Mehmet Sürmeli

Yoksulluk Sorununa Dinimizin Bakışı ve Çözümü

YOKSULLUK SORUNUNA DİNİMİZİN BAKIŞI VE ÇÖZÜMÜ

 

Yüce Allah, dünyadaki her şeyi dengeli, insanlara ve diğer canlılara yetecek biçimde yaratmıştır. Siyaset kurumu denge bozulduğunda hayata müdahale eden ve adaleti sağlayan bir organizasyon; kurumsal yapıdır. Şayet etkinliğini göstermez ve iktisadi dengesizliğe yerinde ayar vermez ise fakir ile zengin arasındaki uçurum daha da büyüyerek birçok sosyal ve ahlaki problemin ortaya çıkmasına zemin hazırlanmış olur. Unutmayalım ki yoksulluk bir derttir. Hem de kişinin imanına, ahlakına, ailesine, sağlığına ve namusuna etki edebilen en korkunç dertlerden biridir. İnsan hayatının genişlik ve derinlik alanlarında birçok maddi-manevi sıkıntının sebebidir. Bütün bu kötü etkilerinden dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.): “Ey Allah’ım! Kâfirlikten ve fakirlikten sana sığınırım” diye dua ettiğinde adamın birisi: “Ey Allah’ın Resulü! Siz bu ikisini birbirine bu kadar yakın mı görüyorsunuz” demiştir. Resulullah (s.a.v.)’de; “Evet” cevabını vermiştir.[1] Kişi, gelir dağılımındaki ve dünyadaki kaynaklardan adaletsiz ve dengesiz yararlanmayı kader olarak algılar ve sonunda Allah Teâlâ’ya isyan eder, dağıtım mekanizmasındaki zalim siyasal yapılanmayı görmeyecek kadar kör ve sağır olursa elbette küfre yakın olur. Kâfir bile oalbilir. Bu çerçevede, kaynakların adaletsiz paylaşımını organize etmenin ideolojisini oluşturan sağ-sol siyasette yer almak ayrı bir fecaattir. Yoksulluğun insan ve toplum üzerindeki olumsuz etkisini en iyi bilen Hz. Peygamber(s.a.v.), geceleri yapmış olduğu dualarında; “Korkaklıktan, cimrilikten Allah’a (c.c.) sığınmış,”[2] ümmetine de: “Fakirlikten, niteliksiz ve sıradan bir kimse olmaktan, alçaklıktan, zulmetmekten/sömürmekten ve zulme uğramaktan/sömürülmekten Allah’a sığınınız.”[3]Tavsiyesini yapmıştır. Kısacası yoksulluk, her an Allah’a sığınılması gereken bir felakettir. Dinimiz de fakirliği/yoksulluğu asla övmemiştir. Onu kaldırmak için büyük bir mücadele vermiştir.

     Fakirliğin psikolojik, sosyolojik, iktisadi, ahlaki, eğitim ve dini alandaki olumsuz etkilerinden dolayı İslâm dini, insanları önce mülkiyet konusunda bilgilendirmiştir. Buna göre, mülkiyetin mutlak anlamda Allah Teâlâ’ya ait olduğunu haber vermiştir.[4] Kur’an-ı Kerim’den anladığımıza göre İnsana izafî anlamda bir mülkiyet verilmiştir. İnsan, malın mutlak sahibi olarak tayin edilmemiştir. Allah Teâlâ, insanın “mal” karşısındaki konumunu “müstahlef/vekil tayin edilen”kavramıyla açıklamıştır. Şu ayet bu konuda delildir: “آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَأَنفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُم مُّسْتَخْلَفِينَ فِيهِ فَالَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَأَنفَقُوا لَهُمْ أَجْرٌ كَبِيرٌ” “Allah’a ve Resulüne iman edin. Allah’ın, üzerinde yetki sahipleri olarak sizi tayin ettiği, harcama yetkisi verdiği her şeyden, O’nun yolunda karşılık beklemeden, gönüllü harcayın, insanların ihtiyaçlarını görün. Sizden imanda kemâle erenlere ve karşılık gözetmeden Allah yolunda gönüllü harcayanlara büyük mükâfatlar vardır.”[5]” Ayette geçen “müstahlef” kavramının anlamı: Allah’ın malını onun adına meşru şekilde piyasaya çıkarma, vekaleten kullanma, yerinde harcama ve tasarruf, sevk ve idare etmektir. İnsanın malda müstahlef olduğunu kavrayabilmesi için Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık 87 ayette malın ne olduğu ve olması gerektiğine dair uyarılarda bulunmuştur. Mala bakışla ilgili 87 ayetin metin ve mealini bu çalışmada vermeyeceğiz fakat çok çarpıcı olanlarından birkaç tanesini hatırlatarak Allah’ın (c.c.) yapmış olduğu uyarıları yineleyeceğiz. Daha açık bir söylemle mala bakışla alakalı yanlışlarımızı düzeltip daha insani bir perspektiften bakmayı sağlayacağız. Kur’an’daki: “وَآتُوهُم مِّن مَّالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُم” “Size vermiş olduğu Allah’ın malından siz de hak sahiplerine haklarını verin…”[6]Ayeti, hem mülkiyet hususunda hem de mala bakışla ilgili çok önemli mesajlar vermektedir. Bu ayete göre malın sahibi Allah Teâlâ’dır. Kur’an-ı Kerim’de elde edilen malın “imtihan olduğu”[7] hatırlatması sık sık yapılmıştır. Gerekli yerlere; yoksullara, düşkünlere, ihtiyaçlı ebeveyne, yoksul akrabalara verilmesi emredilmiştir. Bilhassa “Allah yolunda harcama yapmayanların kendilerini tehlikeye attığı”[8] söylenmiştir. Böylece cihad başta olmak üzere kamu harcamaları teşvik edilmiştir. Kazanılmak için ömrün harcandığı malın, “Müslümanı Allah’ı zikirden alıkoymaması”[9] istenmiş; “Gece gündüz mallarını Allah yolunda sarf edenlere büyük ecirler verileceği”[10] müjdelenmiştir. “Allah, mü’minlerin mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır.”[11]ayeti de bu müjdenin tezahürlerinden biridir. Mal tutkusunun cihadı engellemesi nifak alameti sayılmış[12], haramdan yemek yasaklanmış ve ihtiyaç sahibi olup da isteyenin ve (maldan) mahrum kimselerin mü’minlerin mallarında haklarının olduğu [13] bildirilmiştir.

     İhtiyaç sahiplerine ve maldan mahrum bırakılanlara infak etmeyi emreden Allah Teâlâ, infakla ilgili emir tekrarını yaklaşık 78 ayette yapmıştır. İnfakın içerisine farz, vacip ve nafile bütün harcamaları dâhil etmiştir. Şöyle ki karşılıksız yardım ve sadaka[14], zekât[15], kişinin ana babası dâhil aile bireylerine yaptığı harcamalar[16], akrabalarına mali destekte bulunması[17] ve ihtiyaç fazlasını fakirlere vermesi[18] infak kavramının içerisinde ele alınmıştır. İnfakla ilgili öyle ayetler var ki bu ayetleri anlam alanına göre Müslümanlar uygun bir hayat yaşasalar, idareciler siyaset belirleseler ve kurumlar oluştursalar, dağıtımda adaleti temin etseler, üretimi artırsalar, üretim tüketim dengesini kursalar, ülkelerinin kaynaklarını yeterince kullanabilseler, iktisatçılar projeler üretseler mü’minler arasında fakirlik probleminden hiçbir eser kalmaz. Mü’minler arasında yoksul kalmadığı gibi, “yoksulluğun dini imanı olmaz” anlayışından hareketle dünyada fakir bırakılan halkların yardımına da koşarlar.

     Bu hüküm cümlesini desteklemek için infakın önemiyle ilgili şu ayetleri iyi kavramak ve gereğini yapmak elzemdir. Fakirlik problemini çözmek için içten dışa doğru bir çözüm öneren Allah Teâlâ, önce ana baba dâhil akrabalara infak etmeyi emretmiştir.[19] İnfak ibadetinin ameli hale getirilmesi esnasında verileni başa kakmayı ise yasaklamış[20] ve beğenilmeyen şeylerden fakire vermeyi hoş karşılamamıştır.[21] İnfak sıkıntı anında da, genişlik anında da yapılmalıdır[22] ama her zaman orta yol tutulmalıdır: “Ne israf edilmeli ne de cimri davranılmalıdır.”[23] Buradaki esas sorun, ayetleri Resulullah ve onun sahabesi gibi anlayamamaktır. Çünkü onlar ayetler geldikçe kendilerini vahye muhatap görüp anında vahyin isteklerine olumlu cevap vermişlerdir. Şayet malı dağıtmak ve fakire bağışta bulunmakla alakalı bir ayet geldiyse, hemen mallarını yoksullarla paylaşmışlardır. Bu konuda seçme haklarının olmadığı şuuruyla yetişmişlerdir. Müslüman zenginler; “لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ” “En çok sevdiğiniz şeyleri infak etmedikçe takvaya ulaşamazsınız”[24] ayetiyle “…ihtiyacınızdan fazla olanları (fakirlere ve diğer ihtiyaç sahiplerine) verin…”[25] ilâhî emrinin anlamlarını yeterince kavrayıp amel etselerdi bugün daha farklı bir İslâm dünyası olurdu. İnfak, Rezzak olarak yalnızca Allah’ı (c.c.) bilmenin ve O’na güvenmenin bir tezahürüdür. İnfak yalnızca Allah’a güvenmenin ve verdikçe yoksulluktan korkmamanın adıdır.

“İhtiyacınızdan fazla olanı verin” ayeti bize çok derin anlamlar hatırlatmaktadır. Paylaşmayı bu kadar üst seviyede ele alan bir hayat tarzı ve dünya görüşü yoktur. Ayet paylaşmayı emrediyor ama “ihtiyaç fazlası” ile kayda bağlıyor. Elbette “ihtiyaçaları sınırsız” kabul eden bir dünya görüşü ile hayatı garip veya yolcu gibi anlamlandıran, malın mutlak mülkiyetini insana tanımayan bir hayat tarzının ihtiyaç analizleri farklıdır. Birinde insan tükettiği kadar eğerli iken diğerinde değer ölçüsü takvadır. Takvayı merkeze alan bu hayat tarzı; israfı, bencilliği, cimriliği, stokçuluğu, rüşveti, devlet ve vakıf mallarını talan etmeyi, faiz ve diğer gayri meşru kazanç yollarını yasaklamıştır. Tüketimi ihtiyaca göre terbiye etmiştir. Lüks ve konforu hiçbir zaman hoş görmemiştir. Zaruri ihtiyaçların karşılanmamasına bağlı ölümlerin sorumlusu olarak akraba ve komşuları katillikten sorumlu tutmuştur. Azdan az, çoktan çok yardım edilir prensibini gtirmiştir. Mallarımızda yoksulların zekât dışı haklarının olduğunu söylemiştir. İhtiyaç fazlasını verirken, yoksulluğun dini olmaz anlayışıyla gayrimüslimleri ihmal etmemiştir. Biriktirmekle değil, yoksula vermekle mutlu olan bir insan tipi oluşturmuştur. Böyle bir eğitimden geçen insanlar; “En çok sevdiğiniz malları (Allah’ın rızasını kazanmak için) yoksullara vermedikçe asla takva sıfatını kazanan bir Müslüman olamazsınız”[26] ayeti gelince yoksullara en sevdikleri mallarını takdim etmişlerdir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Esas vurgulamak istediğimiz; ilk Müslümanlar bu güzel davranışları Kur’an ve Peygamber’den elde etmişlerdir. Onlar Kur’an-ı Kerimi kendilerine nazil oluyor gibi okuyorlardı. Sanki Allah Teâlâ kendileriyle konuşuyordu. Bu bilinçten dolayı paylaşmaktan korkmuyorlardı. Şimdi de Kur’an da var, sünnet de var. Fakat Kur’an’a ve sünnete yaklaşım bilincimizi ve üslubumuzu kaybettik. Kur’an’ı, Rabimizin hayatımıza müdahalesi olarak kabul etmek yerine nağmeleştirdik. Hayatımıza müdahaleyi tağutlara bırakıp Kur’an’ı güzel sesle okumaya indirgersek diğer sorunları unuttuğumuz gibi yoksulları da unuturuz, paylaşmayız ama gerekirse yakarız; denize dökeriz. Gavurun mal ve mülke bakışı budur. 

Şu konunun öncelikle bilinmesi gerekir ki Yüce Allah, Mekke Döneminde zatında, sıfatlarında, isimlerinde, fiillerinde, yaratmasında ve emretmesinde tek ve eşsiz olduğunu beyan ettiği ayetlerini insanlara göndermiştir. İkinci olarak da fakirlik sorununun kaldırılmasını tavsiye ettiği buyruklarını bildirmiştir. Kısacası, Mekke Döneminin ana konusu tevhit ve fakirlik problemine çözüm bulmaktır. Bu tezi ispat sadedinde nüzul sırasına göre inen sureleri takip edersek meseleyi daha net görebiliriz. Mesela Alak Suresinde; kendini kendine yeterli gören (şımarık kodaman) kınanmış[27], ikinci sırada nazil olan Kalem Suresinde ise fakirlere karşı cimri davranan bahçe sahiplerinin mallarının helak olması anlatılmıştır.[28] Onların üzerinden kapital sahibi zenginlere gönderme yapılmıştır. Kendinize gelin, fakirlere yardım edin; aksi tarihte cimri zenginlerin mallarının bir anda telef olduğu gibi bütün mal varlığınızla beraber yok olabilirsiniz” mesajı verilmiştir. Kalem Suresindeki bahçe sahipleri nasıl ki kendilerini malda tasarrufta mutlak yetkili görüyorlar ve fakirleri gözetmemeyi doğal karşılıyorlarsa; Hz. Şuayb (a.)’ın kavmi de aynı yanlışlığa düşmüş ve helak olmuşlardır. “Mallarını istedikleri gibi”[29] kullanmayı savunan Medyen halkı, ifadelerinden de anlaşıldığı gibi mutlak liberalizmi savunmuşlardır. Allah Teâlâ’yı ve emirlerini dışlayan bu dünya görüşü aynı zamanda iktisadi ve siyasal şirki temsil etmiştir. Peygamberler ve Peygamber Efendimiz itikadi, sosyal, ahlaki ve siyasal şirke karşı nebevi mücadele verdikleri gibi aynı mücadeleyi iktisadi şirk olan maldaki bireysel ve toplumsal tanrılaşma iddialarına karşı da mücadele vermişlerdir. Nüzulüne göre 3. sıradaki Müzzemmil Suresinde zekât emredilmiş,[30] Müddessir Suresinde ise ki 4. sırada nazil olmuştur; “Fakirleri yedirip doyurmamanın karşılığının cehennem olduğu”[31] haber verilmiştir. “Allah yolunda harcanmayan malın sahibine faydasının olamayacağı”[32] 6. sırada nazil olan Tebbet Suresinde vurgulanmış ve tüm zamanlardaki cimri ve malını kötülük için kullanan “holding ağaları” tehdit edilmiştir. 7. sıradaki Tekvir Suresinin; “Herkes yaptığının veya yapması gerekirken yapmadığının karşılığını bilecektir”[33] ayetiyle, mallarının üzerlerindeki hakları fakirlere vermeyen sermaye sahiplerini Yüce Allah uyarmıştır.        İlk dönem surelerinden Leyl Suresinde (9. sırada nazil olmuştur.) cömertliğin sembol ismi Hz. Ebubekir, Allah rızası için yaptığı cömertçe davranışları nedeniyle övülmüştür.[34] Fecir Suresinde ise sürekli mal toplayan ve miras malını fütursuzca sermaye yapıp yetime ve yoksula vermeyenler kınanmışlardır.[35]Nüzul sırasına göre ilk sıradaki ayetlerin tamamını sergileyecek olsak konuyu şişireceğimizden dolayı atlayarak da olsa bazı sureleri konusunun önemine binaen vermekte fayda görüyoruz. Bunlardan birisi de 16. sırada nazil olan Tekasür Suresidir. Surenin açılışı, Araplar arasında bilinen bir deyimle yapılmıştır. Deyimsel anlamını öncelersek Tekasür Suresinin ikinci ayetine şöyle bir meali tercih etmek gerekir: “Mal biriktirme tutkusu, sizleri öyle bir oyaladı ki derken ölüm geldi çattı”[36] “Mal/kapital çoğaltma arzusu sizi o kadar meşgul etti ki ahireti unuttunuz” mesajı verilmiştir.[37] Amiyane ifadeyle; “Geberene kadar sermayenizi artırmakla oyalandınız[38]” uyarısı yapılmıştır. Kur’an-ı Kerim, malda cimri davranmak ve emeğin karşılığını vermemekle, Allah’ı hakkıyla bilmemek ve ahiret gününü inkâr etmek arasında da ilgi kurmuştur.[39]

 

[1] Nesai, İstiaze, c. VIII, s. 267.
[2] İbni Mace, Edep, Had. no: 3844, c. II, s. 1263.
[3] İbni Mace, a.g.e, Had. no: 3842, c. II, s. 1263.
[4] Bkz: Bakara 2/107; Al-i İmran 3/189; Maide 5/17, 18, 120; Tevbe 9/116; Hadid 57/2, 7 vd.
[5] Hadid 57/7
[6] Nur 24/33.
[7] Enfal 8/28; Tegabün 64/15.
[8] Bakara 2/195.
[9] Münafikun 63/9.
[10] Bakara 2/274.
[11] Tevbe 9/111.
[12] Fetih 48/11.
[13] Zariyat 51/19; Mearic 70/24.
[14] Bk: Al-i İmran 3/92.
[15] Bk: Bakara 2/3.
[16] Bk: Bakara 2/215.
[17] Bk: Bakara 2/267.
[18] Bk: Bakara 2/219.
[19] Bk: Bakara 2/215.
[20] Bk: Bakara 2/262.
[21] Bk: Bakara 2/267.
[22] Bk: Âl-i İmran 3/134.
[23] Furkan 25/67.
[24] Âl-i İmran 3/92.
[25] Bakara 2/219.
[26] Âl-i imran 3/92.
[27] Alak 96/7.
[28] Kalem 68/17-32.
[29] Bak: Hud 11/87.
[30] Müzzemmil 73/20.
[31] Müddessir 74/42-44.
[32] Tebbet 111/2.
[33] Tekvir 81/14.
[34] Mukatil b. Süleyman, Tefsir, Beyrut, 2002, D.K.İ, c. III, s. 493.
[35] Fecir 89/17-20.
[36] Tekasür 102/1-2.
[37] Mukatil, a.g.e, c. III, s. 515.
[38] Mukatil,a.g.e,c.ııı,s.515
[39] Bak: Maun 107/1-2; Hümeze 104/2-3.

MEHMET SÜRMELİ

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri