar.

Ev sahibi sıcak çorbayı koca kepçeye doldurur.

– Oh, Allah’ım öldüm!… Bu ne güzel çorba. Oh öldüm, öldüm, diyerek içerken bizim Hoca bir türlü karnını doyuramaz. Sonunda dayanamayarak elindeki kaşığı ev sahibine uzatır.

– Kardeşim, şu kepçeyi ver, biraz da biz ölelim, der.

Yapılması gereken kırsalda yaşayanlarda bir şehir ortamının rahatlığı, kolaylığı, sağladığı imkanları kastederek “şu kepçeyi ver, biraz da biz ölelim” demeden önce kırsalda yaşayanları öncelikle orada tutmak lazım, bunun için şartları sağlamak gerekiyor, teşvikler, destekler vs ile..

Kırsalda hem yaşama şartları zor hem de çalışma şartları çok zor. Orada yaşayan insanlara değer verilmeli… Ekonomik anlamda kazanmaları sağlamalı… Kırsalı cazip hale getirmek gerekiyor. Yoksa kepçeyi almaları an meselesi…

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri