AV. FEVZİ KONAÇ

Yahya Ağa ve Arkadaşları Bize Sesleniyor!!

Yahya Ağa ve Arkadaşları Bize Sesleniyor “ Şartlara Teslim Olmayın”

Milletimizin zaman zaman yaşadığını düşündüğüm kimlik bunalımlarına şahitlik ettikçe, züğürt tesellisi için mi? bilmem ama hemen tarihin serin sularına dalarak rahatlamak gelir içimden. Ülkemin eski hali ile yeni durumunu mukayese ederken, bir yanım acır ama diğer yanım neden tekrar olmasın? der çoğu zaman. Olur olmaya da, bunun için o eski aşka, imana ve yüreğe sahip bir neslin yetişmesi ve bütün ipleri eline alması gerekir diye düşünürüm.

Bölgemizde yaşanan güncel siyasi çatışmaları izlerken ruhum ara ara tarih sayfalarına yolculuk eder. Eksiği ile hatası ile bize ait olan şanlı tarihimiz hep büyülemiştir beni. Bu ruh halinden hareketle bu yazıda sizi tarihte bir hikayeyi beraberce düşünmeye davet ediyorum. Tarihimiz yok saymakla yok olmadığı gibi tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun size aktardığım hikayenin sonunda  “Unutmayın, tarih de şehitler gibidir. Ölü zannedersiniz ama dirilir her hatırlayışta, her duada ...” dediği gibi, diri bir tarihin yeniden ayağa kaldırılmasına dair gayretimiz gerekiyor.

Ancak Bedel Ödemeyi Göze Alanlar Destan Yazabilirler!

Hikayede bir yanda teslim olarak peşinen yenilgiyi kabul edenler ve adı bile hatırlanmayarak unutulanlar, diğer yanda ise şehadet karşılığında cenneti satın alarak, tarihe altın harflerle adını yazdırıp, düşmanın bile saygısını kazananlar. Sizlerle paylaşacağım hikayede o gün orada olsaydınız, kimin yanında saf tutmak isterdiniz? diye soracağım. Yazının sonunda kalbinize bu sorunun cevabını vermesini istemenizi rica edeceğim. Kalede kalanlarla mı? Yoksa ödeyecekleri bedeli hiç düşünmeden, düşmanın üzerine şimşek gibi atılıp Şehid olanlarla mı?

İnanıyorum ki; bizi kıyamete kadar bu topraklarda var edecek ruh, bu sorunun cevabında gizlidir. Millet olarak etrafımız yangın yerine döndürülmüşken, ateşe teslim olmakla, ateşten adam almak için ateşe dalmak gibi bir yerde duruyor ülkemiz. Biz büyük bir milletiz ve tarihte ateşe dalmak konusunda gözümüzü kırpmadığımız destanlarımız var bizim. Bunu gençliğimize, bu hikaye ile aktarmak isterim. Hikaye şöyledir;

Siz Yahya Ağa ve Arkadaşlarını Hiç Duymuş Muydunuz?

“O sabah Macaristan'daki Istolni Belgrad kalesinde tanyeri bir türlü ağarmak bilmiyordu. Dokuz er, abdest alacak su bulamadıkları için teyemmümle kıldıkları sabah namazından çıkışta, ellerinde meşaleler tutan arkadaşlarının boyunlarına sarılıyordu teker teker. Helallik dileyen dillerine, gözyaşının tuzu karışıyor, günlerdir yıkayamadıkları yüzlerinde, sakallarına doğru ıslak iki çizgi iniyor, düşen damlalar toprağın tenini sızlatıyordu.

 Lakin ağlayanlar o dokuz kişi değildi. Onlar bilakis yüzlerinde tunçtan bir ifade, kendileriyle göz göze gelmemeye özen gösteren muharip yoldaşlarını teselli ediyor, metin olmalarını istiyorlardı. Gidenler kendileriydi ama kalanlar ağlıyordu. Pastırma yazı gibi bir sıcak yakıp kavuruyordu Macaristan ovalarını. İşte nihayet güneş, ıslak gözbebeklerine karşıki dağın üzerinden ilk mızraklarını göndermeye başlamıştı. Tek söz, tek bir söz kalede bir uğultu halinde duyuluyordu artık: "Allah'a emanet olun kardeşlerim."

Güneş bir mızrak boyu yükselmiş ve kale komutanı, nöbetçilere kapıyı açmalarını emretmişti. İstolni Belgrad kalesinin devasa kapıları gıcırtıyla açıldığında, dokuz atlı askerin bir yay gibi gerilmiş bedenleriyle karşılaştı düşman ordusu. Atlarını ağır ağır dışarı sürdüler, biraz sonra kapının arkalarından sürgülendiğini ve demir mandalın yerine yerleştiğini duydular. Kalede kim varsa herkes surlara tırmanmış, tarihin çıldırdığı bu ana tanık olmak için sabırsızlanıyordu.

 Başlarında Budin'in yeniçeri ağası bulunuyordu. Kendisine "Adem ejderhası" adını takmıştı arkadaşları. Yahya Ağa olan asıl ismi ancak resmi yazışmalarda kullanılıyordu. Kuşatılan kaleye yardım için koşup gelmişti yanına aldığı birkaç 'deli'yle birlikte. Ne ki, geleli daha bir hafta bile olmadan, kalenin sarnıcındaki suyun tükenmesi, bütün planlarını alt üst etmiş, demir kuşaklı cihan pehlivanlarını mecalsiz bırakmıştı. Güneşin tepelerinde kazan kaynattığı anlarda kuyuların mermerlerindeki nemi yalayarak hararetini gidermeye çalışanlar bile görülüyordu. Girdikleri savaşların sayısını unutan askerler, surlarda bir süre cenk ettikten sonra yere yığılıyor, bayılacak hale geliyorlardı.

 Peki bunun sonu nereye varacaktı? Ya kaleyi teslim edecekler ya da susuzluktan kırılacaklar mıydı? 10 bin askerin savunduğu bir kaleyi teslim etmekten ar duyuyordu İstolni Belgrad komutanı. Ama Almanlar kaleyi düşürünce kuyu başlarında kıvranan zavallı bahadırlar bulması daha mı onurlu bir manzara olurdu?

İlk teklif, düşman komutanından gelmişti. Kaleyi 'vire' yani yenilgiyi baştan kabul etme ile teslim ederlerse hiçbirinin kılına dokunulmayacak, eşyalarıyla birlikte çekip gitmelerine izin verilecekti. Danışıldı, konuşuldu, tartışıldı ve barış görüşmesi yapmak için bir heyetin kaleye gelmesine karar verildi. Bunun için iki Osmanlı askeri Almanlara rehin verilecek, buna karşılık iki Alman askeri de kaleye alınacaktı. O zamanlar bir tür garanti anlamına geliyordu bu değiş-tokuş.

Ya Teslim Olunacak Ya da Şehadete Koşulacaktı!

 Heyet gelmiş, görüşmeler yapılmış ve 'vire' ile teslim şartları üzerinde mutabık kalınmıştı. Görüşmelere Budin Yeniçeri Ağası olan Adem Ejderhası da katılmış ama misafir olduğu için komuta kademesinin işlerine karışmamayı tercih etmişti. Anlaşma imzalandı. Ertesi sabah kale teslim edilecekti. Lakin o zamana kadar ağzını açmayan Yahya Ağa, tam bu sırada söz aldı ve od düşürdü meclise:

 "Kusura bakmayın, siz kabul edebilirsiniz ama ben sadece şahsım adına bu 'vire'yi kabul etmiyorum. Başımı eğmiş, önüme baka baka kaleyi düşmana bırakıp gidemem ama kalede kalıp susuzluktan köpek gibi de ölemem. Yarın sabah önce ben tek başıma kaleden çıkacak ve düşmanla savaşacağım. Vire anlaşması, ancak benim mukadderatım belli olduktan sonra yürürlüğe girer. Tamam mı?"

 Meclise bir meteor düşmüş gibi oldu. Alman heyeti, garip sözler sarf eden bu iki metre boyundaki adamın ağzından çıkanların tercümesini dinliyor, kale komutanı ise başını eğmiş, trajedisinin, başka hangi burçlara savrulacağını bilemediği satırlarını alnının kırışıklıklarıyla yazıyordu. Ama gerçek taş gibi ortadaydı: Yahya Ağa, ta Budin'den yardımına koşup gelmiş bu 'Adem ejderhası', “Ben çıkacak ve tek başıma düşmanla savaşacağım” diye diretiyordu. Onun bu çıkışı, etrafındaki adamları da etkilemiş ve sekiz yiğit daha, ölene kadar onun yanında olduklarını haykırmışlardı. Göz kapakları kelebek kanatları gibi açılıp kapanıyor ve anlaşmaya bir madde daha ekleniyordu: Bu anlaşma, Yahya Ağa ve sekiz arkadaşı kaleden çıkıp savaşlarını bitirdikten sonra yürürlüğe girecektir.

Ölüm Kaçınılmazken Kalenin Kapısına Çıkmak Yürek İster!

 İşte şimdi kalenin kapısı önünde, düşman ordusunun karşısındaydılar. Kaleden yanlarına aldıkları 500 tane demir okun bir tanesini dahi zayi etmeden etraflarını bir demir duvar gibi çevirmiş bulunan düşman askerinin üzerine boşaltıyorlardı. Her bir ok, çift kat zırhları bile deliyor, Alman askerlerinin kalplerini, ciğerlerini paralıyordu. Çember giderek daralıyor ve okları tükeniyordu. Oklar biterse, kılıçlar devreye girerdi. O dokuz er, bu defa kılıçlarını çekip tam 40 bin askerin içine çılgınca daldılar. Ya vuruşarak safları yaracaklar ya da şehit olacaklardı. Alman komutanların hayret ve hayranlık dolu bakışları önünde, dokuz koldan safların arasına dalan erlerin attığı sayhalar burçlarda yankılandı, yankılandı ve sonunda bir telin kopması gibi aniden kesildi. Budin Ejderhası'nın kolları budanmış, gövdesi yerde yatıyor, son kez gözlerini açtığında başında birikmiş elleri mızraklı ve kılıçlı askerleri değil, hatta artık tepesine çökmüş güneşi de değil, Canan'ını seyrediyordu.

 Olanları kaleden ağlayarak seyredenler, utançlarından başları önlerine eğdiler ve çıkıp gittiler. Arkalarına son bir kez baktıklarında, Alman komutanın, bu muhteşem dokuz yeniçerinin cenazelerini toplattığını ve saygıyla eğilmiş sancakların önünden geçirterek kalenin yakınlarındaki bir tepeye törenle gömdürdüğünü gördüler.”

 Ya o dokuz er, 90, 900, 9000 er olarak çıksaydı kapıdan. Önlerinde kim durabilirdi dersiniz? 
Kaleyi 'vire' ile düşmana terk edenlerin yüzleri ise silik bir hatıradır şimdi. Ve o dokuz kişinin bize anlattığını hangi kütüphaneler hangi okyanuslarda yıkansa anlatabilir ki? Onlar, zamanın zincirlerini kıranlar kafilesine katıldılar. Ne çare ki, tarihlerimizin zincirlerine vuruldular bu defa. Istolni Belgrad'ın yamacındaki tepeden ses veriyor çölümüze: - Unutmayın, tarih de şehitler gibidir. Ölü zannedersiniz ama dirilir her hatırlayışta, her duada.

(Reşat Ekrem Koçu, "Estonibelgrad Kalesinin Dokuz Fedaisi”)

Unutulan ve Unutturulan Tarih, Aslında Şehitler Gibi Diridir!

Unutulan ve unutturulan şanlı tarihimizin destansı sayfalarını aralamak, Yahya Ağa ve arkadaşlarına borcumuzdur. Kaleyi, teslim olarak terkedenleri kimse hatırlamıyor şimdi. Ama Yahya Ağa ve yiğit sekiz er, kalenin hemen yanındaki tepede, aradan 500 yıl geçmiş olmasına rağmen, cennetteki köşklerini seyrederek, bizlerin Fatiha’sına mazhar olmanın şerefini taşıyorlar. Evet, sizde bu hikayede yeriniz neresi? kalbinize sorun. Ve cevabınız bizim geleceğimizdir bu coğrafyada, bunu asla unutmayın. Bu hikayeden hareketle kimi zaman bizim bulunduğumuz kaleleri terk etmemiz isteniyor. Uluslararası hukuku ve askeri güçlerini silah olarak kullanıp, kimi iddialarımızdan ve haklarımızdan tıpkı o günlerdeki gibi baştan yenilgiyi kabul edip “vire” ile teslim olmamızı istiyorlar. Suriye’de ne işiniz var, Libya’ya neden gidiyorsunuz diyorlar. Bir kısım sesler, tıpkı İstolni-Belgrad Kalesindeki teslim olmayı teklif edenler gibi susmayı ve şartlara teslim olmayı teklif ediyorlar. Ama öyle zamanlar var ki, bedel ödemeye razı olmadan, sınırlarınızın dışına çıkmadan tarih yazamıyorsunuz. Destanlara konu olamıyorsunuz. Yahya Ağa ve arkadaşları onursuzca teslim olmak yerine, tarihe şehadetle not düşmeye talip oldular. Cennete gülümsemeyi, başları önde teslim olmaya tercih ettiler. Kale komutanı ve kaçanları kimse bugün hatırlamıyor ama aradan 450 yıl geçtikten sonra mücahitlere Fatiha’lar okunuyor. Evet... ders çıkarılan tarih canlıdır ve size her duada adamlık ve kahramanlık fısıldar. Ama bu sesi sadece şuurlu kulaklar duyar. 08/01/2020

2 Yorum

Bayram Çolak

Bayram Çolak

09 Ocak 2020
Fevzi Başkan'ım ; Ateşten adam almak için Âdem'lerden o dokuz erden biri olduğuna şahitim ... Kalenin dışındasın Allah

Bayram Çolak

Bayram Çolak

09 Ocak 2020
Fevzi Başkan'ım ; Ateşten adam almak için Âdem'lerden o dokuz erden biri olduğuna şahitim ... Kalenin dışındasın Allah

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri