MUSTAFA KÜÇÜKTEPE

Vahşetin Tanıkları

VAHŞETİN TANIKLARI

                                                                                                                                                                                                                              www.mustafakucuktepe.com

            Halis, kaç yasındaydın savaş esnasında?
      …..
           Nerede oturuyor idiniz?
      …..

Halis kaleden şehri seyrederken soruları yanıtsız bırakıyordu. Yüz hatları değişmiş, rengi solmuş, ağlamaklı olmuştu. O günleri hatırlamak istemiyordu. Bu gün yirmi beş yaşında olduğunu düşünürsek savaş esnasında on bir on iki yaşlarında olduğunu tahmin edebiliriz. Bu yaşlarda derin izler bırakmıştı Halis’in dimağında. Her binada kurşun izleri kaldığı gibi. Kurşun girmedik, topla delinmemiş binalar nerdeyse yok gibi. Belki yirmi otuz yıl geçmesini beklemek gerek savaş izlerinin silinebilmesi için. Halis nasıl silecek zihnini oyup duran savaş izlerini? Halis gibi üç yıl boyunca aç susuz yatıp kalkan; kurşunlarla, toplarla büyüyen savaş çocukları, onlar nasıl silecek bu izleri? Gözleri önünde kurşunlanan arkadaşlarını…Genç, ihtiyar, çoluk çocuk, kadın demeden onları camiye doldurup ateşe veren, kapı komşusu olan yıllarca beraber yaşadıkları insanların ihanetini nasıl silecek Halis? Nasıl? Nasıl?

Bilge Kral, büyük insan vefat etmiş, dünyanın kaç bucağından yüz binlerce insan onu son yolculuğuna uğurlarken eşlik etmişlerdi. Allah’ın rahmetidir o gün akşama kadar yağmur yağmıştı.  Yüz binlerce insan Saraybosna’ nın o soğuğuna rağmen merasime katılmış ve ayrılmamışlardı. Televizyonlardan izlerken içimiz burkulmuş, dualarımız onunla olmuştu. Şimdi O Saraybosna şehitliğinden bağımsızlığını kazandırıp başkanlık yapıp sonra da büyük bir özveriyle başkanlığı başkasına bıraktığı şehri izlemektedir. Çok mütevazı bir kabirden doyasıya izlemektedir şehri. Şimdi kabrin başında yasinler fatihalar okumaktayız. Cenaze defnedilirken yüz binlerce kalabalığın içinde olmayı ne de çok istemiştik. İşte şimdi mezarın başındayız. Mekânın cennet olsun yüce insan.

Bosna denildiğinde akla ilk gelen yerlerden biri de tarihi Mostar Köprüsüdür. Bosna savaşında tahrip edilen köprüye hepimiz ne kadar üzülmüşüzdür. Mostar şehrinde Boşnaklarla Hırvatların mahallelerini birbirinden ayıran tarihi Mostar Köprüsünün neden yıkılmak istendiğini anlayabilmek çok zordur. Belki de koskoca bir tarihin tüm izlerinin köprüyle birlikte kaybolacağını düşündüler. Zira Bosna’ da savaş esnasında vurulan yok edilen yerlerin birçoğu tarihi özellik arz eden yerlerdi. Mostar köprüsü yeniden onarılarak koruma altına alındı. Mostar kentinden önce Poçitely köyünü ziyaret ediyoruz. Bunca şehir ve kasaba dururken bu köyü ziyaret etmek anlamlı olsa gerek. Bütün orijinalliği ile korunan  Poçitely  de savaştan nasibi almış bir Türk köyü. Kalesi, hamamı, camii, sokakları ve evleri ile tam bir Türk köyü görünümünde. Savaştan sonra onarılan yerlerden birisi. Savaş Bosnalılara göre bir anlamda “rahmet” olmuştu. İnsanlar kendi tarihlerini, kendi kültürlerini, kısaca kendileri yeniden tanımlama ihtiyacı duymuşlar.

“Başçarşı” adı verilen Osmanlı’dan kalma sokaklarda sanki Anadolu’ yu sanki Bursa’yı anımsatan yanlarıyla akşam gezintisi; Osmanlı çeşmesi şırıl şırıl soğuk suyunu insanlara ikram etmektedir. Az ilerde yine tarihi bir bina; içerisinde savaştan önce yüz binlerce el yazması, tarihi vesikaların, kitapların bulunduğu kütüphane. Savaşta yara almadık yeri kalmamış bir halde. Avrupa Birliğinden gelen yardımlarla onarılmaya çalışılıyor. Kütüphanenin karşısında şehrin içinden geçen ırmağın üzerinde tarihi bir köprü: Latin Köprüsü. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan köprü. Bir Sırp genci Avusturya –Macaristan İmparatorluğu Veliahdını bu köprü üzerinde öldürmesi sonucu dört yıl süren kanlı savaşın kıvılcımı atılmıştı.

“Burası” demiş Fatih, “çok güzel ve sulak bir yer. Buraya bir şehir kurulsun.”  Oraya bir güzel şehir kurulmuş. Etrafında minarelerin yükseldiği, ezan seslerinin, kuş cıvıltılarının ve su seslerinin birbirine karıştığı yemyeşil bir şehir. Avrupa’nın ortasında bir Türk şehri. Şehre Osmanlı kalesinden bakış insanı farklı dünyaların hayaline götürmektedir. Şehrin yüksekçe bir yerine kurulan kalenin çıkışına kocaları şehit olmuş kadınların kurduğu dernek, güzel Boşnak ev yemekleri ikram etmektedir. Hiçbir bağışı kabul etmeyen ve bu konuda bizi uyaran bu kadınlar el emekleriyle kocalarının ruhlarını şad ediyorlar. Osmanlı Devleti’ne bir çok vezir ve devlet adamı yetiştirmiş Travnik şehri burası.

  Yine demiş Fatih “Burası Manisa dağlarına benzer. Üzüm dikin bakalım yetişecek mi?” Dikilmiş üzüm fidanları. Yüzyıllardır aynı yerde üzüm yetiştirilmektedir. Göz alabildiğince uzanan üzüm bağları sanki Fatih’in yeniçerileri gibi nöbet tutmaktadır.

 Saraybosna havaalanının yakında yaşlı bir teyzenin evinin altından bir tünel kazılmış ve iki buçuk yıl şehrin bütün ihtiyaçlarının karşılandığı ve giriş çıkışlarının yapıldığı tüneli görmek insanın içini burkmaktadır. Düşünün, şehir her taraftan kuşatılmış, şehre giriş çıkış imkanı kalmamış, tüm bağlantılar kopmuştur. Bu esnada bu tünelin ne kadar değer taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

İgman dağları Saraybasna’yı çevreleyen dağlardandır. Bu dağların eteklerinden Bosna nehri kaynamaktadır. Yaklaşık 90 ayrı yerden fışkıran sular Bosna nehrini oluşturmaktadır. Ağaçların ve yeşilliklerin arasından İgman dağı eteklerine faytonlarla yolculuk zevkli ve keyif verici olmuştu. Buraya “vrelo Bosna” ( Bosna’nın kaynağı) denilmektedir. -Burada meşhur Boşnak böreği yediğimizi söylemeyelim.-

Avrupa’nın en büyük ve en temiz su kaynağı olan buna nehrinin çıktığı yerde 550 yıllık tarihi Balagay tekkesi de bahse değer yerlerdendir. Balkon gibi asılı duran kayalıkların altından sular kaynamakta, kaynağın hemen üzerinde bu tarihi tekke, mescid, sohbet yeri ve günlük deyimle cafee bulunmaktadır. Bu güzelliklerin içerisinde meşhur Bosna kahvesini içmek insanın ömrünü uzatır diye düşünmektedir oradaki insanlar. 

Küçük bir havaalanı olan Saraybosna havaalanından Türkiye’ye dönmek üzere havalandığımızda buruk bir tat kalmıştı dimağlarımızda.

  Avrupa’nın ortasında Türk izleri taşıyan bir ülkenin ziyareti gurur verici oluşu kadar hüzünlü oldu. Sadece Türk ve Müslüman oldukları için tonlarca bomba yiyen, yüz binlerce insanını kaybeden bu ülkenin insanları Avrupa Vahşetinin 20.yüzyılda canlı şahitleri olmuşlardır. İşin en acı tarafı da budur.  “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”                                                                                                                                                                                 

Not: Dkab Bakış Dergisi 2. Sayısında yayınlanan yazımdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

1 Yorum

Ahmet Kanat

Ahmet Kanat

11 Ekim 2020
Allah razı olsun değerli hocam. Kaleminize, yüreğinize sağlık. İnsanlığın yüz karası o vahşetin unutulmaması için elinizden gelen gayreti gösteriyorsunuz. Teşekkürler.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri