- 09 Temmuz 2023 - Zaman Ve Mekanla Kayıtlı Olmayan İbadet; Cihad
- 19 Nisan 2023 - Kötülüklere Karşı Tavırlı Olmak İmandandır
- 16 Şubat 2023 - İhtiyaç Fazlasını Vermek
- 03 Ekim 2022 - Ailenin Selameti İçin
- 20 Temmuz 2022 - Önderlik Konumu ve Sorumluluk
- 16 Nisan 2022 - Kimse Teklif Sahibi Müslümanları Sevmiyor!
- 30 Aralık 2021 - Faiz Düzenine Nefes Aldıranlar Utansınlar !
- 26 Aralık 2021 - Faiz Kur'an ve Sünnette Haram Kılınmıştır; Faize Para Yatırmayın
- 19 Aralık 2021 - Seherleri İhya Etmenin Üzerine
- 28 Kasım 2021 - Allah Teala'ya Karşı Edepli Olalım
- 06 Ekim 2021 - Emanete İhanet Etmeyelim
- 13 Eylül 2021 - Ailede Din Eğitiminin Verilmemesi Çocukları Şirke Düşürebilir.
- 11 Eylül 2021 - Yoksulluk Sorununa Dinimizin Bakışı ve Çözümü
- 08 Eylül 2021 - Tasavvufta Terakki ve Zikir Kavramları
Mehmet Sürmeli
Sünneti Doğru Anlamada Dört "T"
SÜNNETİ DOĞRU ANLAMADA DÖRT "T"; TEBLİĞ, TEBYİN, TEŞRÎ VE TEMSİL
Hz. Peygamber, Allah Teâlâ’nın insanlığa gönderdiği en büyük lütuftur. Kur'an-ı Kerim, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i çeşitli yönleriyle yüzlerce ayette tanıtmıştır. Bu ayetlerde zaman zaman onun hayatıyla ilgili vurgular ve hatırlatmalar olsa da daha çok o işlevsel yönüyle tanıtılmıştır. İşlevsel yönünü dört temel kavramla açıklamak mümkündür: Tebliğ, tebyin, temsil ve teşri. Bütün yönleriyle Hz. Peygamber, Allah Teâlâ’nın insanlığa göndermiş olduğu bir lütuftur. Bu hakikati Yüce Allah şu ayette dile getirmiştir: “لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ” “Gerçekten Allah, içlerinden bir Resûl seçip kendilerine göndermekle mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. O Resûl, onlara Allah’ın ayetlerini okuyup açıklıyor, (zihinlerini yanlış düşünce ve kabullerden, kalblerini bâtıl inanç ve günahlardan, hayatlarını her türlü kirden temizleyerek) onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti (o Kitabı anlama ve tatbik etme yoluyla, ondaki emir ve yasakların manâ ve maksadını, ayrıca eşya ve hadiselerin anlamını) öğretiyor. Bundan önce onlar, hiç şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[1] O’nun kıymetini bilmeyen müşrikler kendilerine lütuf olarak gönderilen rahmet peygamberini Uhud savaşı dâhil birçok kez öldürmek istemişlerdir. Onu fiziken öldürmekle modern dönemlerde işlevsiz kılarak öldürmek arasında çok fark yoktur.
Yukardaki ayetteki esas espri, Peygamber Efendimizin lütuf alanlarının belirtilmesidir ki bunlar onun tebliğ, tebyin, teşri ve temsil yönleridir. Peygamber(s.a.v.)’i bu yönleriyle tasdik etmeyenler ona gerçekten iman etmiş olmazlar ve lütuf olmasından da yararlanamazlar. Resulullah’ın bu işlevsel yönü canlıdır ve onun irtihalinden sonra da bu işlevselliğini devam ettirmektedir. Fakat bu görevlerin bir kısmı ondan sonra nübüvvetin fonksiyonel varisleri olan Rabbani ulema tarafından devam ettirilmektedir veya etirilmelidir. Rabbani ulemaya tebliğ görevini yüklemenin temelinde, onların tebliğ metodunu bilmelerinin de etkisi vardır. Günümüz uleması Hz. Peygamber’in tebliğ alanına konu olan her şeyi öğrenerek davetin kendilerine ulaşmadığı kimselere ulaştırmalıdır. Hatta bu işi kurumsal hâle getirmek ve kadrolaşmak daha evladır. Davet ve tebliğ görevini Hz. Peygamber’in çalışma temposunu hesaba katmadan yapmaya çalışıp işi haftalık, aylık ve yıllık olarak düzenlemeye çalışanlar veya tebliği dünyevi ücrete dönüştürenler asla Resulullah (s.a.v.)’e vâris olamazlar.
Bu bağlamda şunu da belirtelim ki Resulullah’ın beyanı olmasaydı birçok ayet bizlere kapalı kalabilirdi. Buna ayetlerdeki mücmellik, müşkillik, müteşabihât ve mübhemât dâhildir. Sünnet ve hadisler bunları beyan etmiştir. Sünnet üzerinden yapay ve köksüz tartışmalar çıkararak mübeyyen alanı reddetmek ya dinde kaos oluşturmak isteyen müsteşriklerin veya beyan yetkisini kendileri almak isteyen dalalet ehlinin örtük risalet iddiasıdır. Egolarını tatmin edemeyen sapıkların, Kur’an-ı Kerim’in kendisine geldiği zattan Kur’an’ı daha iyi bildiklerini söyleme iddialarıdır. Cehaletin tuğyanıdır.
Kur’an-ı Kerim’in hükmünün olmadığı alanlarda ilahi denetim dâhilinde teşri hakkını kullanan Peygamberimiz, bu uygulamasıyla hayatta boşluk bırakmamıştır. Burada Resulullah’ın teşri alanıyla ilgili şunları söyleyebilriz: Resulullah’ın teşrisi Allah’a rağmen olmayıp O’nun gözetimindedir, yanıldığında ilahi düzeltmeden geçmiştir, ilahi ahkâmın olduğu alanlarda nebevi teşri olmamıştır, Resulullah’ın ilahi denetim altındaki teşrisi ayetlerle katiyen çatışmamıştır, ümmetine çözüm odaklı çalışmalar için örnek olmuştur ve uygulamasıyla ehliyetsiz kimselere söz alanı bırakmamıştır. Resulullah’ın bu sünneti gereği gibi anlaşılsa ve Müslüman ulema zamanın tüm sorunlarına vahiy eksenli çözümler ve projeler sunabilseydi İslâm dünyasının gençleri bugün ideolojik küfrün girdabına düşmezlerdi. Gençler arasında kitlesel irtidatlar yaşanmazdı. Resulullah’ın ilahi gözetim altındaki teşrisine karşı çıkanlar içtihadi kudrette olmadıkları için beşeri dinleri önceleyerek veya tercih ederek Müslümanlar arasında dalaletin misyonerliğini yapmaktadırlar. Hz. Peygamber’in teşrisine söz söyleyenlerin siyasi, hukuki, iktisadi ve ilmi alanın sistematik hâle getirilmesiyle alakalı ne yaptıklarını düşünmemek mümküm değildir. Şu bir gerçek ki bu konuda çok söz söleyenler sünnete teslim olmak yerine verili siyasetin ürettiklerine teslim olmaktadırlar. Esasında nebevi teşriye karşı çıkmalarının nedenlerinden biri de çözüm sunacak ve proje hazırlayabilecek bir birikime sahip olamamalarıdır.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in temsili sayesinde ibadetler ve muamelat alanlarında pratik yapabiliyoruz. Bütün Müslümanlarla ortak davranışlar sergileyebiliyoruz. Nebevi temsil sayesinde aramızda bir vahdet meydana gelmektedir. Tüm bu bilgiler ve uygulamalar bizlere hadis kaynakları vasıtasıyla rivayeten gelmişlerdir. Bu alanda gerekli ayıklamalar en titiz biçimde gerçekleştiği için kaynaklarımız güvenilirdir. Oryantalist ağzıyla marjinal konulardan çıkışlar yaparak selef uleması hakkında güvensizlik alanları oluşturmak çok yanlış bir yoldur. Hakka ilim ehli bir rivayetin sahihini sakiminden ayırt edebilir. İlim ehli olmayan ve İslâmî ilimlerin metodolojisinde cahil olanlar ise rasyoneliteyi önceleyerek, yükselen değerlerin ve pozitivist değerlendirmelerin etkisinde kalarak, hümanist bir anlayışla insan egosunu aşkınlaştırarak peygambersiz bir toplum inşa etmeye çalışmaktadırlar. Böyle düşünenlerin baskın medeniyet ve dünya görüşleri karşısında söyleyecek sözleri olmadığı için dünya sistemi karşısında mahkûmiyetten başka bir tercihleri kalmamıştır.
[1] Âl-i İmran 3/164
MEHMET SÜRMELİ
Henüz Yorum yok