- 13 Ağustos 2022 - İslami Dayanışma Oyunları
- 18 Haziran 2022 - Babalar Günü & İskender Serbest
- 15 Nisan 2022 - Akçalı Mehmet Amca
- 20 Ekim 2021 - Bebeğin Beşiği Çamdan
- 04 Mart 2021 - Demirtaş Babayın Oğlu mu?
- 08 Şubat 2021 - Kucak Dolusu Sarılalım
- 10 Aralık 2020 - Var mı Sende O Yürek?
- 20 Kasım 2020 - “ Bülent Amca! “
- 16 Kasım 2020 - ''Diyanet, Tababet ve Siyaset''
- 26 Ekim 2020 - Antika
- 18 Ağustos 2020 - Milli Eğitim Bakanı'na Açık Mektup
- 17 Temmuz 2020 - Felsefe, Edebiyat, Demogoji ve Boş Yapma (!) ''
- 07 Mayıs 2020 - Nerede O Eski Ramazanlar (!)
- 21 Nisan 2020 - Torpilin Adı Referans Olmuş!...
- 24 Mart 2020 - Virüs Sayesinde (!)
- 04 Mart 2020 - Memur Ol, Yangel Yat !!
Orhangazi Serbest
Tsundoku: ‘‘Kitap Satın Alıp Okumama Hastalığı’’
Tsundoku: ‘‘Kitap Satın Alıp Okumama Hastalığı’’
Tsundoku kelimesiyle saatlerce cebelleştiğimi söyleyebilirim.
Oldukça eski bir terim olduğu bilgisini de cebelleşirken ulaştım. ‘Doku’, okuma fiilinden geliyor. Prof. Gerstle'ye göre, "tsundoku" daki "tsun", "yığmak" anlamına gelen "tsumu" dan kaynaklanıyor. Dolayısıyla, bir araya getirildiğinde, "tsundoku", okuma materyali satın almak ve biriktirmek anlamlarına gelmekte. Terimin üzerine biraz daha gittiğimde bu anlamda ilk kez Mori Senzo’nun 1879 yılındaki bir yazısında, sürekli kitap alıp hiçbirini okumayan bir öğretmeni hicvederken 'tsundoku sensei' nitelemesini kullanmasıyla literatüre girmiş olduğu bilgisi mevcut. Ksaoh-20 ise bu konuda araştırma yaparken tsundoku sözcüğü için oluşturduğum bir kodlama. Tsundoku Çin, Japonya ve Kore'de psikolojik bir sendrom olarak tanımlanmakta.
Sizlerin zihinlerinde de kitap istiflemek terimiyle yer bulabilir. Tsundoku hastalığı olan kişilerde görülen belirtiler;
1.) Asla kitapları istiflediklerini düşünmezler.
2.) Günün birinde aldıkları kitapları mutlaka okuyacaklarını düşünürler.
3.) Aldıkları kitapları okumazlar.
4.) Okumaya asla alışamadıkları kitapları toplamaya alışkanlıkları vardır.
5.) Kitap okuma isteklerini yine yeni kitaplar alarak bastırırlar.
Asıl ayrım burada alınan kitapların günün sonunda okunup okunmamasıdır. Suçluluk hissine kapılıyor ve olumsuz bir davranış olarak nitelendirerek en kısa sürede okumadığınız kitaba el uzatıyorsanız bu sendromdan uzaksınız. Satın alıp da henüz okuyamadığım kitapların her geçen gün artarak birikmesi benim başlıca sorunlarım arasında olduğu gibi birçok okurunda günün birinde yüzleşeceği sorunlardan bir tanesi bu anlamda bu konu başlığını ele alırken ve kalem oynatmaya çalışırken çuvaldızı kendime batırarak klavye tuşlarına dokunduğumu ifade etmeden geçemeyeceğim. Raflarda duran ve ara ara gözlerime bakan okuyamadığım kitaplar benim açımdan psikolojik bir yük niteliği taşımakta. Üstelik küçük kağıtlara ara ara okumak için not aldığım kitapların çoğalmasıyla ne zaman bir liste yapsam ve bunun sonucunda kendimi ne zaman bir kitap evinde yahut sahafta bulsam listenin yanı sıra bu yükü daha da artıracak yeni kitaplar almaktan kendimi alıkoyamıyorum. ‘’ Peki ya fark etmediğimiz etkiler? ‘’ deyip birazda rahatlık pompalasam ne olur?
Kütüphanemizde, masamızda, yatağımızın başucunda durup da okuyamadığımız kitapların da neredeyse okuduğumuz kitaplar kadar üzerimizde etkisi olduğuna inanıyorum. Ara ara gözlerimize uzun uzun bakan o okuyamadığımız kitapların, bilmediğimiz bilgilerin ve bazı konularda yanlış düşündüğümüzü bir gün gösterecek bilgilerin güçlü bir hatırlatıcısı olarak egomuzun balonlaşmasını engellediğini düşünüyorum. Bu açıdan baktığımızda kişisel kütüphanemizin, zihinsel dünyamızın da sembolik bir göstergesi olduğu kanaatini taşıyorum. Kütüphanesini genişletmeyi bırakan bir kişi hayal edin. Öğrenmesi gereken her şeyi öğrendiği yanılgısına düşen ve bilmediği şeylerin artık onda bir eksikliğe neden olmayacağına inanan bir genç adam. Kulaklarınıza hoş gelmedi değil mi? Çünkü o genç adam entelektüel gelişme hevesini bir kenara bırakır ve egosunun ‘her şeyi biliyorum’ çukuruna düşer. Buna karşılık kütüphanesini sürekli genişleten bir genç ise, daha öğreneceği çok şey olduğu duygusunu güçlü şekilde yaşamaya devam eder ve merakının yanı sıra yeni sesler ve yeni fikirlere açıklığını yitirmez.
Evinde sayısı her geçen gün artan okunmamış kitaplar sürekli egosunu taciz etmeye devam eder. Kişisel kütüphanemizi, egomuzu şişiren bir vitrin değil de bir öğrenme araştırma merkezi olarak görüyorsak eğer entelektüel açlığımızı ve merakımızı hep zinde tutmaya gayret gösterelim.
Evdeki annemizin ‘’ Bu ne kadar kitap nereye sığacak! ‘’ sitemlerine de göğüs gerelim.
Henüz Yorum yok