AV. FEVZİ KONAÇ

Şehitler Ayı... Boğaziçi... İskilipli Atıf Hoca !!

ŞEHİTLER AYI… BOĞAZİÇİ… İSKİLİPLİ ATIF HOCA!!

Şubat ayı yine tansiyonu yüksek tartışmalarla geçiyor. Bizim için nice güzel insanların ahiret yurduna göç ettiği Şehitler ayı. Kimini hatırlıyor kimini ise es geçerek aziz hatıralarına hürmetsizlik ediyoruz. Bizim için baş tacı edilecek bu güzel insanların, birileri tarafından hain olarak nitelenmesi ve ölüm yıldönümlerinde arkalarından hakaret edilmesi canımızı yakıyor. Bazen düşünürüm. Bu toprakların değeri olan bu insanlar üzerindeki bu iki ayrı kutuplaşma neden var. Bizim kahramanlarımız, neden bazılarının hain listesinde yer alıyor merak ederim. Tarih ve Şuur başlığında bu konuların konuşulduğu sohbetler yapıyoruz. O derslerde sık sık vurguluyorum. Bu ülkenin tarih sicili bozuk. Cumhuriyetin ilanından sonra yeni rejim yer tutabilmek ve kabullenilmek için bir tercih yapmış. “Geçmişi yok saymak ve olabildiğince milletin gözünden düşürebilmek adına kötülemek.” Bu kutuplaşma o gün bugün devam ediyor. Aradan geçen yüz yıl içinde bu tercihe hizmet eden iç ve dış figürler olmuş. Batı ve onun içerdeki işbirlikçileri, ellerindeki bütün imkanlarla olabildiğince katkı sağlamışlar bu sürece. Eğitimde kitaplar, eğitimciler, basın yayın hoyratça kullanılmış, bir kısım okullar bu iş için adeta tetikçi yetiştirmiş. Köy enstitüleri ve özel eğitim kurumları militan tipler mezun etmiş. Bu adamlar eliyle birkaç nesil savrulmuş, geçmişine ve inancına düşman olmuş/edilmiş. 

Uzağa gitmeye gerek yok hala canlı olarak gözümüzün önünde yaşanmaya devam ediyor. Bu milletin kutsallarına ve inancına saldıracak kadar gözü dönmüş tipler, sapkın talepleri için Boğaziçi’ni üs olarak kullanıyorlar. Genelleme yapmadığımı ve dışarıdan müdahaleleri göz önüne aldığımı belirtmek isterim. Boğaziçi’nden bahsetmişken bir alıntı yaparak meramımı pekiştireyim.

Tarihçi Yazar Mustafa Armağan diyor ki;

"Cumhuriyet tarihinin özeti şudur; Müslümanlar sakal, cüppe, başörtüsü gibi silahlarla bastırılırken "Boğaziçi Kafalı" (İngiliz istihbaratından Arnold Toynbee'nin verdiği akıl doğrultusunda) bir "yaratıcı (!) azınlık" Müslüman çoğunluğun tepesine oturtulmuştur.

70 yıldır verilmekte olan mücadele, çoğunluğun veya cumhurun o azınlığı Cevdet Paşa'nın deyişiyle "Seretan İlleti"ni yani bünyeyi sarmış bulunan kanseri kesip atma gazasıdır.

Böyle biline. Boğaziçi bir sembolüdür sadece. Ayasofya'nın bir başka sembol olduğu gibi...!!"

Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmeden, 1863'te Robert Kolej olarak eğitime başlayan bu okulun mezunlarından büyük çoğunluğu, Balkan Savaşları'nda Osmanlıya karşı bölge halkını isyana ve ayaklanmaya teşvik eden örgütlerin liderleri olarak görev yaptılar. Balkan hezimetinin altında kendi coğrafyamızda bize düşman olarak yetiştirilen nesillerin eli/ayağı var. O gün bugün bu okul getto olarak macerasına devam ediyor dostlar. Bu zihniyet savaşı semboller üzerinden, kişiler üzerinden, kavramlar üzerinden hala sürüyor.

İşte bu topraklarda bu sinsi savaşta; İslam'a açıkça küfür edemeyenler, “ben Müslüman değilim” diyemeyenler, açıkça İslam’a karşı çıkamayanlar İslam'ı baş tacı etmiş, İslam'ın kahramanları güzel insanlara, alimlere, İslam'ın müesseselerine düşmanlık eder, küfreder, hakaret eder, aşağılarlar. Geçmişle ve İslam'la koparılan bağın yeniden inşa edilmesine ölümüne karşı dururlar. Nüfus cüzdanlarında Müslüman yazdığı için direkt inkar edemezler ama hayatlarında İslam'ın hiçbir ibadeti yoktur, kokusunu hissedemez, izini göremezsiniz. Uydurdukları yalan tarihle İslam'a, maneviyat eri şahsiyetler üzerinden kin ve nefretlerini kusarlar. Bunu yaparken inananlara karşı güçlü olabilmek için kendi icat ettikleri tabulardan kimi zaman Atatürk'ü, Kemalizm’i kutsarlar, kimi zaman ise Milli Mücadeleyi, devrimleri kutsarlar, arkasına sığınırlar. Bu kin ve nefretten kimi zaman Sultan Fatih, Yavuz Selim, Kanuni kimi zaman Abdülhamit Han, Sultan Vahdettin, kimi zaman ise İskilipli Atıf Hoca, Esat Erbilli, Şeyh Sait, Bediüzzaman nasibini almıştır, kimi zaman Ayasofya.

Bu yolla kendi saltanatlarının sahte kahramanlarını yüceltmek ve putlaştırmak isterler. Bu mücadelede son yıllara kadar da başarılı olmuşlar. Bu ülkenin mütedeyyin, inanan insanlarını baskıyla ve zulümle susturmuşlardır. Bugün katlanamadıkları ve çılgına döndükleri husus ise, İslam'ın gözde şahsiyetlerinin, tarihimizin güzel insanlarının ve inancımızın müesseselerinin yeniden baş tacı ve ihya edildiği günlere dönüş emarelerini/izlerini görmeleridir.

4 Şubat İskilipli Atıf Hoca'nın idamla şehadete koştuğu gündür. Çorum Valimiz ve şehrin protokolü Atıf Hoca’nın kabri başında hatim duası yaptı diye günlerce “vatan haininin kabrinde cumhuriyetin valisinin ne işi var” diye zıp zıp zıplayanları ibretle izledik. Buradan yaptığı açıklamayla tarihi gerçekler üzerinden yüreklerimize su serpen Çorum Valimiz Mustafa Çiftçi Bey’e dualar ediyorum. Detaya girmeden o tarihi gerçekliğe dair birkaç kelam etmek boynumuzun borcudur. Bilinmesi gerekir ki; idam kararı verilen yargılamada savcı aslında 3 yıl ceza talebinde bulunmuştur. İstiklal Mahkemelerinin meşhur hakimleri (cellatları) Kel Ali, Kılıç Ali ve Reşit Galip yargılama sırasında öyle sorular sorarlar ki, niyet baştan bellidir; 

“Tüm mütedeyyin halka korku salmak için kurban lazımdır.”

Düzmece iddialar, sahte belgeler, dinlenilmeyen savunmalar, dikkate alınmayan önceki beraat kararları ve nihayetinde verilen idam cezası. Sol cenah Türkiye'deki adalete, yargılamalara hiçbir zaman itibar etmemiş, verdiği kararlara bugün dahi güvenmemiştir. Bunun birkaç istisnası vardır. Bunlardan biri de İstiklal Mahkemelerinin verdiği düzmece kararlardır. O kararlara çok güvenir ve hatta infazlardan sonra yazılan o sahte karar ve belgeleri iddialarını ispat için kullanırlar. Çünkü o dönem acımasız ideolojilerinin kurbanları mütedeyyin Müslümanlardır. Bu kitleye ne yapılırsa yapılsın zaten hak etmişlerdir. (!) Vicdan yapmazlar çünkü aksi davranırlarsa kokuşmuş zihniyetleri deşifre olur, taptıkları sistem ve şahıslar çöker. Aslında ne adalet kaygıları vardır ne de adalet ahlakları. Sadece o sahte mahkeme kararlarının arkasına sığınarak, mütedeyyin insanlara yapılan zulmün görülmesine engel olmak kaygısı taşırlar.

O yüzden Yalan Söyleyen Tarih Utansın diyerek gerçekleri bilmek ve kanlı kokuşmuş elleri tanımak ve tanıtmak gibi bir vebalimiz vardır. Bunu yapabilmek için tarihimizin kahramanlarına sahip çıkabilmek adına… kardeşlerime çağrı yaparak sesleniyorum; ne olur iri olalım, diri olalım, bir olalım. İzzetimizi bir daha çiğnetmeyelim. Milli kimliğimizin unutturulduğu o acı tarihi günlere geri dönmeyelim. Bölünerek, bu artniyetli insanlara bize yeniden zulmetmeleri için fırsat vermeyelim... ne olur...!!17/02/2021

Kalemin ve bilginin sahibi Cenab-ı Hakk’a hamd ile……

Memleket Gazetesi  Köşe Yazısı  Şubat 2021

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri