- 09 Temmuz 2023 - Zaman Ve Mekanla Kayıtlı Olmayan İbadet; Cihad
- 19 Nisan 2023 - Kötülüklere Karşı Tavırlı Olmak İmandandır
- 16 Şubat 2023 - İhtiyaç Fazlasını Vermek
- 03 Ekim 2022 - Ailenin Selameti İçin
- 20 Temmuz 2022 - Önderlik Konumu ve Sorumluluk
- 16 Nisan 2022 - Kimse Teklif Sahibi Müslümanları Sevmiyor!
- 30 Aralık 2021 - Faiz Düzenine Nefes Aldıranlar Utansınlar !
- 19 Aralık 2021 - Seherleri İhya Etmenin Üzerine
- 28 Kasım 2021 - Allah Teala'ya Karşı Edepli Olalım
- 06 Ekim 2021 - Emanete İhanet Etmeyelim
- 25 Eylül 2021 - Sünneti Doğru Anlamada Dört "T"
- 13 Eylül 2021 - Ailede Din Eğitiminin Verilmemesi Çocukları Şirke Düşürebilir.
- 11 Eylül 2021 - Yoksulluk Sorununa Dinimizin Bakışı ve Çözümü
- 08 Eylül 2021 - Tasavvufta Terakki ve Zikir Kavramları
Mehmet Sürmeli
Faiz Kur'an ve Sünnette Haram Kılınmıştır; Faize Para Yatırmayın
Kur’an-ı Kerim’de “riba” kelimesiyle ifade edilen faiz, insana ve emeğe karşı işlenen en büyük suçlardan biridir. Bu özelliğinden dolayı Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberler faizin yasak olduğunu bildirmişlerdir. Yasak olduğunu bildirmekle kalmayıp faizin ortadan kalkması için çözüm odaklı bir mücadele de vermişlerdir. Hz. Peygamber de Veda Hutbesinde ebedi olarak yürürlükten kaldırdığını bütün insanlığa ilan etmiştir. Çünkü faiz, mal emniyetini yok eden, fakiri daha fakir, zengini de daha zengin yapan insanlık dışı bir muameledir. Daha doğrusu, bir insanlık suçudur. Emeksiz kazançların en kötüsüdür. Vade veya aynı tür mallardaki kalite farkından dolayı paranın para doğurmasıdır. Cahiliye Dönemi’nde vadeye bağlı paranın para kazanmasına “riba’n-nesie” denilmiş; aynı tür malların kalite farkından dolayı değişimine bağlı artı gelir getirmesine de “riba’l-fadl” adı verilmiştir[1]. Her ne kadar toplumumuzda “riba’l-fadl” uygulamaları olsa da bugünkü bankalarda ve tefeciler arasında yaygın olan faiz, Cahiliye Dönemi’nin nesie faizine benzemektedir. Cahiliye faizi kaynaklarımızda şöyle tanımlanmıştır: “Kişinin birisine belirli bir süreye kadar borç verip süresi dolduğunda borçlu ödeme yapamazsa vadeyi uzatıp faiz/kâr oranını artırmasıdır”[2]
Yukarıda beyan ettiğimiz gibi bankalardaki faiz uygulaması bu tarifin aynısıdır. Bu durum gösteriyor ki cahiliye; hayatın vahiy dışı görüşlerle, ideolojilerle anlamlandırılmasıdır. Allah’ın emir ve yasaklarının iktisadi alan dâhil hayatın hiçbir boyutunda hesaba katılmamasıdır. Bireysel veya kolektif hevanın hayatın belirleyicisi olmasıdır. Hâlâ da varlığını şekil değiştirerek ve geliştirerek; farklı ideolojik formlara bürünerek en radikal biçimde devam ettirmektedir. Modern cahiliyenin ruhu ve kalbi olan faiz, tarihin akışı içerisinde aklıselim insanlar tarafından hoş karşılanmamıştır. Hiçbir dönemde bugünkü kadar da revaç bulmamıştır. Zira faizin revaç bulması toplumda insaniyet duygularının tamamen öldüğünün göstergesidir. İnsanların faizden korunabilmeleri için dinimizin ticaret hukukunu içeren emirlerini ve yasaklarını iyi öğrenmeleri gerekir. Bu emirler ve yasaklar muhtasar şekilde ilmihâl kitaplarında mevcuttur. Her kim ki hangi işle meşgul oluyorsa dinimizin o konudaki emir ve yasaklarını bilmesi üzerine farz bir görevdir. Bu görevi hatırlatma babında Hz. Ali(r.a.) şöyle buyurmuştur: “ Bir kimse ticarete başlamadan önce dini konularda derin bir anlayış elde etmeyecek olursa faize batar ve sonunda faiz batağında boğulur” buyurmuştur. Aynı şekilde Hz. Ömer(r.a.)’da ; “Dinde derinleşmeyen kimseler bizim pazarlarımızda alış veriş yapmasınalar…” uyarısını yapmıştır.[3] Bu uyarıların ne kadar karşılık bulduğu Müslüman esnaf arasında ne kadarının ticaret ilmihâli okuduğuna dair yapılacak istatistikle belli olur. Faizin yaygınlık kazanması kul haklarının ve sömürünün topluma yerleşmesi ve zulmün kabul görmesiyle alakalıdır. Bu nedenle selef âlimleri faizin, zinanın, stokçuluğun, ölçü ve tartıda hilekârlığın ve uyuşturucunun tabana yayılmasını toplumların kıyameti olarak görmüşlerdir. Bütün bu kötülüklerden kurtulmak için Allah Resulünün şu hadisini iyi kavrayıp içselleştirmek şarttır: “Şüpheli olanlara karşılık içerisinde hiçbir şüphe olmayanları tercih et…”[4]
Kur’an-ı Kerim faizin haram olduğunu Mekkî ayetlerde de bildirmiştir. Şu ayet bunun kanıtıdır:
“وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ”
“İnsanların servetlerinde artış sağlansın diye faiz kabilinden verdiğiniz şeyler, Allah katında herhangi bir artışa vesile olmaz. Allah’ın rızasını kazanmak için verdiğiniz, (vicdanınızı, servetinizi, sosyal bünyenizi arındıran, berekete vesile olan) zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat artıranlardır.” [5] Mekke Dönemi’nde siyasal hâkimiyeti eline alamayan Resulullah (s.a.v.) ve müminler bu müzmin hastalığa engel olamamışlardır. Çünkü ellerinde hiçbir yaptırım gücü yoktur. Yüce Allah, insanların vicdanını harekete geçirmek suretiyle bu günahı engellemek istemiş ama Mekkeli zenginler varlık alanlarını ve ticari hayatlarını faize borçlu oldukları için, İslâm’ın bu emrine şiddetle karşı çıkmışlardır. Riba-n nesie ve riba-1 fadl denilen iki tür faiz uygulamasını da yapmışlardır. Menfaatleri yok olacak endişesiyle faizi yasaklayan İslâm’a savaş açmışlardır. Burada şu konuyu bir defa daha açmakta yarar görüyoruz. Mekke siyasal statü olarak “Dar’ü-l harb” olmasına rağmen faiz yasaklanmıştır. Siyasal erk Müslümanların elinde olmadığı için bu haram muameleyle uğraşanlara ve alın terini sömürenlere Peygamber Efendimiz bir şey yapamamıştır. Zira hududun ve tazir cezalarının uygulanabilmesi için hukukun kaynağının Kur’an-ı Kerim ve sünnet olması, velayet makamının da Müslümanların elinde olması şarttır. Fakat ahlaken de olsa faizin Mekke’de yasaklanması dar’ü-l harpte de kimsenin malını zulmen yemenin meşru olmadığının tescilidir. Bu ifadelerimiz imamlarımızın cumhurunun kanaatidir. Bu bağlamda şu tespitleri önemsiyoruz: “Faizin haram kılınması mutlak bir nehiydir. Zimmet ehlinden olan Yahudi ve Hristiyanların mallarını dahi faizle almak haram olduğuna göre Müslümanların mallarını faizle yemek daha da haramdır. Müslümanlar için faizli muamele asla caiz değildir. Faizli muameleler kişiyi cehenneme girdirir ve asla yardım da görmez.”[6] Bir Hanefi kaynağından aldığımız bu görüş bizim için oldukça manidardır. Hanefilerin dar’ü-l harpte kâfirlerle yapılan faizli muameleleri caiz gördüklerini iddia edenlere bir cevaptır. Burada bilinmesi gereken; faiz Mekke’de Rum suresinin 39. Ayetiyle ilk defa yasaklanmış ve Medine döneminde ise siyasal velayetin Müslümanlara geçmesiyle beraber gerekli idari ve cezai tedbirler alınmıştır. Bütün bunlara rağmen İmam Ebu Hanife’nin küfre karşı olan çok radikal bir görüşünden hareketle dar’ü-l harpte faiz caizdir diyerek gerek ülkemizde ve gerekse Batı Avrupa’daki Müslümanlar için bankalardan faiz alınabileceğini söyleyenler; dünyadaki yeni bankacılık sistemini ve paranın seyrini kasıtlı olarak bilmemezlikten gelmektedirler. Yeni bankacılık sisteminde aslan payı banka sahiplerine ve garantörü olan çok uluslu şirketlere akmaktadır. Ayrıca Müslüman nüfusun yoğun olduğu Avrupa devletlerinde Müslümanlar (!) da paralarını bankalara yatırmaktadırlar veya bankalardan kredi çekmektedirler. Dolayısıyla bu mantıkla hareket edenler kendi dindaşlarını da sömürmektedirler. Asıl unutulmaması gereken ise kapitalizmin kalbi sayılan bankalar, mudilerinin paralarıyla ayakta durmaktadırlar. Para yatıranlar sermaye sahipleri vasıtasıyla daha çok sömürülmektedirler. Bu bağlamda daha garip olan ise dar’ü-l harp konusunda bu söylem sahiplerinin hiç de samimi olmamalarıdır. Eğer böyle önemli bir görüşü savunuyorlar ise ülkemiz için ortaya bir cihad ve çalışma fıkhı koymaları gerekir. Hâlbuki bu kişi ve gruplar ülkemizdeki sağcı kapitalist icazetli siyasetin ve masonların gönüllü ucuz oy depolarıdır. Ülkenin siyasi kimliğini dinen adlandıranların hayatları tutarlı ve velayet konusunda ilkeli olmaları beklenir. Ülkenin siyasi kimliğinin adını oyduktan sonra masonların peşinden yürümek sadece bir projeye köle olmaktır. Hem kapitalizme ve liberalizme taşeronluk yapıp sonra da din adına insanları bankalara köle yapmanın sahih İslâmî anlayışla hiçbir ilgisi yoktur.
Allah Teâlâ faizle ilgili uyarılarını sürekli yapmış ve Medine Dönemi’nin başlarında şu ayeti indirmiştir:
“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ الرِّبَا أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ”
“Ey iman edenler! Kat kat artırarak faiz yemeyin. Allah’a karşı takvalı olun ki kurtulasınız.”[7] Bu ayet, faizin hem haram olduğuna hem de kat kat faiz alarak mal artırımının yasaklığına işaret etmektedir. Ayetteki asıl amaç ise katlamalı faizin yasak oluşu değil; kâfirler arasındaki verili durumun çirkinliğine ve faizden kazanılan şeyleri yemenin haram oluşuna dikkat çekmektir.[8] En son ayetleri hesaba katmadan bu ayetteki “kat kat” ifadesinden faizin bir kısmına meşruiyet çıkarmak ileri bir cehalet örneğidir. Dile ve dilin inceliklerine, deyimlere hâkim olamamanın ortaya çıkardığı vahim bir durumdur. Ya da banka patronlarına yol açmak için tedrici bile göz önünde bulundurmayı hesaplayamayan usulsüz/metotsuz yaklaşımdır.
Yeni bir toplum inşasında birçok hikmetleri gözeten Yüce Allah, ayetlerin tedriciliği sürecinde nihai değerlendirmesini Bakara suresinde yapmıştır. Faizli alışverişlerle ilgili şu ve benzeri ayetlerde olduğu gibi faiz yiyenler hakkında çok ağır ifadeler kullanmıştır:
“الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَن جَاءهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىَ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ”
“Faiz yiyenler (mezarlarından) şeytan çarpmış kimsenin kalktığı gibi kalkacaklardır. Bunun sebebi, ticaret de tıpkı faiz gibidir demeleridir. Oysa Allah ticareti helal, faizi haram kılmıştır. O hâlde her kim kendisine Rabbinden bir öğüt ulaşır da (faizcilikten) vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir. Onun (ahiretteki) durumu Allah’a kalmıştır. Fakat kim de yeniden (faizciliğe) dönerse, işte onlar cehennem halkıdır ve ebediyen orada kalacaklardır.”[9] Kur’an-ı Kerim’i tefekkür ve tedebbürle okuyan kişiler bilirler ki cehennemde ebedi olarak kalacak olanlar bütün türleriyle inkâr üzerine ölen kâfirler[10] ve bilerek bir Müslüman’ı öldüren kimselerdir.[11] Burada fıkhi ve kelami tartışmalara girmeden literal bir okumadan hareketle vardığımız bir sonucu paylaşıyoruz. Allah (c.c.), insan emeğine ve alın terine vermiş olduğu değerden dolayı faizli alışverişi de bu saydığımız günahlara adeta denk tutmuş ve yukarıdaki ayette bunu açıkça beyan etmiştir. Faiz yiyenlerin de cehennemde ebedi kalacaklarına Bakara Suresinin 275. Ayetinde vurgu yapmıştır. Şu ayette de faizle ticaret yapanlara Allah ve Resulünden savaş açıldığını bildirmiştir:
“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِين فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ”
“Ey iman edenler! Eğer (Allah’a) gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun da (geçmişten) kalan faiz alacaklarınızdan vazgeçin. Şayet bunu yapmayacak olursanız Allah’tan ve Peygamberinden (size bir) savaş açıldığını bilmiş olun. Fakat tövbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Ne zulmedin ne de zulme uğrayın. ”[12] “فَأْذَنُواْ” kelimesinin başındaki hemzeyi ‘katı’ okuduğumuz zaman ayetin anlamı; “helal sayarak faizli muamele yapanlara savaş açılacağını bildirmek/ilan etmek” demektir. Bu çerçevede ibni Abbas’tan(ö: 68/687), şu rivayet gelmiştir: “Kim helal kabul ederek faiz alıp vermeye devam eder ve vaz geçmez ise, İmam/halife tarafından önce tevbe etmeye çağrılır; bu çağrıya rağmen faizli muameleleri terk etmezse boynu vurulur.”[13] İbni Abbas’a ait bu kanaat tabiinin en büyük temsilcilerinden olan ve birçok sahabi ile görüşen Hasan el-Basri tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Faizli muameleden vaz geçmeyenleri eğer varsa imam/devlet başkanı önce tevbeye davet eder. Tevbe ederlerse silah çekilmez, şayet faiz alıp vermeye devam ederlerse savaş açılır.”[14] Aslında İbni Abbas’ın ve Hasan el-Basri’nin görüşleri faizli muamelenin ve emek sömürüsünün İslâm’da insanın can emniyetini ortadan kaldıran bir suç olduğunun beyanıdır. Olayı salt öldürme şeklinde yorumlamak doğru değildir. Buradaki vurgu insanların emeklerini çalmanın ve emeksiz kazanç sağlamanın toplumsal zararlarıyla alakalıdır. İnsanlık için çok büyük zararlar oluşturan ve insani düşünceleri yok eden faize karşı denk bir ceza verilerek zulüm ve sömürü önlenmek istenmiştir.
Bakara suresinin 281. ayeti ki faizle ilgili ayetlerin kapanış ayetidir. Kur’an’ın en son inen ayeti olduğu söylenmektedir. Bu görüşü Hz. Ömer’in(ö.h.23/644) şu sözü doğrulamaktadır: “Kur’an’ın son inen ayet(ler)i faiz (riba) ayetleridir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunları bize detaylıca açıklayamadan vefat etti. Bu nedenle faizi ve faiz şüphesi olan her şeyi bırakınız.”[15] Hz. Peygamber (s.a.v.), faizi “İnsanı ahirette helake götüren en büyük yedi günahtan birisi” olarak saymıştır.[16] Kul hakkı olması ve sömürüye zemin hazırlaması nedeniyle "Bir dirheminin bile zinadan ağır günah olduğuna"[17] vurgu yapan Resulullah (s.a.v.), zamanın kötü yöndeki siyasal ve sosyal değişimiyle faiz yemeyecek kimsenin neredeyse/istemeyerek de olsa kalmayacağını şöyle haber vermiştir: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki faiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Hiç yemeyene bile tozundan/buharından bir şeyler bulaşacaktır. ”[18] Öyle ki Resulullah (s.a.v.), sadece faizle ticaret yapıp kazancını yiyen kimselere değil, faize kurumsal anlamda destek verenlere de şu hadiste olduğu gibi şiddetli uyarılarda bulunmuştur: “Allah faiz yiyene de, kâtiplerine de, şahitlerine de lanet etsin.”[19] Faize kurumsal desteği yasaklayan bu hadis aynı zamanda faizin kurumsallaştırılmasını da yasaklamaktadır. Lanet ifadesini çok az kullanan Hz. Peygamber (s.a.v.), faizle ilgili tembihat kabilinden bu ifadeyi kullanmışsa, bunun temelinde yatan ana düşünce; toplumdaki fiyat artışlarından ahlaki gidişata, sosyal ilişkilerden siyasal yapılanmaya kadar negatif etkisi olan faizin ne olduğunu kavramasındaki temel dinamiklerdir. “İnsan için elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık olmadığını”[20] belirten Resulullah(s.a.v.): “Şüpheli olmayana karşı şüpheli şeyleri (hemen) terk et, çünkü hayır kalbinin yatıştığında, şer de şüphe duyduğun ve kalbinin yatışmadığı şeydedir.”[21] Buyurmuştur. Faizin yürürlükte olduğu bir sistemde ne can ne de mal ve namus emniyeti olur. Hele de faizin meşru sayılarak hurmetinin inkâr edildiği yerlerde din emniyeti de kalmaz. Emniyetlere sahip çıkılmadığından dolayı faizin meşru görüldüğü bir siyasi nizam İslâm nazarında gayri meşrudur. Böyle bir siyasi sistemi tüm emniyetlerin garanti altına alındığı İslâm nizamı ile değiştirmek ve bu uğurda mücadele vermek Müslümanların üzerine farz bir görevdir.
“Faizin yetmişten fazla babının/kapısının” olduğunu söyleyen Hz. Muhammed (s.a.v.),[22] uygulamadaki çeşitliliğe; farklı isimlerle faizi işler hâle getirmeye dikkat çekip bu yapılanmanın yanlışlığına işaret etmiştir. Terhip ifade eden bu rivayetleri anlamak istemeyen seküler kafa, rivayetle ilgili rasyonel değerlendirmeler yapsa da hadisin anlamı gayet açıktır: İnsanların çeşitli oyunlarla mallarını alıp emeklerini sömürmek zinadan bile beter bir suçtur. Çünkü faizle uğraşanlar sadece insanın malını değil her şeyini meta haline getiren sonra da iğfal etmesi için sermayenin önüne atan zalimlerdir. Az önceki çıkışıyla Peygamber Efendimiz, faizin bireysel ve kurumsal uygulamalarının haramlığının derecesine dikkat çekmiştir. Faizle ilgili tüm uygulamaları insanlık suçu, emek katilliği ve fakirliğin yaygınlaşmasının etkenlerinden gördüğü için Veda Haccındaki meşhur hutbesinde: "Faizli alışverişlerin uygulamadan kaldırıldığını”[23] duyurmuştur. Hatta hileli yollarla icra edilen “ıyne ’’ alışverişini faiz kabul etmiş ve şu evrensel uyarıyı yapmıştır: “Iyne alışverişi yapar (faizle gelir elde ederseniz), öküzün peşine takılarak ziraatçiliğe razı olur da cihadı da (tamamen) bırakırsanız, Allah Teâlâ size öyle bir zillet musallat eder ki siz (iman ve uygulamadaki bütün ayrıntılarda) dininize yeniden dönmedikçe bu zilleti üzerinizden almaz.”[24] Hadisteki “Öküzün kuyruğuna yapışmak/peşine düşmek” ifadesi, dünyevi çıkarlarımızın dinimizin önüne geçmesi ve hayatı bu materyalist anlayışla anlamlandırmamıza işaret etmektedir. Ölene kadar maddi şeyler peşinde koşup ahireti unutmaktır. Hayatın kötü gidişatına müdahale etmeyip firavunların sınırlarını çizdiği ısmarlama bir hayata ve bunun kurumsal hâli olan siyasal yapılanmaya razı olmaktır. Sıradanlaşmaktır. Toplumum kucağına düşüp edilgen bir yaşayış tarzını öne çıkarmaktır. Öyle ki İbni Abbas (ö: 68/687); “Faizli muameleleri terk etmeyen kimselerin sadakalarının, haclarının ve cihadlarının kabul olunmayacağını söylemiştir.”[25] Esasında İbni Abbas’ın sözünü iyi değerlendirmek ve araştırmak gerekir. Zira amellerin kabul olunmaması dini bir emri inkâr veya haramı helal kabul etmek nedeniyle olabilir. Yahut da kul hakkının büyüklüğünden dolayı büyük sahabi böyle bir uyarıyı yapmış da olabilir. Ayrıca unutulmamalı ki İbni Abbas’ın bu değerlendirmeyi Peygamber Efendimizden duyma ihtimali de vardır.
Faizli muamelelerde insanlığa zarar vermek söz konusudur ki Hz. Peygamber bu tip ticareti büyük günahlardan kabul etmiştir.[26] İşte bu ulvi anlayışa göre bir dirhem faizli alışveriş zinadan beter görülmüştür.[27] Böyle bir yaklaşım nedeniyle, vatandaşlarının din ve mal emniyetini korumayı amaç edinen adil siyaset pratiğinde, faizle uğraşanlar önce uyarılır, tazir edilir ve tövbeye çağırılırlar. Bütün bunlara rağmen faiz yiyenler, haramda ısrar ederlerse onlara karşı savaş bile ilan edilebilir.[28] Hz. Peygamber(s.a.v.), Mekke’yi fethedince Attab b. Üseyd’i(ö.h.2/634) vali atamıştır. O da faizin her türlüsünün kaldırıldığını insanlara ilan etmiştir. Buna rağmen Amr Oğulları, Muğire Oğullarındaki faiz alacağını tahsil etmekte direnmişlerdir. Genç vali Attab, bu durumu Resulullah’a (s.a.v.) bildirince; “Eğer bu kabile faizli alış verişten vazgeçmeyecek olursa onlarla savaş” emrini vermiştir.[29] Bu uygulamanın amacı, insanları sömürtmemek ve kul haklarını ihlal ettirmemektir. Emeğe saygının kutsal olduğunu bütün zaman ve mekânlardaki herkese öğretmektir. Faiz ise emeksiz kazancın ve emek sömürüsünün başında gelmektedir. Hz. Muhammed’e ümmet olduğunu iddia eden Müslümanların gerek ayetlerdeki gerekse peygamberlerinin dilindeki bu ağır ifadelere rağmen faize ve faiz kurumlarına radikal bir bakış edinemeyişleri ve emek sermaye ortaklığına dayanan faizsiz alternatif kurumlar üretemeyişleri şaşılacak bir durumdur. Yeterli ilim adamlarının olmasına rağmen siyasetin ve sermayenin bu insanlara sahip çıkarak antikapitalist kurumlar oluşturamayışı, halkı Müslüman ülkelerdeki siyasal yapılanmanın dünya ticaret merkezinin kontrolündeki icazetli siyasete ram olmalarının da bir kanıtıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.): “Kişi sakıncalı olmayanı bile sakıncalı olana düşerim endişesiyle terk etmedikçe takvalı bir kul olma mertebesine kesinlikle ulaşamaz.”[30] buyurmuştur. Bu tavsiyesiyle Peygamber Efendimiz bizleri yediklerimiz, içtiklerimiz ve kazandıklarımızda itinalı olmaya davet etmiştir. Müslümanlar şüpheli şeylere karşı teyakkuz hâline getirilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, “İnsan yediği şeydir.” Yedikleri içtikleri insanı madden ve manen etkiler. İbadetimiz, ahlakımız, siyasetimiz ve ticari işlerimizdeki istikamet, yediklerimizle doğrudan alakalıdırlar. İnsani ve İslâmî terakkinin doğru yönde ilerlemesinin etkenlerinden birisi de kazanç yollarını kılı kırk yararcasına helalinden sağlamaktır. Kaynağı bilinmeyen şeyleri kendimizin ve aile fertlerimizin boğazlarından geçirtmemektir. Şüphelilerden sakınıp mubahlar hususunda bile duyarlı olmaktır. "Vadesi dolmamış bir alacağı daha azıyla peşin satmayı veya peşin ödenmesi gereken bir karşılığı (uzun) vadede daha fazla bir parayla kâra dönüştürmeyi” Resulullah nehiy etmiştir.[31] Kısacası O, bir satışta iki satışı; peşin alırsan şu fiyata, veresiye alırsan şu kadar paraya şeklindeki alışverişleri bile faiz endişesiyle yasaklamıştır.[32] Bu durumda ekonomiyi Kur’an ve sünnetin hükümleri çerçevesinde şekillendirmek gerekirken, dinin emir ve yasaklarını verili duruma göre yorumlayıp ideolojileri vahye baskın hale getirmek doğru bir yaklaşım değildir. Bu uygulama, çözüm üretmekten aciz kalan ya da İslâm’ın bir dünya görüşünün olmadığına inanan yetersiz ve teslimiyetçi akademisyenlerin modernizme nefes aldırmaktan başka bir şey yap(a)madıklarının açık göstergesidir.
[1] Şevkani, Muhammed b. Ali, Feth’u-l Kadir, s.234
[2] Maturidi, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed, Beyrut, 2005,Te’vilat, c. II, s.272.
[3]Es-Semerkandi,Ebu’l-Leys Nasr. B.Muhammed,Tenbih’ü-l Gafilîn, Beyrut, 2014, s.345.
[4] Tirmizi, sünen, Sıfatü’l- kıyame, 2518.
[5] Rum 30/39.
[6] Cemaluddin Yusuf b. Hilal es-Safedi, Keşf’ül esrar ve hetk’ü-l estar, İstanbul,2019, İsav yay, c.I,s. 307.
[7] Âl-i liman 3/130.
[8] Maturidi, Te’vilat, c. II, s. 476.
[9] Bakara 2/275.
[10] Bak: Maide 5/72; A’raf 7/40; Beyyine 98/6.
[11] Bak: Nisa 4/93.
[12] Bakara 2/278-279.
[13] Maturidi, Te’vilat, c. II, s.272.
[14] Basri, Hasan,Tefsir, c. I, s.110.
[15] Ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2276, c.II, s. 764; [15] Şevkani, Muhammed b. Ali, Feth’u-l Kadir, s.235.
[16] Buhari, 23, Vesaya, c.III, s. 195; Ebu Davud, 12, Vesaya, 10, h. no: 2874, c.III, s. 294; Nesai, Vesaya, 30, h. no: 12, c.VI, s. 257; Beyhaki, Vesaya, 36, h. no: 12667, c.VI, s. 464.
[17] Ahmed, Müsned, c. V, s. 224.
[18] Ebu Davud, 17, Büyû, 3, h. no: 3331, c.11I, s. 627; ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2278, c.II, s. 765; Nesai, Büyû, c.VII, s. 243; Hakim, Müstedrek, c.II, s. 13.
12 Ebu Davud, c.III, s. 627; ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2277, c.II, s. 764.
[20] Beyhaki, İcare, 15, h. no: 11691, c.VI, s.209.
[21] Hakim, Müstedrek, Büyû, h. no: 2169, c.II, s. 16.
[22] Abdurrezzak, Musannef, h. no: 15344, c.VIII, s. 314; ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2275, c.II, s. 764; Heyseıni, Mecmau’z-Zevaid, c.IV, s. 117.
[23] Tahavi, Ebu Cafer, Müşkilü’i-Âsâr, h. no: 3498, c.IV, s. 168.
[24] Ebu Davud, 17, Büyû, 56, h. no: 3462, c.llI, s.741.
[25] Hazin, Ali b. Mııhanmıed, Lübab’u-t Te’vil, trsz, c.I, s. 224.
[26] Beyhaki, Sünen-i Kübra, Vesaya, 8, h. no: 12586, c.VI, s. 444.
[27] Ahmed, Müsned, c.V, s. 224.
[28] Hazin, a.g.e, c.I, s. 225.
[29] Şevkani,a.g.e,s.237
[30] Suyuti, Cami’u-s Sağir, h. no: 9943, c. II, s. 586.
[31] Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 130.
[32] Heysemî, a.g.e, c. IV, s. 131.
MEHMET SÜRMELİ
Yazarın Diğer Makaleleri
Yazarlar
Copyright 2020 Kayseri ana haber | Yazılm: Taha Medya
Kur’an-ı Kerim’de “riba” kelimesiyle ifade edilen faiz, insana ve emeğe karşı işlenen en büyük suçlardan biridir. Bu özelliğinden dolayı Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberler faizin yasak olduğunu bildirmişlerdir. Yasak olduğunu bildirmekle kalmayıp faizin ortadan kalkması için çözüm odaklı bir mücadele de vermişlerdir. Hz. Peygamber de Veda Hutbesinde ebedi olarak yürürlükten kaldırdığını bütün insanlığa ilan etmiştir. Çünkü faiz, mal emniyetini yok eden, fakiri daha fakir, zengini de daha zengin yapan insanlık dışı bir muameledir. Daha doğrusu, bir insanlık suçudur. Emeksiz kazançların en kötüsüdür. Vade veya aynı tür mallardaki kalite farkından dolayı paranın para doğurmasıdır. Cahiliye Dönemi’nde vadeye bağlı paranın para kazanmasına “riba’n-nesie” denilmiş; aynı tür malların kalite farkından dolayı değişimine bağlı artı gelir getirmesine de “riba’l-fadl” adı verilmiştir[1]. Her ne kadar toplumumuzda “riba’l-fadl” uygulamaları olsa da bugünkü bankalarda ve tefeciler arasında yaygın olan faiz, Cahiliye Dönemi’nin nesie faizine benzemektedir. Cahiliye faizi kaynaklarımızda şöyle tanımlanmıştır: “Kişinin birisine belirli bir süreye kadar borç verip süresi dolduğunda borçlu ödeme yapamazsa vadeyi uzatıp faiz/kâr oranını artırmasıdır”[2]
Yukarıda beyan ettiğimiz gibi bankalardaki faiz uygulaması bu tarifin aynısıdır. Bu durum gösteriyor ki cahiliye; hayatın vahiy dışı görüşlerle, ideolojilerle anlamlandırılmasıdır. Allah’ın emir ve yasaklarının iktisadi alan dâhil hayatın hiçbir boyutunda hesaba katılmamasıdır. Bireysel veya kolektif hevanın hayatın belirleyicisi olmasıdır. Hâlâ da varlığını şekil değiştirerek ve geliştirerek; farklı ideolojik formlara bürünerek en radikal biçimde devam ettirmektedir. Modern cahiliyenin ruhu ve kalbi olan faiz, tarihin akışı içerisinde aklıselim insanlar tarafından hoş karşılanmamıştır. Hiçbir dönemde bugünkü kadar da revaç bulmamıştır. Zira faizin revaç bulması toplumda insaniyet duygularının tamamen öldüğünün göstergesidir. İnsanların faizden korunabilmeleri için dinimizin ticaret hukukunu içeren emirlerini ve yasaklarını iyi öğrenmeleri gerekir. Bu emirler ve yasaklar muhtasar şekilde ilmihâl kitaplarında mevcuttur. Her kim ki hangi işle meşgul oluyorsa dinimizin o konudaki emir ve yasaklarını bilmesi üzerine farz bir görevdir. Bu görevi hatırlatma babında Hz. Ali(r.a.) şöyle buyurmuştur: “ Bir kimse ticarete başlamadan önce dini konularda derin bir anlayış elde etmeyecek olursa faize batar ve sonunda faiz batağında boğulur” buyurmuştur. Aynı şekilde Hz. Ömer(r.a.)’da ; “Dinde derinleşmeyen kimseler bizim pazarlarımızda alış veriş yapmasınalar…” uyarısını yapmıştır.[3] Bu uyarıların ne kadar karşılık bulduğu Müslüman esnaf arasında ne kadarının ticaret ilmihâli okuduğuna dair yapılacak istatistikle belli olur. Faizin yaygınlık kazanması kul haklarının ve sömürünün topluma yerleşmesi ve zulmün kabul görmesiyle alakalıdır. Bu nedenle selef âlimleri faizin, zinanın, stokçuluğun, ölçü ve tartıda hilekârlığın ve uyuşturucunun tabana yayılmasını toplumların kıyameti olarak görmüşlerdir. Bütün bu kötülüklerden kurtulmak için Allah Resulünün şu hadisini iyi kavrayıp içselleştirmek şarttır: “Şüpheli olanlara karşılık içerisinde hiçbir şüphe olmayanları tercih et…”[4]
Kur’an-ı Kerim faizin haram olduğunu Mekkî ayetlerde de bildirmiştir. Şu ayet bunun kanıtıdır:
“وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ”
“İnsanların servetlerinde artış sağlansın diye faiz kabilinden verdiğiniz şeyler, Allah katında herhangi bir artışa vesile olmaz. Allah’ın rızasını kazanmak için verdiğiniz, (vicdanınızı, servetinizi, sosyal bünyenizi arındıran, berekete vesile olan) zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat artıranlardır.” [5] Mekke Dönemi’nde siyasal hâkimiyeti eline alamayan Resulullah (s.a.v.) ve müminler bu müzmin hastalığa engel olamamışlardır. Çünkü ellerinde hiçbir yaptırım gücü yoktur. Yüce Allah, insanların vicdanını harekete geçirmek suretiyle bu günahı engellemek istemiş ama Mekkeli zenginler varlık alanlarını ve ticari hayatlarını faize borçlu oldukları için, İslâm’ın bu emrine şiddetle karşı çıkmışlardır. Riba-n nesie ve riba-1 fadl denilen iki tür faiz uygulamasını da yapmışlardır. Menfaatleri yok olacak endişesiyle faizi yasaklayan İslâm’a savaş açmışlardır. Burada şu konuyu bir defa daha açmakta yarar görüyoruz. Mekke siyasal statü olarak “Dar’ü-l harb” olmasına rağmen faiz yasaklanmıştır. Siyasal erk Müslümanların elinde olmadığı için bu haram muameleyle uğraşanlara ve alın terini sömürenlere Peygamber Efendimiz bir şey yapamamıştır. Zira hududun ve tazir cezalarının uygulanabilmesi için hukukun kaynağının Kur’an-ı Kerim ve sünnet olması, velayet makamının da Müslümanların elinde olması şarttır. Fakat ahlaken de olsa faizin Mekke’de yasaklanması dar’ü-l harpte de kimsenin malını zulmen yemenin meşru olmadığının tescilidir. Bu ifadelerimiz imamlarımızın cumhurunun kanaatidir. Bu bağlamda şu tespitleri önemsiyoruz: “Faizin haram kılınması mutlak bir nehiydir. Zimmet ehlinden olan Yahudi ve Hristiyanların mallarını dahi faizle almak haram olduğuna göre Müslümanların mallarını faizle yemek daha da haramdır. Müslümanlar için faizli muamele asla caiz değildir. Faizli muameleler kişiyi cehenneme girdirir ve asla yardım da görmez.”[6] Bir Hanefi kaynağından aldığımız bu görüş bizim için oldukça manidardır. Hanefilerin dar’ü-l harpte kâfirlerle yapılan faizli muameleleri caiz gördüklerini iddia edenlere bir cevaptır. Burada bilinmesi gereken; faiz Mekke’de Rum suresinin 39. Ayetiyle ilk defa yasaklanmış ve Medine döneminde ise siyasal velayetin Müslümanlara geçmesiyle beraber gerekli idari ve cezai tedbirler alınmıştır. Bütün bunlara rağmen İmam Ebu Hanife’nin küfre karşı olan çok radikal bir görüşünden hareketle dar’ü-l harpte faiz caizdir diyerek gerek ülkemizde ve gerekse Batı Avrupa’daki Müslümanlar için bankalardan faiz alınabileceğini söyleyenler; dünyadaki yeni bankacılık sistemini ve paranın seyrini kasıtlı olarak bilmemezlikten gelmektedirler. Yeni bankacılık sisteminde aslan payı banka sahiplerine ve garantörü olan çok uluslu şirketlere akmaktadır. Ayrıca Müslüman nüfusun yoğun olduğu Avrupa devletlerinde Müslümanlar (!) da paralarını bankalara yatırmaktadırlar veya bankalardan kredi çekmektedirler. Dolayısıyla bu mantıkla hareket edenler kendi dindaşlarını da sömürmektedirler. Asıl unutulmaması gereken ise kapitalizmin kalbi sayılan bankalar, mudilerinin paralarıyla ayakta durmaktadırlar. Para yatıranlar sermaye sahipleri vasıtasıyla daha çok sömürülmektedirler. Bu bağlamda daha garip olan ise dar’ü-l harp konusunda bu söylem sahiplerinin hiç de samimi olmamalarıdır. Eğer böyle önemli bir görüşü savunuyorlar ise ülkemiz için ortaya bir cihad ve çalışma fıkhı koymaları gerekir. Hâlbuki bu kişi ve gruplar ülkemizdeki sağcı kapitalist icazetli siyasetin ve masonların gönüllü ucuz oy depolarıdır. Ülkenin siyasi kimliğini dinen adlandıranların hayatları tutarlı ve velayet konusunda ilkeli olmaları beklenir. Ülkenin siyasi kimliğinin adını oyduktan sonra masonların peşinden yürümek sadece bir projeye köle olmaktır. Hem kapitalizme ve liberalizme taşeronluk yapıp sonra da din adına insanları bankalara köle yapmanın sahih İslâmî anlayışla hiçbir ilgisi yoktur.
Allah Teâlâ faizle ilgili uyarılarını sürekli yapmış ve Medine Dönemi’nin başlarında şu ayeti indirmiştir:
“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ الرِّبَا أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ”
“Ey iman edenler! Kat kat artırarak faiz yemeyin. Allah’a karşı takvalı olun ki kurtulasınız.”[7] Bu ayet, faizin hem haram olduğuna hem de kat kat faiz alarak mal artırımının yasaklığına işaret etmektedir. Ayetteki asıl amaç ise katlamalı faizin yasak oluşu değil; kâfirler arasındaki verili durumun çirkinliğine ve faizden kazanılan şeyleri yemenin haram oluşuna dikkat çekmektir.[8] En son ayetleri hesaba katmadan bu ayetteki “kat kat” ifadesinden faizin bir kısmına meşruiyet çıkarmak ileri bir cehalet örneğidir. Dile ve dilin inceliklerine, deyimlere hâkim olamamanın ortaya çıkardığı vahim bir durumdur. Ya da banka patronlarına yol açmak için tedrici bile göz önünde bulundurmayı hesaplayamayan usulsüz/metotsuz yaklaşımdır.
Yeni bir toplum inşasında birçok hikmetleri gözeten Yüce Allah, ayetlerin tedriciliği sürecinde nihai değerlendirmesini Bakara suresinde yapmıştır. Faizli alışverişlerle ilgili şu ve benzeri ayetlerde olduğu gibi faiz yiyenler hakkında çok ağır ifadeler kullanmıştır:
“الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَن جَاءهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىَ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ”
“Faiz yiyenler (mezarlarından) şeytan çarpmış kimsenin kalktığı gibi kalkacaklardır. Bunun sebebi, ticaret de tıpkı faiz gibidir demeleridir. Oysa Allah ticareti helal, faizi haram kılmıştır. O hâlde her kim kendisine Rabbinden bir öğüt ulaşır da (faizcilikten) vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir. Onun (ahiretteki) durumu Allah’a kalmıştır. Fakat kim de yeniden (faizciliğe) dönerse, işte onlar cehennem halkıdır ve ebediyen orada kalacaklardır.”[9] Kur’an-ı Kerim’i tefekkür ve tedebbürle okuyan kişiler bilirler ki cehennemde ebedi olarak kalacak olanlar bütün türleriyle inkâr üzerine ölen kâfirler[10] ve bilerek bir Müslüman’ı öldüren kimselerdir.[11] Burada fıkhi ve kelami tartışmalara girmeden literal bir okumadan hareketle vardığımız bir sonucu paylaşıyoruz. Allah (c.c.), insan emeğine ve alın terine vermiş olduğu değerden dolayı faizli alışverişi de bu saydığımız günahlara adeta denk tutmuş ve yukarıdaki ayette bunu açıkça beyan etmiştir. Faiz yiyenlerin de cehennemde ebedi kalacaklarına Bakara Suresinin 275. Ayetinde vurgu yapmıştır. Şu ayette de faizle ticaret yapanlara Allah ve Resulünden savaş açıldığını bildirmiştir:
“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِين فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ”
“Ey iman edenler! Eğer (Allah’a) gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun da (geçmişten) kalan faiz alacaklarınızdan vazgeçin. Şayet bunu yapmayacak olursanız Allah’tan ve Peygamberinden (size bir) savaş açıldığını bilmiş olun. Fakat tövbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Ne zulmedin ne de zulme uğrayın. ”[12] “فَأْذَنُواْ” kelimesinin başındaki hemzeyi ‘katı’ okuduğumuz zaman ayetin anlamı; “helal sayarak faizli muamele yapanlara savaş açılacağını bildirmek/ilan etmek” demektir. Bu çerçevede ibni Abbas’tan(ö: 68/687), şu rivayet gelmiştir: “Kim helal kabul ederek faiz alıp vermeye devam eder ve vaz geçmez ise, İmam/halife tarafından önce tevbe etmeye çağrılır; bu çağrıya rağmen faizli muameleleri terk etmezse boynu vurulur.”[13] İbni Abbas’a ait bu kanaat tabiinin en büyük temsilcilerinden olan ve birçok sahabi ile görüşen Hasan el-Basri tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Faizli muameleden vaz geçmeyenleri eğer varsa imam/devlet başkanı önce tevbeye davet eder. Tevbe ederlerse silah çekilmez, şayet faiz alıp vermeye devam ederlerse savaş açılır.”[14] Aslında İbni Abbas’ın ve Hasan el-Basri’nin görüşleri faizli muamelenin ve emek sömürüsünün İslâm’da insanın can emniyetini ortadan kaldıran bir suç olduğunun beyanıdır. Olayı salt öldürme şeklinde yorumlamak doğru değildir. Buradaki vurgu insanların emeklerini çalmanın ve emeksiz kazanç sağlamanın toplumsal zararlarıyla alakalıdır. İnsanlık için çok büyük zararlar oluşturan ve insani düşünceleri yok eden faize karşı denk bir ceza verilerek zulüm ve sömürü önlenmek istenmiştir.
Bakara suresinin 281. ayeti ki faizle ilgili ayetlerin kapanış ayetidir. Kur’an’ın en son inen ayeti olduğu söylenmektedir. Bu görüşü Hz. Ömer’in(ö.h.23/644) şu sözü doğrulamaktadır: “Kur’an’ın son inen ayet(ler)i faiz (riba) ayetleridir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunları bize detaylıca açıklayamadan vefat etti. Bu nedenle faizi ve faiz şüphesi olan her şeyi bırakınız.”[15] Hz. Peygamber (s.a.v.), faizi “İnsanı ahirette helake götüren en büyük yedi günahtan birisi” olarak saymıştır.[16] Kul hakkı olması ve sömürüye zemin hazırlaması nedeniyle "Bir dirheminin bile zinadan ağır günah olduğuna"[17] vurgu yapan Resulullah (s.a.v.), zamanın kötü yöndeki siyasal ve sosyal değişimiyle faiz yemeyecek kimsenin neredeyse/istemeyerek de olsa kalmayacağını şöyle haber vermiştir: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki faiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Hiç yemeyene bile tozundan/buharından bir şeyler bulaşacaktır. ”[18] Öyle ki Resulullah (s.a.v.), sadece faizle ticaret yapıp kazancını yiyen kimselere değil, faize kurumsal anlamda destek verenlere de şu hadiste olduğu gibi şiddetli uyarılarda bulunmuştur: “Allah faiz yiyene de, kâtiplerine de, şahitlerine de lanet etsin.”[19] Faize kurumsal desteği yasaklayan bu hadis aynı zamanda faizin kurumsallaştırılmasını da yasaklamaktadır. Lanet ifadesini çok az kullanan Hz. Peygamber (s.a.v.), faizle ilgili tembihat kabilinden bu ifadeyi kullanmışsa, bunun temelinde yatan ana düşünce; toplumdaki fiyat artışlarından ahlaki gidişata, sosyal ilişkilerden siyasal yapılanmaya kadar negatif etkisi olan faizin ne olduğunu kavramasındaki temel dinamiklerdir. “İnsan için elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık olmadığını”[20] belirten Resulullah(s.a.v.): “Şüpheli olmayana karşı şüpheli şeyleri (hemen) terk et, çünkü hayır kalbinin yatıştığında, şer de şüphe duyduğun ve kalbinin yatışmadığı şeydedir.”[21] Buyurmuştur. Faizin yürürlükte olduğu bir sistemde ne can ne de mal ve namus emniyeti olur. Hele de faizin meşru sayılarak hurmetinin inkâr edildiği yerlerde din emniyeti de kalmaz. Emniyetlere sahip çıkılmadığından dolayı faizin meşru görüldüğü bir siyasi nizam İslâm nazarında gayri meşrudur. Böyle bir siyasi sistemi tüm emniyetlerin garanti altına alındığı İslâm nizamı ile değiştirmek ve bu uğurda mücadele vermek Müslümanların üzerine farz bir görevdir.
“Faizin yetmişten fazla babının/kapısının” olduğunu söyleyen Hz. Muhammed (s.a.v.),[22] uygulamadaki çeşitliliğe; farklı isimlerle faizi işler hâle getirmeye dikkat çekip bu yapılanmanın yanlışlığına işaret etmiştir. Terhip ifade eden bu rivayetleri anlamak istemeyen seküler kafa, rivayetle ilgili rasyonel değerlendirmeler yapsa da hadisin anlamı gayet açıktır: İnsanların çeşitli oyunlarla mallarını alıp emeklerini sömürmek zinadan bile beter bir suçtur. Çünkü faizle uğraşanlar sadece insanın malını değil her şeyini meta haline getiren sonra da iğfal etmesi için sermayenin önüne atan zalimlerdir. Az önceki çıkışıyla Peygamber Efendimiz, faizin bireysel ve kurumsal uygulamalarının haramlığının derecesine dikkat çekmiştir. Faizle ilgili tüm uygulamaları insanlık suçu, emek katilliği ve fakirliğin yaygınlaşmasının etkenlerinden gördüğü için Veda Haccındaki meşhur hutbesinde: "Faizli alışverişlerin uygulamadan kaldırıldığını”[23] duyurmuştur. Hatta hileli yollarla icra edilen “ıyne ’’ alışverişini faiz kabul etmiş ve şu evrensel uyarıyı yapmıştır: “Iyne alışverişi yapar (faizle gelir elde ederseniz), öküzün peşine takılarak ziraatçiliğe razı olur da cihadı da (tamamen) bırakırsanız, Allah Teâlâ size öyle bir zillet musallat eder ki siz (iman ve uygulamadaki bütün ayrıntılarda) dininize yeniden dönmedikçe bu zilleti üzerinizden almaz.”[24] Hadisteki “Öküzün kuyruğuna yapışmak/peşine düşmek” ifadesi, dünyevi çıkarlarımızın dinimizin önüne geçmesi ve hayatı bu materyalist anlayışla anlamlandırmamıza işaret etmektedir. Ölene kadar maddi şeyler peşinde koşup ahireti unutmaktır. Hayatın kötü gidişatına müdahale etmeyip firavunların sınırlarını çizdiği ısmarlama bir hayata ve bunun kurumsal hâli olan siyasal yapılanmaya razı olmaktır. Sıradanlaşmaktır. Toplumum kucağına düşüp edilgen bir yaşayış tarzını öne çıkarmaktır. Öyle ki İbni Abbas (ö: 68/687); “Faizli muameleleri terk etmeyen kimselerin sadakalarının, haclarının ve cihadlarının kabul olunmayacağını söylemiştir.”[25] Esasında İbni Abbas’ın sözünü iyi değerlendirmek ve araştırmak gerekir. Zira amellerin kabul olunmaması dini bir emri inkâr veya haramı helal kabul etmek nedeniyle olabilir. Yahut da kul hakkının büyüklüğünden dolayı büyük sahabi böyle bir uyarıyı yapmış da olabilir. Ayrıca unutulmamalı ki İbni Abbas’ın bu değerlendirmeyi Peygamber Efendimizden duyma ihtimali de vardır.
Faizli muamelelerde insanlığa zarar vermek söz konusudur ki Hz. Peygamber bu tip ticareti büyük günahlardan kabul etmiştir.[26] İşte bu ulvi anlayışa göre bir dirhem faizli alışveriş zinadan beter görülmüştür.[27] Böyle bir yaklaşım nedeniyle, vatandaşlarının din ve mal emniyetini korumayı amaç edinen adil siyaset pratiğinde, faizle uğraşanlar önce uyarılır, tazir edilir ve tövbeye çağırılırlar. Bütün bunlara rağmen faiz yiyenler, haramda ısrar ederlerse onlara karşı savaş bile ilan edilebilir.[28] Hz. Peygamber(s.a.v.), Mekke’yi fethedince Attab b. Üseyd’i(ö.h.2/634) vali atamıştır. O da faizin her türlüsünün kaldırıldığını insanlara ilan etmiştir. Buna rağmen Amr Oğulları, Muğire Oğullarındaki faiz alacağını tahsil etmekte direnmişlerdir. Genç vali Attab, bu durumu Resulullah’a (s.a.v.) bildirince; “Eğer bu kabile faizli alış verişten vazgeçmeyecek olursa onlarla savaş” emrini vermiştir.[29] Bu uygulamanın amacı, insanları sömürtmemek ve kul haklarını ihlal ettirmemektir. Emeğe saygının kutsal olduğunu bütün zaman ve mekânlardaki herkese öğretmektir. Faiz ise emeksiz kazancın ve emek sömürüsünün başında gelmektedir. Hz. Muhammed’e ümmet olduğunu iddia eden Müslümanların gerek ayetlerdeki gerekse peygamberlerinin dilindeki bu ağır ifadelere rağmen faize ve faiz kurumlarına radikal bir bakış edinemeyişleri ve emek sermaye ortaklığına dayanan faizsiz alternatif kurumlar üretemeyişleri şaşılacak bir durumdur. Yeterli ilim adamlarının olmasına rağmen siyasetin ve sermayenin bu insanlara sahip çıkarak antikapitalist kurumlar oluşturamayışı, halkı Müslüman ülkelerdeki siyasal yapılanmanın dünya ticaret merkezinin kontrolündeki icazetli siyasete ram olmalarının da bir kanıtıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.): “Kişi sakıncalı olmayanı bile sakıncalı olana düşerim endişesiyle terk etmedikçe takvalı bir kul olma mertebesine kesinlikle ulaşamaz.”[30] buyurmuştur. Bu tavsiyesiyle Peygamber Efendimiz bizleri yediklerimiz, içtiklerimiz ve kazandıklarımızda itinalı olmaya davet etmiştir. Müslümanlar şüpheli şeylere karşı teyakkuz hâline getirilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, “İnsan yediği şeydir.” Yedikleri içtikleri insanı madden ve manen etkiler. İbadetimiz, ahlakımız, siyasetimiz ve ticari işlerimizdeki istikamet, yediklerimizle doğrudan alakalıdırlar. İnsani ve İslâmî terakkinin doğru yönde ilerlemesinin etkenlerinden birisi de kazanç yollarını kılı kırk yararcasına helalinden sağlamaktır. Kaynağı bilinmeyen şeyleri kendimizin ve aile fertlerimizin boğazlarından geçirtmemektir. Şüphelilerden sakınıp mubahlar hususunda bile duyarlı olmaktır. "Vadesi dolmamış bir alacağı daha azıyla peşin satmayı veya peşin ödenmesi gereken bir karşılığı (uzun) vadede daha fazla bir parayla kâra dönüştürmeyi” Resulullah nehiy etmiştir.[31] Kısacası O, bir satışta iki satışı; peşin alırsan şu fiyata, veresiye alırsan şu kadar paraya şeklindeki alışverişleri bile faiz endişesiyle yasaklamıştır.[32] Bu durumda ekonomiyi Kur’an ve sünnetin hükümleri çerçevesinde şekillendirmek gerekirken, dinin emir ve yasaklarını verili duruma göre yorumlayıp ideolojileri vahye baskın hale getirmek doğru bir yaklaşım değildir. Bu uygulama, çözüm üretmekten aciz kalan ya da İslâm’ın bir dünya görüşünün olmadığına inanan yetersiz ve teslimiyetçi akademisyenlerin modernizme nefes aldırmaktan başka bir şey yap(a)madıklarının açık göstergesidir.
[1] Şevkani, Muhammed b. Ali, Feth’u-l Kadir, s.234
[2] Maturidi, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed, Beyrut, 2005,Te’vilat, c. II, s.272.
[3]Es-Semerkandi,Ebu’l-Leys Nasr. B.Muhammed,Tenbih’ü-l Gafilîn, Beyrut, 2014, s.345.
[4] Tirmizi, sünen, Sıfatü’l- kıyame, 2518.
[5] Rum 30/39.
[6] Cemaluddin Yusuf b. Hilal es-Safedi, Keşf’ül esrar ve hetk’ü-l estar, İstanbul,2019, İsav yay, c.I,s. 307.
[7] Âl-i liman 3/130.
[8] Maturidi, Te’vilat, c. II, s. 476.
[9] Bakara 2/275.
[10] Bak: Maide 5/72; A’raf 7/40; Beyyine 98/6.
[11] Bak: Nisa 4/93.
[12] Bakara 2/278-279.
[13] Maturidi, Te’vilat, c. II, s.272.
[14] Basri, Hasan,Tefsir, c. I, s.110.
[15] Ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2276, c.II, s. 764; [15] Şevkani, Muhammed b. Ali, Feth’u-l Kadir, s.235.
[16] Buhari, 23, Vesaya, c.III, s. 195; Ebu Davud, 12, Vesaya, 10, h. no: 2874, c.III, s. 294; Nesai, Vesaya, 30, h. no: 12, c.VI, s. 257; Beyhaki, Vesaya, 36, h. no: 12667, c.VI, s. 464.
[17] Ahmed, Müsned, c. V, s. 224.
[18] Ebu Davud, 17, Büyû, 3, h. no: 3331, c.11I, s. 627; ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2278, c.II, s. 765; Nesai, Büyû, c.VII, s. 243; Hakim, Müstedrek, c.II, s. 13.
12 Ebu Davud, c.III, s. 627; ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2277, c.II, s. 764.
[20] Beyhaki, İcare, 15, h. no: 11691, c.VI, s.209.
[21] Hakim, Müstedrek, Büyû, h. no: 2169, c.II, s. 16.
[22] Abdurrezzak, Musannef, h. no: 15344, c.VIII, s. 314; ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2275, c.II, s. 764; Heyseıni, Mecmau’z-Zevaid, c.IV, s. 117.
[23] Tahavi, Ebu Cafer, Müşkilü’i-Âsâr, h. no: 3498, c.IV, s. 168.
[24] Ebu Davud, 17, Büyû, 56, h. no: 3462, c.llI, s.741.
[25] Hazin, Ali b. Mııhanmıed, Lübab’u-t Te’vil, trsz, c.I, s. 224.
[26] Beyhaki, Sünen-i Kübra, Vesaya, 8, h. no: 12586, c.VI, s. 444.
[27] Ahmed, Müsned, c.V, s. 224.
[28] Hazin, a.g.e, c.I, s. 225.
[29] Şevkani,a.g.e,s.237
[30] Suyuti, Cami’u-s Sağir, h. no: 9943, c. II, s. 586.
[31] Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 130.
[32] Heysemî, a.g.e, c. IV, s. 131.
MEHMET SÜRMELİ
Yukarıda beyan ettiğimiz gibi bankalardaki faiz uygulaması bu tarifin aynısıdır. Bu durum gösteriyor ki cahiliye; hayatın vahiy dışı görüşlerle, ideolojilerle anlamlandırılmasıdır. Allah’ın emir ve yasaklarının iktisadi alan dâhil hayatın hiçbir boyutunda hesaba katılmamasıdır. Bireysel veya kolektif hevanın hayatın belirleyicisi olmasıdır. Hâlâ da varlığını şekil değiştirerek ve geliştirerek; farklı ideolojik formlara bürünerek en radikal biçimde devam ettirmektedir. Modern cahiliyenin ruhu ve kalbi olan faiz, tarihin akışı içerisinde aklıselim insanlar tarafından hoş karşılanmamıştır. Hiçbir dönemde bugünkü kadar da revaç bulmamıştır. Zira faizin revaç bulması toplumda insaniyet duygularının tamamen öldüğünün göstergesidir. İnsanların faizden korunabilmeleri için dinimizin ticaret hukukunu içeren emirlerini ve yasaklarını iyi öğrenmeleri gerekir. Bu emirler ve yasaklar muhtasar şekilde ilmihâl kitaplarında mevcuttur. Her kim ki hangi işle meşgul oluyorsa dinimizin o konudaki emir ve yasaklarını bilmesi üzerine farz bir görevdir. Bu görevi hatırlatma babında Hz. Ali(r.a.) şöyle buyurmuştur: “ Bir kimse ticarete başlamadan önce dini konularda derin bir anlayış elde etmeyecek olursa faize batar ve sonunda faiz batağında boğulur” buyurmuştur. Aynı şekilde Hz. Ömer(r.a.)’da ; “Dinde derinleşmeyen kimseler bizim pazarlarımızda alış veriş yapmasınalar…” uyarısını yapmıştır.[3] Bu uyarıların ne kadar karşılık bulduğu Müslüman esnaf arasında ne kadarının ticaret ilmihâli okuduğuna dair yapılacak istatistikle belli olur. Faizin yaygınlık kazanması kul haklarının ve sömürünün topluma yerleşmesi ve zulmün kabul görmesiyle alakalıdır. Bu nedenle selef âlimleri faizin, zinanın, stokçuluğun, ölçü ve tartıda hilekârlığın ve uyuşturucunun tabana yayılmasını toplumların kıyameti olarak görmüşlerdir. Bütün bu kötülüklerden kurtulmak için Allah Resulünün şu hadisini iyi kavrayıp içselleştirmek şarttır: “Şüpheli olanlara karşılık içerisinde hiçbir şüphe olmayanları tercih et…”[4]
Kur’an-ı Kerim faizin haram olduğunu Mekkî ayetlerde de bildirmiştir. Şu ayet bunun kanıtıdır:
“وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ”
“İnsanların servetlerinde artış sağlansın diye faiz kabilinden verdiğiniz şeyler, Allah katında herhangi bir artışa vesile olmaz. Allah’ın rızasını kazanmak için verdiğiniz, (vicdanınızı, servetinizi, sosyal bünyenizi arındıran, berekete vesile olan) zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat artıranlardır.” [5] Mekke Dönemi’nde siyasal hâkimiyeti eline alamayan Resulullah (s.a.v.) ve müminler bu müzmin hastalığa engel olamamışlardır. Çünkü ellerinde hiçbir yaptırım gücü yoktur. Yüce Allah, insanların vicdanını harekete geçirmek suretiyle bu günahı engellemek istemiş ama Mekkeli zenginler varlık alanlarını ve ticari hayatlarını faize borçlu oldukları için, İslâm’ın bu emrine şiddetle karşı çıkmışlardır. Riba-n nesie ve riba-1 fadl denilen iki tür faiz uygulamasını da yapmışlardır. Menfaatleri yok olacak endişesiyle faizi yasaklayan İslâm’a savaş açmışlardır. Burada şu konuyu bir defa daha açmakta yarar görüyoruz. Mekke siyasal statü olarak “Dar’ü-l harb” olmasına rağmen faiz yasaklanmıştır. Siyasal erk Müslümanların elinde olmadığı için bu haram muameleyle uğraşanlara ve alın terini sömürenlere Peygamber Efendimiz bir şey yapamamıştır. Zira hududun ve tazir cezalarının uygulanabilmesi için hukukun kaynağının Kur’an-ı Kerim ve sünnet olması, velayet makamının da Müslümanların elinde olması şarttır. Fakat ahlaken de olsa faizin Mekke’de yasaklanması dar’ü-l harpte de kimsenin malını zulmen yemenin meşru olmadığının tescilidir. Bu ifadelerimiz imamlarımızın cumhurunun kanaatidir. Bu bağlamda şu tespitleri önemsiyoruz: “Faizin haram kılınması mutlak bir nehiydir. Zimmet ehlinden olan Yahudi ve Hristiyanların mallarını dahi faizle almak haram olduğuna göre Müslümanların mallarını faizle yemek daha da haramdır. Müslümanlar için faizli muamele asla caiz değildir. Faizli muameleler kişiyi cehenneme girdirir ve asla yardım da görmez.”[6] Bir Hanefi kaynağından aldığımız bu görüş bizim için oldukça manidardır. Hanefilerin dar’ü-l harpte kâfirlerle yapılan faizli muameleleri caiz gördüklerini iddia edenlere bir cevaptır. Burada bilinmesi gereken; faiz Mekke’de Rum suresinin 39. Ayetiyle ilk defa yasaklanmış ve Medine döneminde ise siyasal velayetin Müslümanlara geçmesiyle beraber gerekli idari ve cezai tedbirler alınmıştır. Bütün bunlara rağmen İmam Ebu Hanife’nin küfre karşı olan çok radikal bir görüşünden hareketle dar’ü-l harpte faiz caizdir diyerek gerek ülkemizde ve gerekse Batı Avrupa’daki Müslümanlar için bankalardan faiz alınabileceğini söyleyenler; dünyadaki yeni bankacılık sistemini ve paranın seyrini kasıtlı olarak bilmemezlikten gelmektedirler. Yeni bankacılık sisteminde aslan payı banka sahiplerine ve garantörü olan çok uluslu şirketlere akmaktadır. Ayrıca Müslüman nüfusun yoğun olduğu Avrupa devletlerinde Müslümanlar (!) da paralarını bankalara yatırmaktadırlar veya bankalardan kredi çekmektedirler. Dolayısıyla bu mantıkla hareket edenler kendi dindaşlarını da sömürmektedirler. Asıl unutulmaması gereken ise kapitalizmin kalbi sayılan bankalar, mudilerinin paralarıyla ayakta durmaktadırlar. Para yatıranlar sermaye sahipleri vasıtasıyla daha çok sömürülmektedirler. Bu bağlamda daha garip olan ise dar’ü-l harp konusunda bu söylem sahiplerinin hiç de samimi olmamalarıdır. Eğer böyle önemli bir görüşü savunuyorlar ise ülkemiz için ortaya bir cihad ve çalışma fıkhı koymaları gerekir. Hâlbuki bu kişi ve gruplar ülkemizdeki sağcı kapitalist icazetli siyasetin ve masonların gönüllü ucuz oy depolarıdır. Ülkenin siyasi kimliğini dinen adlandıranların hayatları tutarlı ve velayet konusunda ilkeli olmaları beklenir. Ülkenin siyasi kimliğinin adını oyduktan sonra masonların peşinden yürümek sadece bir projeye köle olmaktır. Hem kapitalizme ve liberalizme taşeronluk yapıp sonra da din adına insanları bankalara köle yapmanın sahih İslâmî anlayışla hiçbir ilgisi yoktur.
Allah Teâlâ faizle ilgili uyarılarını sürekli yapmış ve Medine Dönemi’nin başlarında şu ayeti indirmiştir:
“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ الرِّبَا أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ”
“Ey iman edenler! Kat kat artırarak faiz yemeyin. Allah’a karşı takvalı olun ki kurtulasınız.”[7] Bu ayet, faizin hem haram olduğuna hem de kat kat faiz alarak mal artırımının yasaklığına işaret etmektedir. Ayetteki asıl amaç ise katlamalı faizin yasak oluşu değil; kâfirler arasındaki verili durumun çirkinliğine ve faizden kazanılan şeyleri yemenin haram oluşuna dikkat çekmektir.[8] En son ayetleri hesaba katmadan bu ayetteki “kat kat” ifadesinden faizin bir kısmına meşruiyet çıkarmak ileri bir cehalet örneğidir. Dile ve dilin inceliklerine, deyimlere hâkim olamamanın ortaya çıkardığı vahim bir durumdur. Ya da banka patronlarına yol açmak için tedrici bile göz önünde bulundurmayı hesaplayamayan usulsüz/metotsuz yaklaşımdır.
Yeni bir toplum inşasında birçok hikmetleri gözeten Yüce Allah, ayetlerin tedriciliği sürecinde nihai değerlendirmesini Bakara suresinde yapmıştır. Faizli alışverişlerle ilgili şu ve benzeri ayetlerde olduğu gibi faiz yiyenler hakkında çok ağır ifadeler kullanmıştır:
“الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَن جَاءهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىَ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ”
“Faiz yiyenler (mezarlarından) şeytan çarpmış kimsenin kalktığı gibi kalkacaklardır. Bunun sebebi, ticaret de tıpkı faiz gibidir demeleridir. Oysa Allah ticareti helal, faizi haram kılmıştır. O hâlde her kim kendisine Rabbinden bir öğüt ulaşır da (faizcilikten) vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir. Onun (ahiretteki) durumu Allah’a kalmıştır. Fakat kim de yeniden (faizciliğe) dönerse, işte onlar cehennem halkıdır ve ebediyen orada kalacaklardır.”[9] Kur’an-ı Kerim’i tefekkür ve tedebbürle okuyan kişiler bilirler ki cehennemde ebedi olarak kalacak olanlar bütün türleriyle inkâr üzerine ölen kâfirler[10] ve bilerek bir Müslüman’ı öldüren kimselerdir.[11] Burada fıkhi ve kelami tartışmalara girmeden literal bir okumadan hareketle vardığımız bir sonucu paylaşıyoruz. Allah (c.c.), insan emeğine ve alın terine vermiş olduğu değerden dolayı faizli alışverişi de bu saydığımız günahlara adeta denk tutmuş ve yukarıdaki ayette bunu açıkça beyan etmiştir. Faiz yiyenlerin de cehennemde ebedi kalacaklarına Bakara Suresinin 275. Ayetinde vurgu yapmıştır. Şu ayette de faizle ticaret yapanlara Allah ve Resulünden savaş açıldığını bildirmiştir:
“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِين فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ”
“Ey iman edenler! Eğer (Allah’a) gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun da (geçmişten) kalan faiz alacaklarınızdan vazgeçin. Şayet bunu yapmayacak olursanız Allah’tan ve Peygamberinden (size bir) savaş açıldığını bilmiş olun. Fakat tövbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Ne zulmedin ne de zulme uğrayın. ”[12] “فَأْذَنُواْ” kelimesinin başındaki hemzeyi ‘katı’ okuduğumuz zaman ayetin anlamı; “helal sayarak faizli muamele yapanlara savaş açılacağını bildirmek/ilan etmek” demektir. Bu çerçevede ibni Abbas’tan(ö: 68/687), şu rivayet gelmiştir: “Kim helal kabul ederek faiz alıp vermeye devam eder ve vaz geçmez ise, İmam/halife tarafından önce tevbe etmeye çağrılır; bu çağrıya rağmen faizli muameleleri terk etmezse boynu vurulur.”[13] İbni Abbas’a ait bu kanaat tabiinin en büyük temsilcilerinden olan ve birçok sahabi ile görüşen Hasan el-Basri tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Faizli muameleden vaz geçmeyenleri eğer varsa imam/devlet başkanı önce tevbeye davet eder. Tevbe ederlerse silah çekilmez, şayet faiz alıp vermeye devam ederlerse savaş açılır.”[14] Aslında İbni Abbas’ın ve Hasan el-Basri’nin görüşleri faizli muamelenin ve emek sömürüsünün İslâm’da insanın can emniyetini ortadan kaldıran bir suç olduğunun beyanıdır. Olayı salt öldürme şeklinde yorumlamak doğru değildir. Buradaki vurgu insanların emeklerini çalmanın ve emeksiz kazanç sağlamanın toplumsal zararlarıyla alakalıdır. İnsanlık için çok büyük zararlar oluşturan ve insani düşünceleri yok eden faize karşı denk bir ceza verilerek zulüm ve sömürü önlenmek istenmiştir.
Bakara suresinin 281. ayeti ki faizle ilgili ayetlerin kapanış ayetidir. Kur’an’ın en son inen ayeti olduğu söylenmektedir. Bu görüşü Hz. Ömer’in(ö.h.23/644) şu sözü doğrulamaktadır: “Kur’an’ın son inen ayet(ler)i faiz (riba) ayetleridir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunları bize detaylıca açıklayamadan vefat etti. Bu nedenle faizi ve faiz şüphesi olan her şeyi bırakınız.”[15] Hz. Peygamber (s.a.v.), faizi “İnsanı ahirette helake götüren en büyük yedi günahtan birisi” olarak saymıştır.[16] Kul hakkı olması ve sömürüye zemin hazırlaması nedeniyle "Bir dirheminin bile zinadan ağır günah olduğuna"[17] vurgu yapan Resulullah (s.a.v.), zamanın kötü yöndeki siyasal ve sosyal değişimiyle faiz yemeyecek kimsenin neredeyse/istemeyerek de olsa kalmayacağını şöyle haber vermiştir: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki faiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Hiç yemeyene bile tozundan/buharından bir şeyler bulaşacaktır. ”[18] Öyle ki Resulullah (s.a.v.), sadece faizle ticaret yapıp kazancını yiyen kimselere değil, faize kurumsal anlamda destek verenlere de şu hadiste olduğu gibi şiddetli uyarılarda bulunmuştur: “Allah faiz yiyene de, kâtiplerine de, şahitlerine de lanet etsin.”[19] Faize kurumsal desteği yasaklayan bu hadis aynı zamanda faizin kurumsallaştırılmasını da yasaklamaktadır. Lanet ifadesini çok az kullanan Hz. Peygamber (s.a.v.), faizle ilgili tembihat kabilinden bu ifadeyi kullanmışsa, bunun temelinde yatan ana düşünce; toplumdaki fiyat artışlarından ahlaki gidişata, sosyal ilişkilerden siyasal yapılanmaya kadar negatif etkisi olan faizin ne olduğunu kavramasındaki temel dinamiklerdir. “İnsan için elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık olmadığını”[20] belirten Resulullah(s.a.v.): “Şüpheli olmayana karşı şüpheli şeyleri (hemen) terk et, çünkü hayır kalbinin yatıştığında, şer de şüphe duyduğun ve kalbinin yatışmadığı şeydedir.”[21] Buyurmuştur. Faizin yürürlükte olduğu bir sistemde ne can ne de mal ve namus emniyeti olur. Hele de faizin meşru sayılarak hurmetinin inkâr edildiği yerlerde din emniyeti de kalmaz. Emniyetlere sahip çıkılmadığından dolayı faizin meşru görüldüğü bir siyasi nizam İslâm nazarında gayri meşrudur. Böyle bir siyasi sistemi tüm emniyetlerin garanti altına alındığı İslâm nizamı ile değiştirmek ve bu uğurda mücadele vermek Müslümanların üzerine farz bir görevdir.
“Faizin yetmişten fazla babının/kapısının” olduğunu söyleyen Hz. Muhammed (s.a.v.),[22] uygulamadaki çeşitliliğe; farklı isimlerle faizi işler hâle getirmeye dikkat çekip bu yapılanmanın yanlışlığına işaret etmiştir. Terhip ifade eden bu rivayetleri anlamak istemeyen seküler kafa, rivayetle ilgili rasyonel değerlendirmeler yapsa da hadisin anlamı gayet açıktır: İnsanların çeşitli oyunlarla mallarını alıp emeklerini sömürmek zinadan bile beter bir suçtur. Çünkü faizle uğraşanlar sadece insanın malını değil her şeyini meta haline getiren sonra da iğfal etmesi için sermayenin önüne atan zalimlerdir. Az önceki çıkışıyla Peygamber Efendimiz, faizin bireysel ve kurumsal uygulamalarının haramlığının derecesine dikkat çekmiştir. Faizle ilgili tüm uygulamaları insanlık suçu, emek katilliği ve fakirliğin yaygınlaşmasının etkenlerinden gördüğü için Veda Haccındaki meşhur hutbesinde: "Faizli alışverişlerin uygulamadan kaldırıldığını”[23] duyurmuştur. Hatta hileli yollarla icra edilen “ıyne ’’ alışverişini faiz kabul etmiş ve şu evrensel uyarıyı yapmıştır: “Iyne alışverişi yapar (faizle gelir elde ederseniz), öküzün peşine takılarak ziraatçiliğe razı olur da cihadı da (tamamen) bırakırsanız, Allah Teâlâ size öyle bir zillet musallat eder ki siz (iman ve uygulamadaki bütün ayrıntılarda) dininize yeniden dönmedikçe bu zilleti üzerinizden almaz.”[24] Hadisteki “Öküzün kuyruğuna yapışmak/peşine düşmek” ifadesi, dünyevi çıkarlarımızın dinimizin önüne geçmesi ve hayatı bu materyalist anlayışla anlamlandırmamıza işaret etmektedir. Ölene kadar maddi şeyler peşinde koşup ahireti unutmaktır. Hayatın kötü gidişatına müdahale etmeyip firavunların sınırlarını çizdiği ısmarlama bir hayata ve bunun kurumsal hâli olan siyasal yapılanmaya razı olmaktır. Sıradanlaşmaktır. Toplumum kucağına düşüp edilgen bir yaşayış tarzını öne çıkarmaktır. Öyle ki İbni Abbas (ö: 68/687); “Faizli muameleleri terk etmeyen kimselerin sadakalarının, haclarının ve cihadlarının kabul olunmayacağını söylemiştir.”[25] Esasında İbni Abbas’ın sözünü iyi değerlendirmek ve araştırmak gerekir. Zira amellerin kabul olunmaması dini bir emri inkâr veya haramı helal kabul etmek nedeniyle olabilir. Yahut da kul hakkının büyüklüğünden dolayı büyük sahabi böyle bir uyarıyı yapmış da olabilir. Ayrıca unutulmamalı ki İbni Abbas’ın bu değerlendirmeyi Peygamber Efendimizden duyma ihtimali de vardır.
Faizli muamelelerde insanlığa zarar vermek söz konusudur ki Hz. Peygamber bu tip ticareti büyük günahlardan kabul etmiştir.[26] İşte bu ulvi anlayışa göre bir dirhem faizli alışveriş zinadan beter görülmüştür.[27] Böyle bir yaklaşım nedeniyle, vatandaşlarının din ve mal emniyetini korumayı amaç edinen adil siyaset pratiğinde, faizle uğraşanlar önce uyarılır, tazir edilir ve tövbeye çağırılırlar. Bütün bunlara rağmen faiz yiyenler, haramda ısrar ederlerse onlara karşı savaş bile ilan edilebilir.[28] Hz. Peygamber(s.a.v.), Mekke’yi fethedince Attab b. Üseyd’i(ö.h.2/634) vali atamıştır. O da faizin her türlüsünün kaldırıldığını insanlara ilan etmiştir. Buna rağmen Amr Oğulları, Muğire Oğullarındaki faiz alacağını tahsil etmekte direnmişlerdir. Genç vali Attab, bu durumu Resulullah’a (s.a.v.) bildirince; “Eğer bu kabile faizli alış verişten vazgeçmeyecek olursa onlarla savaş” emrini vermiştir.[29] Bu uygulamanın amacı, insanları sömürtmemek ve kul haklarını ihlal ettirmemektir. Emeğe saygının kutsal olduğunu bütün zaman ve mekânlardaki herkese öğretmektir. Faiz ise emeksiz kazancın ve emek sömürüsünün başında gelmektedir. Hz. Muhammed’e ümmet olduğunu iddia eden Müslümanların gerek ayetlerdeki gerekse peygamberlerinin dilindeki bu ağır ifadelere rağmen faize ve faiz kurumlarına radikal bir bakış edinemeyişleri ve emek sermaye ortaklığına dayanan faizsiz alternatif kurumlar üretemeyişleri şaşılacak bir durumdur. Yeterli ilim adamlarının olmasına rağmen siyasetin ve sermayenin bu insanlara sahip çıkarak antikapitalist kurumlar oluşturamayışı, halkı Müslüman ülkelerdeki siyasal yapılanmanın dünya ticaret merkezinin kontrolündeki icazetli siyasete ram olmalarının da bir kanıtıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.): “Kişi sakıncalı olmayanı bile sakıncalı olana düşerim endişesiyle terk etmedikçe takvalı bir kul olma mertebesine kesinlikle ulaşamaz.”[30] buyurmuştur. Bu tavsiyesiyle Peygamber Efendimiz bizleri yediklerimiz, içtiklerimiz ve kazandıklarımızda itinalı olmaya davet etmiştir. Müslümanlar şüpheli şeylere karşı teyakkuz hâline getirilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, “İnsan yediği şeydir.” Yedikleri içtikleri insanı madden ve manen etkiler. İbadetimiz, ahlakımız, siyasetimiz ve ticari işlerimizdeki istikamet, yediklerimizle doğrudan alakalıdırlar. İnsani ve İslâmî terakkinin doğru yönde ilerlemesinin etkenlerinden birisi de kazanç yollarını kılı kırk yararcasına helalinden sağlamaktır. Kaynağı bilinmeyen şeyleri kendimizin ve aile fertlerimizin boğazlarından geçirtmemektir. Şüphelilerden sakınıp mubahlar hususunda bile duyarlı olmaktır. "Vadesi dolmamış bir alacağı daha azıyla peşin satmayı veya peşin ödenmesi gereken bir karşılığı (uzun) vadede daha fazla bir parayla kâra dönüştürmeyi” Resulullah nehiy etmiştir.[31] Kısacası O, bir satışta iki satışı; peşin alırsan şu fiyata, veresiye alırsan şu kadar paraya şeklindeki alışverişleri bile faiz endişesiyle yasaklamıştır.[32] Bu durumda ekonomiyi Kur’an ve sünnetin hükümleri çerçevesinde şekillendirmek gerekirken, dinin emir ve yasaklarını verili duruma göre yorumlayıp ideolojileri vahye baskın hale getirmek doğru bir yaklaşım değildir. Bu uygulama, çözüm üretmekten aciz kalan ya da İslâm’ın bir dünya görüşünün olmadığına inanan yetersiz ve teslimiyetçi akademisyenlerin modernizme nefes aldırmaktan başka bir şey yap(a)madıklarının açık göstergesidir.
[1] Şevkani, Muhammed b. Ali, Feth’u-l Kadir, s.234
[2] Maturidi, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed, Beyrut, 2005,Te’vilat, c. II, s.272.
[3]Es-Semerkandi,Ebu’l-Leys Nasr. B.Muhammed,Tenbih’ü-l Gafilîn, Beyrut, 2014, s.345.
[4] Tirmizi, sünen, Sıfatü’l- kıyame, 2518.
[5] Rum 30/39.
[6] Cemaluddin Yusuf b. Hilal es-Safedi, Keşf’ül esrar ve hetk’ü-l estar, İstanbul,2019, İsav yay, c.I,s. 307.
[7] Âl-i liman 3/130.
[8] Maturidi, Te’vilat, c. II, s. 476.
[9] Bakara 2/275.
[10] Bak: Maide 5/72; A’raf 7/40; Beyyine 98/6.
[11] Bak: Nisa 4/93.
[12] Bakara 2/278-279.
[13] Maturidi, Te’vilat, c. II, s.272.
[14] Basri, Hasan,Tefsir, c. I, s.110.
[15] Ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2276, c.II, s. 764; [15] Şevkani, Muhammed b. Ali, Feth’u-l Kadir, s.235.
[16] Buhari, 23, Vesaya, c.III, s. 195; Ebu Davud, 12, Vesaya, 10, h. no: 2874, c.III, s. 294; Nesai, Vesaya, 30, h. no: 12, c.VI, s. 257; Beyhaki, Vesaya, 36, h. no: 12667, c.VI, s. 464.
[17] Ahmed, Müsned, c. V, s. 224.
[18] Ebu Davud, 17, Büyû, 3, h. no: 3331, c.11I, s. 627; ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2278, c.II, s. 765; Nesai, Büyû, c.VII, s. 243; Hakim, Müstedrek, c.II, s. 13.
12 Ebu Davud, c.III, s. 627; ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2277, c.II, s. 764.
[20] Beyhaki, İcare, 15, h. no: 11691, c.VI, s.209.
[21] Hakim, Müstedrek, Büyû, h. no: 2169, c.II, s. 16.
[22] Abdurrezzak, Musannef, h. no: 15344, c.VIII, s. 314; ibni Mace, Ticaret, 58, h. no: 2275, c.II, s. 764; Heyseıni, Mecmau’z-Zevaid, c.IV, s. 117.
[23] Tahavi, Ebu Cafer, Müşkilü’i-Âsâr, h. no: 3498, c.IV, s. 168.
[24] Ebu Davud, 17, Büyû, 56, h. no: 3462, c.llI, s.741.
[25] Hazin, Ali b. Mııhanmıed, Lübab’u-t Te’vil, trsz, c.I, s. 224.
[26] Beyhaki, Sünen-i Kübra, Vesaya, 8, h. no: 12586, c.VI, s. 444.
[27] Ahmed, Müsned, c.V, s. 224.
[28] Hazin, a.g.e, c.I, s. 225.
[29] Şevkani,a.g.e,s.237
[30] Suyuti, Cami’u-s Sağir, h. no: 9943, c. II, s. 586.
[31] Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 130.
[32] Heysemî, a.g.e, c. IV, s. 131.
MEHMET SÜRMELİ
Yazarın Diğer Makaleleri
Yazarlar
Copyright 2020 Kayseri ana haber | Yazılm: Taha Medya
Henüz Yorum yok