AV. FEVZİ KONAÇ

Deprem - Görünmeyen Devlet - Millet Olma Şuuru !!

DEPREM - GÖRÜNMEYEN DEVLET - MİLLET OLMA ŞUURU !!

Daha bir hafta önce Elazığ ve Malatya’ya gitmiştim. Cihannüma Derneği’mizin bölge toplantısı için Elazığ’da bir kaç il teşkilatımızla bir araya gelmiş ve hasbihal etmiştik. Ne güzel kardeşlerimiz var diyerek Harput’a çıkmış, soğuk ve kar yağışlı bir havada şehri tepeden izlemiş, dostlarımızın sıcaklığını iliklerimize kadar hissetmiştik. Vedalaştık ve yola düştük, ama ne yol. Sabah Elazığ’a gelirken bahar havası hakimken, dönüş yolunda ise aralıksız kar yağışı ve tipi vardı. Araç lastiklerimiz kışa pek uygun olmadığı için yokuşta kalırız telaşıyla Kayseri’ye döndük. O gece bu ruh haliyle yol alırken kimi zaman süratimiz 40/50’lere düştüğünde, yolu kar kaplayıp göz gözü görmeyen tipinin arasında, karayollarımızın kar küreme aracının yanıp sönen siren ışığı ile birden önümüze düşmesi bize büyük moral oluyordu. Önümüzde yolu açarken, arkasına takılarak gitmek ne büyük güven ve mutluluktu. Çocuğun tehlike anında babasının arkasına sığındığında duyduğu o güvende olma hissi gibi güzeldi. Aralıklarla trafik polislerimizin yol kontrolünde olması, jandarma çevirmeleri ve ilçelerden geçerken her ilçe belediyesinin karla mücadelesi yoldaki stres ve korkumuzu azaltan ne güzel çalışmalardı.

Elazığ’dan Dönerken Görünmeyen Devlet!

Geç saatte eve vardığımda, aslında rutin şeyler olduğu için biz vatandaşların hissetmediği bir duyguyu, o gece zorlu seyahatimizde iliklerime kadar hissetmiştim. Arkamızda hiç farkında olmadığımız büyük bir Görünmeyen Devlet vardı. Her an canlı, diri ve ihtiyaç anında hemen yanıbaşımızda. Neden? görünmeyen dedim. Hizmetine ve varlığına o kadar alışmışız ki, eğer sabah yola çıksaydık, muhtemelen, gece devletin yollardaki mücadelesini hiç görmemiş olmanın duygusu ile her daim, her şey güllük gülistanlıkmış gibi algılayacaktık. O gece bunları tek tek gözlemlerken, büyük bir devletin gölgesinde yaşadığım için Allah’a binlerce kez hamd ettim. İktidarlar gelip geçer, idareciler değişir ama devlet aynı devlet olarak, her zaman bizimdir ve bu devlete sahip çıkmak bizim asli görevimizdir.

Bu duygumu paylaşmak adına ve özellikle bu rutin işleyişin farkına varılması için bir yazı kaleme alacakken, yine Elazığ ve Malatya’da yaşanan deprem içimizi yakan bir gündem oluşturdu. O gece Elazığ’da sarılıp ayrıldığımız kardeşlerimi ve yıkılan evlerdeki kardeşlerimizin durumunu içim acıyarak ve endişe ile takip ettim. Devletimiz tüm birimleri ve milletimiz bütün cüssesiyle adeta tek yürek olarak bu iki ilimizin yaralarını sarmak üzere yollara düşmüştü. Ara ara sitem ettiğimiz, kimi zaman beğenmediğimiz için eleştirdiğimiz, enflasyon beklentimizi karşılamadığı için sayıp döktüğümüz, emekliliğimizi ertelediği için mitingler düzenlediğimiz (haklı gerekçelerimiz olmakla birlikte, çoğu zaman iktidarla devleti karıştırdığımız)  o “Görünmeyen Devlet” iş başındaydı. AFAD, Kızılay, UMKE, Sağlık Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı, Belediyeler kısa zamanda bu illerimize ulaşarak yaraları sarmaya başladı. Devletimiz orada, Cumhurbaşkanımız orada idi. Dernekler, Vakıflar, Sivil Toplum Örgütleleri, Yardım Kuruluşları kardeşlerinin ihtiyacı için seferber olmuştu. Battaniyeler, sobalar, ekmek tırları yola düşmüştü. Her bir enkazın başında yüzlerce vatandaşımız, canlı bir tek kişiye ulaşmanın heyacanı ile adeta elleriyle kuyu kazıyorlardı.

Eleştirdiğimiz Yollar... Havaalanları... Şehir Hastaneleri!

Görünmeyen devletin icraatları; yolların güzelliği, havaalanlarının yapılması, ambulansların sayıları ve güçlü hastaneleri ile devreye girmişti. Bir hafta önce Harput’tan Elazığ’a bakarken aslında işleyişi ile ilgili herkesin eleştirdiği Şehir Hastanesi’ni görmüştük. O gece deprem haberlerini izlerken, Elazığ’ımızda yapılan Şehir Hastanesi için içim içime sığmadan çok sevindim. Binlerce yaralıya hizmet etme ihtimali, oradaki kardeşlerim adına beni teskin eden sebeplerden biri oldu. Malatya’nın ulaşımını kolaylaştıran çevreyolu bulvarları, alt/üst geçitlerle donatılmış yolları, sağlık hizmetleri adına üniversite hastaneleri bu acı imtihan içinde devletin olması gereken yerdeki güzel hizmetleri millet olarak yaraların sarılmasında umudumuz oldu. Olmasına oldu da, şunu da demeden edemiyorum. Ne garip ülkeyiz değil mi? Deprem oldu ve devletinden, milletine herkes Elazığ ve Malatya için seferber oldu. Allah bu güzel hasletimizi elimizden ve yüreğimizden almasın. Ama can yakıcı olan şey şu ki; depremin yaralarını sarmada gösterdiğimiz performansı, depremin yara vermemesine dair alacağımız tedbirlerde gösteremiyoruz.

Suriye’li Minik Erva’yı Isıtamadık Ama Elazığ’lı Erva’lar Üşümesin!

Evet zor zaman. Anadolu yeryüzünde acı çeken hangi kardeşine yanacağını şaşırmışken, bir imtihanı da kendi topraklarında yaşıyor. Aylardır Doğu Türkistan’a ağlarken, elimizden bir şey gelmediği için hüzünlenirken, sınırımıza dayanan yüzbinlerce İdlip’li kardeşimiz karın, yağmurun, çamurun içinde soğukla imtihan olurken, minik Erva anne ve babasını kaybettiği için sahipsiz kalmış, gece soğukta donarak vefat edince acımıza acı katmıştı. Minik Erva’yı ısıtamamıştık. Zalimlerin bombalarından kaçan insanlar soğuk ve açlıkla karşı karşıya kalmıştı. Devletimiz ve milletimiz bu insanlara çadır ve bir göz bile olsa ev yapmak için canhıraş koştururken, bu gayretleri eleştirenler, acının bizim de kapımızı çalabileceğine şahitlik ederken ne düşünüyorlar çok merak ediyorum. Allah’a bin şükür ki, Elazığ’daki üşüyen Erva’lara ulaşan devletimiz ve milletimiz var. Bu yüzden en ihtiyaç duyduğumuz anda yanımızda olan devletimizin varlığına sahip çıkmak, olmazsa olmazımızdır.

Manevi Depremler... Maddi Depremler... Millet Olmak Şuuru!

Milletimiz, mazlumun kimliği sorulmaz ilkesiyle, yaşanan bir takım ayrışmalara zerre kadar prim vermeden Elazığ ve Malatya’da kardeşleri için millet olmanın en güzel örneklerini sergiliyor. İçimden geçeni dillendirmek adına şöyle diyorum. Millet olarak birbirimize sımsıkı sarılmak, ekmeğimizi bölüşmek, üşüyen kardeşimize battaniye olmak, bir kaşık sıcak çorba ikram etmek velhasıl karşılıksız, ayrıştırmadan sevebilmek ve derdine ortak olabilmek için illa deprem mi olmalıydı? Bu acılar bize ders olmayacaksa daha ne olacak? diyerek hayıflanıyorum. Sorgulamamız gereken çok şey var ama depremlerden sonra sadece bina güvenliğimiz veya inşaat kalitemiz sorgulanmaz. İnsanlığımız da sorgulanır. Hamdolsun milletimizin büyük çoğunluğu insanlık imtihanını kazandı. Küçük bir kısmı dıştan insan gibi görünüpte, içten yaşadığı insanlık depremiyle çoktan yıkılmış ve enkaz altında kalmış ne yazık ki. Ama gördüğüm o ki; MANEVİ DEPREM'lerin bozduğu millet olma şuurumuzu, MADDİ DEPREM'ler tedavi ediyor, bizi yeniden kardeş kılıyor sanki. Tablo ne yazık ki bu. "Her şerde bir hayır vardır" bu olsa gerek.

 

Son olarak ifade etmek isterim ki; depremin bir kaç tesellisi de;
Sığınacağımız bir Rabb'imizin... Sahip çıkan bir Devlet’imizin... Yıkılan binamızın başına gelip... "Kimse Var mı?"diye seslenen merhamet sahibi bir Millet’imizin olmasıdır. ELHAMDÜLİLLAH!!  26.01.2020

 

 

 

 

 

1 Yorum

Hikmet

Hikmet

27 Ocak 2020
Başkanım;enfes bir yazı olmuş,kaleminize ve kelâmınıza sağlık..

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri