Mehmet Sürmeli

Tasavvufta Terakki ve Zikir Kavramları

NETİCEYİ KELAM; BİR KİTABIN HATİMESİ

Tasavvufta terakki ve ilerleme kavramları çok kullanılmaktadır. Özellikle tasavvufu bir irfan mektebi ve İslâmî hareket altyapısı şeklinde görmeyenler terakkiyi daha da farklı algılamaktadırlar. Onlara göre terakki; güzel rüyalar görmek, keramet sahibi olmak veya şeyh efendinin gözüne girmektir. Böyle bir anlayışa sahip olanlar şeytanların aldatmasına çok açıktırlar. Tasavvuf gibi bir mektebi bu kadar basit ve sığ değerlendiren kişilere söyleyecek çok fazla söz bulamıyoruz. Ama bilmeleri gerekir ki ne yaşadıkları hayatın gerçek tasavvufla ilgisi vardır; ne de ilerleme/terakki diye itimat ettikleri şey gerçek terakkidir.

Bize göre terakki, Allah Teâlâ’nın rızasına uygun ameller yapmak ve gerçek anlamda O’na kul olabilmektir. Terakki; beşeriyetten ubudiyet makamına geçiştir. Aslında soyut düşünce gibi zannedilen bu durum soyut değildir. Ölçülebilir ve yaşanabilir bir durumdur. Terakki, hayatın bütün alanlarında vahye uymaktır. Terakki, hayatın uzunluk, genişlik ve derinlik boyutlarında Peygamber Efendimize benzemektir. İmanda, ibadetlerde, hukuka riayette, dünyayı algılamada, serveti dağıtmakta, fakirlik sorununu halletmekte, insanlara karşı muamelede, bilgiyi paylaşmakta, sorunları çözerek hayatın öznesi olmakta, haksızlığa karşı kıyamda, dinimizi hayatın belirleyicisi kılmakta, mazlumların sesi olmakta, tevhidi bir eğitim modeli inşa etmekte, bu eğitim ve öğretimi tabana yayamakta, sağlığı korumakta, fitnelere tavır almakta, kâfirlere velâyeti teslim etmemekte, bir dar’u-l İslâm kurmak için gayret etmekte, helal gıda ile beslenmekte, ümmeti inanç alanı başta olmak üzere tehlikelere karşı uyarmakta ve her türlü emperyalist saldırıya karşı teyakkuz hâlinde olmakta, Hz. Peygamber(s.a.v.)’i örnek almak ve onun cihadını takip etmek gerçek terakkidir. İdeal olan ilerleme budur. Biz bu çalışmamızda tasavvufu avami bir dereceye indiren ve terakkiyi kurumsal kölelik olarak görüp dayatanlara gerçek ve ideal terakkiyi tanıtmaya çalıştık. Bu çalışma, yaşananlara hiçbir şahsı muhatap almadan verilen bir cevaptır. Tasavvufa içerden bir eleştiridir. Okuyanlar hüsn-ü muamele ile anlatılanlara yaklaşırlarsa umarız yararlanırlar.

Çalışmamızdan, hiç kimse bizim tasavvufa reddiyeci yaklaştığımız sonucuna varmasın. Biz tasavvufu sünnete ittibada görüyoruz. Sahabe gibi dine sadakat ve uğrunda fedâkarlık olmadan tasavvufi bir hayatın olamayacağına inanıyoruz. Bidatlarla istila edilmiş bir tasavvuf (!) anlayışına ise modern cahiliyeye karşı olduğumuz kadar karşıyız. Fakat Hz. Peygamber’in dünyaya bakışını ve cihadını sistematik hâle getiren irfan mekteplerinin muhibbiyiz. Böyle bir mektepten geçmeden bireysel anlamda cemaat olunamayacağına inanıyoruz. Bu inancımızın gereği Hasan el- Basri, Süfyan es-sevri, Fudayl b. İyaz, Maruf el-Kerhi, Seri es-Sakati,  Cüneyd el- Bağdadi, Abdulkadir Geylani, Yusuf el- Hemadani, Muhammed Bahauddin Nakşibendi, Ahmed Faruk Serhendi, Mevlana Halid el- Bağdadi (Allah Teâlâ cümlesindan razı olsun) vb. tasavvuf ulemasının İslâm’ı yaşama tarzlarına hayranız. Böyle güzel bir yolda azimet fıkhıyla amel ederek terakki etmeyi şiar edinenlere gıpta ile baktığımızı bu çalışmamız vesilesiyle bir defa daha yineliyoruz…

Çalışmamız, “zikir” kavramının anlamını daraltan ve bu anlamı daraltılmış hâlini mutlaklaştıran bakış açısının eksikliğini de ortaya koymuştur. Bunun yerine Kur’an ve sünnetten yola çıkarak bir “zikir” anlayışı ortaya koymaya çalışmıştır.

 Bu anlayışa göre zikrin farz-ı ayın kısmının öne alınması şarttır. Yoğunluk farz zikirlere verilmeli ve sûfiler; iman, ibadet, ahlak, siyaset, ticaret, iktisadi ilişkiler, hukuk, eğitim, öğretim, suçların sıfırlanması, suçlulara verilecek cezalarda denge ve adalet prensibi, haram kazanç yolları ve bu yollardan uzaklaşma, zulme karşı kıyam bilinci vb. konuların öncelikli zikir olduğunu bilmelidirler. Esas ve farz zikir, hayatı bütün boyutlarıyla İslâm’a göre tanzim etmektir. Bunun için de dinin ana kaynaklarından usûlünce öğrenilmesi lazımdır. İlim zikirdir ve günümüzde en öncelikli zikirlerdendir. Konuyu daha iyi anlamak için Muaz b. Cebel’in ilimle ilgili şu sözlerini iyi anlayâlim: “Size gereken ilimdir! Çünkü Allah için ilim talep etmek ibadet, ilmi öğrenmek haşyet, ilmi aramak cihat, bilmeyene ilim öğretmek sadaka ve ilim müzakere etmek tesbihtir. İlim sayesinde Allah Teâlâ bilinir (marifet) ve O’na kulluk edilir. Allah Teâlâ’nın yüceltilmesi ve tevhit inancı ilimle olur. Allah ilim sayesinde nicelerini yükseltip insanlara kılavuz ve önder kılar. İnsanlar onlarla doğru yolu bulur ve her türlü işlerinde onların görüşlerine müracaat ederler.”[1]

İlmin zikir olduğunu ve farz zikirlerin önemimi beyan ettikten sonra şunu da unutmayalım ki hayatta nafile zikirler de vardır. Tasavvuf uleması kendilerine müracaat eden Müslümanların kabiliyet ve durumlarına göre zikir türlerinden birini telkin eder. Halid b. Velîd’i hurma bahçelerine göndermek yerine ordunun başına geçiren ve her hak sahibine hakkını veren Peygamber Efendimiz kişiye göre zikir telkininin öncüsü olmuştur. Zaman içerisinde Müslümanlar neye muhtaçlar ise, Müslümanları ihtiyaç alanlarına sevk etmek zikrin en büyüğüdür. Bu anlayışa göre, Müslümanların ihtiyaçlarını tespit etmek de zikirdir. Kısacası; hayatı Kur’an ve sünnete göre anlamlandırmak zikirdir. Hz. Peygamber hayatının her anını nasıl zikirle anlamlandırıyorsa,[2] onun sünnetine uymak zorunda olan Müslümanların da hayatlarını zikirle anlamlandırmaları gerekir.

Zikrin bu üst boyutuyla beraber Hz. Peygamber’in yapmış olduğu dualar ve günün akışı içerisinde yaptığı istiğfar ve tesbihatı da vardır. Resûlullah’ın bu duaları ve tesbihleri çok anlamlıdır. Biz bu dua virdlerin hayranıyız. İnsanı iman ve davranış olarak yenileyen bu dualar ilgili kaynaklardan alınmalı ve öğrenilmelidir. Sahih bir kaynakta yer almayan ve hadis usûlünün ilkelerine uymayan rivayetlere itibar edilmemelidir. Özellikle ekranlarda, aslı olmayan rivayetleri öne çıkaran ve insanların imanlarını sarsan sözde dualara itibar edilmemelidir. Fakat gönül dünyamızı mamur hale getirmek ve kalbimizi yumuşatmak için de dilimizden zikir eksik olmamalıdır. Nafile zikirler insanı diri tutar ve gönül katılığından korur. Peygamber Efendimiz, yatarken, kalkarken, otururken, yürürken, seyahat ederken, bir işe başlarken veya bitirince hep Allah’ı anmış; bir an bile zikrullahtan gaflet etmemiştir. Zikirsiz meclisleri nedamet sebebi sayan Hz. Peygamber, [3] dudakların çarşıda pazarda zikirle meşgul olmasını istemiş, [4] insanın zikirle Allah’ın velâyetine hak kazanacağına [5] ve ruhlar âleminde verilen ezelî ahdi hatırlayacağına vurgu yapmıştır. Şu kutsi hadis zikrin bu türünün tanımıdır: “Bana hiçbir şeyi şirk koşmayınız. Ben size elçilerimi gönderdim ve onlar sizlere ahdimi ve misakımı hatırlatmakta/zikretmektedirler.”[6]

Ülkemizde tasavvuf aleyhtarı ölçüsüz söylemler, zikir ve benzeri nafileler hakkında duyarsız bir taban oluşturdu. Sigara tüttürmeye vakit bulurken, namazın sünnetlerini kılmaya vakit bulamayan ve nafileleri küçük gören bir tabandan bahsediyoruz. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki Kur’an ve sünnet tek ölçüdür. Hayatı zikir olan bir peygamberin yolunda olduğunu iddia edenlerin, farzların edasındaki ciddiyetlerini Hz. Peygamber’e her alanda uyma hususunda da göstermeleri şarttır. Belki de zikirsiz, nafilelere yabancı, kalbi katı ve kardeşlik hukukuna gereği üzere riayet edilmeyen bir toplum olduğumuz için emanete layık görülmüyoruz. Uluslararası hâkim güçlerin/firavunların müsaade ettiği kadar dinimizi uyguluyoruz. Mahkûm bir hayatı yaşıyoruz. Unutulmamalı ki İslâm bir bütündür. İman alanından tutun da yürüme adabına kadar dinimiz kurallar koymuştur. Hayatta boşluklar bırakmamıştır. Müslüman olduğunu ikrar eden bir kimsenin hayatın genişlik alanında kendisini sünnete/İslâm’ın amelî hâline arz etmesi gerekir. Çünkü sünnet iyi Müslüman olmanın veya olamamanın ölçüsüdür. Unutmayalım ki ölçü olarak kabul ettiğimiz sünnet en geniş anlamıyla zikirdir; zikrin bütün türleri de en üst anlamından en alt anlamına kadar sünnette mevcuttur.

[1]İbni Teymiyye, Mecmuatül Fetava, c. X, s.39.

[2] Bak:  İbni Recep el-Hanbelî, Cami’u-l Ulum, c. II, s. 514.

[3]Ebu Davud, 35, Edep, 31, Had. no: 4856, c. V, s. 181.

[4]İbni Recep el-Hanbelî, Cami’u-l Ulum, c. II, s. 574. 

[5]Ahmed, Müsned, c. III, s. 429.

[6] Hâkim, Müstedrek, c.II, s.354.

 MEHMET SÜRMELİ

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri