- 01 Mayıs 2023 - Affedebilecek misin?...
- 10 Ekim 2022 - Yoruldum..
- 07 Mayıs 2022 - Kimse Kıvıramıyacak Orda..
- 07 Mart 2022 - Ayçiçek Tutulması
- 01 Şubat 2022 - Sonuç Nereye Varacak ...?
- 29 Ocak 2021 - Bu Gidiş Nereye?
- 30 Kasım 2020 - Unutma...
- 16 Ekim 2020 - Aldananlar...
- 01 Ekim 2020 - Güven (me) mek !
- 16 Eylül 2020 - Anneciğim
- 10 Eylül 2020 - Gündem ve Biz...
- 14 Ağustos 2020 - Selam Olsun
Murat Çakır
Uyuyan Ümmet
UYUYAN ÜMMET
Bizimkisi mesaisi bitince yorgun argın evine vardı. Bugün düne bakarak daha çok çalışmış, dinlenmek üzere yeşil renkli koltuğuna oturmuştu. İçeriye elinde resim albümleri ile beraber kızı girdi. ‘’Baba eski fotoğraflara beraber bakalım mı?’’ Diye sordu. Belki kafası rahatlar düşüncesiyle başını salladı. Beraber bakmaya başladılar. Çocukluk, gençlik resimleri derken yurt dışı gezi fotoğraflarının bulunduğu albüme sıra geldi. İlk baktıkları Kudüs olmuş, Kubbetül Sahra’ nın tüm ihtişamıyla önünde çekildiği resim idi. En son ahretliği ile bakmıştı bu resimlere. Birden ‘’bugün günlerden ne?’’ diye sordu kızına; kızı ‘’21 Ağustos Cuma’’ dedi. 21 ağustos. Evet, Avusturyalı Evanjelist Michel Dennis Rohan’ın tıpkı bir Müslüman gibi davranıp vakit namazlarını kılmak için Mescid-i Aksa’ya her gelmesinde yanında küçük malzemeler taşıyıp. Kıble Mescidi’nin minberine saklayıp ta 21 Ağustos 1969 Perşembe günü sabahı yakma eylemini gerçekleştirip orayı ateşe vermesinin 51. Yılının seneyi devriyesi idi. Amacını “Tanrı’yı tahrik edip büyük dinler savaşını başlatmak!’’ olarak açıklamıştı. Çıkan bu büyük yangında Mescid-i Aksa büyük zarar görmüş, Kıble Mescidi’ndeki işçiliği ve güzelliği açısından kıymetli oluğu gibi hikâyesi dillere destan ve Selahaddin’in Minberi olarak da bilinen minber tamamen yanmıştı.
Kızına dönerek ‘’Sana "İMANLI'nın ve İNANMA’nın, kardeşlik ruhunu, ümmet ruhunu yeniden yakalayarak İMKANLI’yı nasıl yendiğini anlatayım’’ dedi..
Rivayet odur ki; “Bir zamanlar Nurettin Mahmut Zengi Halep’te çok güzel bir minber oymuş. Sedef kakmalı, ceviz ağacından. Alımlı mı alımlı. Her gören onun güzelliğiyle büyüleniyormuş. Güzel minberin nâmı almış yürümüş. Öyle ki Halip'e her gelen, ‘‘Şu minberi bize sat, falanca camiye götürelim’’ diyormuş. Onun cevabı hep aynı, “Bu minber Mescid-i Aksa’da duracak”. Ahali şaşırıyor tabii, “İyi de Kudüs Haçlı işgali altında”. Nurettin Mahmut Zengi yüksünmeden hep aynı cevabı veriyormuş; “Benim elimden gelen bu. Ben zanaatkârım. Minber yontarım. Bir babayiğit de çıksın, Kudüs’ü geri alsın, bu minberi de yerine oturtsun.” Derken bu minber hikâyesinin konuşulmadığı hiçbir şehir kalmamış. Herkes minberin güzelliğini bire beş katarak birbirine anlatırken, Nurettin Zengi’nin yanında eğitim gören 7–8 yaşlarında bir çocuk o kadar istiyordu ki o minberi Mescid-i Aksa’ya bizzat koyabilmeyi, dualarında o kadar samimiydi ki kendisine neden hiç gülmediği sorulduğunda “Kudüs henüz fethedilmedi!’’ diyormuş. Aradan 40 yıl geçmiş ve o minberi durması gereken yere, Mescid-i Aksa’ya yerleştirmiş. Diller onu Selahaddin-i Eyyubi diye anmış…”
Hocası Nurettin Mahmut Zengi’ nin üç hedefi vardı:
1. Kaybolan İslâm birliğini yeniden tesis edebilmek.
2. İşgal altındaki Kudüs’ü almak.
3. İstanbul’u fethetmek.
İşte Selahaddin Eyyubi’yi de böyle yetiştirmiş Nurettin Zengi. İlmini tamamlayan Eyyubi artık hocasının çok arzuladığı hedefler için mücadeleye hazırdı. İslam birliğini yeniden birleştirerek 2 Ekim 1187’de Haçlı işgalinden kurtardı Kudüs’ü. Selahaddin Eyyubi arzuladığı gibi yerleştirdi minberi Mescid-i Aksa’ya. Aynısından bir tanede Filistin’in El-Halil şehrindeki İbrahim Halilullah Camii’ne koydurdu.
Lakin 21 Ağustos 1969 tarihinde bu minber yakıldı. Ve işgalin sembolü durumuna getirildi. Yangından 38 yıl sonra Recep Elitok, Mahmut Ali Uçar, Hasan Ercan, Abdulvahit Ercan, Mustafa Baysal, İsmail Aydın, Gürkan Karapınar ve Mehmet Güleç’ den oluşan Türk ustalar Arap ve Endenozyalı ustalarla beraber çalışarak Amman’da 4 yılı aşkın bir çabanın sonucunda tekrar aynı şekliyle yerine yerleştirilmiştir.
Anlatılır ki; yangının olduğu gece işgalci İsrail’in ilk, dünyanın da üçüncü kadın başbakanı olan Golda Mair şunları söylüyordu: “O gece sabaha kadar uyuyamadım. Zannediyordum ki Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e gelecekler. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman idrak ettim ki biz dilediğimizi yapabiliriz. Zira bu ümmet uyuyan bir ümmettir.’’
Haklı olabileceğini düşünmek ne kadar acı veriyor insana! Sahip çıkmadığımız ölçüde ellerimizden kayıp gidecek Mescid-i Aksa! Bizim olandan asla vazgeçemeyiz. Gündemimiz, önceliğimiz olmalı Mescid-i Aksa. Hayatımızdan bir parça olmalı, mücadele yıldırmamalı bizleri, diriltmeli! Önümüze hedefler koyabilmeliyiz önce, demek ki, gerçekçi ve büyük hedefler, onu gerçekleştirecek insanları da buluyor.
Selahaddin Eyyubi misali.
Bizimkisi yerinden kalktı çalışma odasına gitti. Kurşun kalem ve bir kâğıt aldı masasının üzerinden yazmaya başladı içine akıttığı gözyaşlarıyla;
Hakikatten o kadar uzaklaştık ki ümmet kardeşliğinden; hikmet mefhumu raflarda duran ilahi kelimetullah gibi kaldı boynu bükük. Mevla’nın en büyük hikmetlerinden biri olan insandan kopunca biz, ardı arkası kesilmedi kopuşların. Zahmetli olandan vazgeçip o kadar hazıra alıştık ki; Evladın yerini evcilleşmiş hayvanlar alınca "evcilleştirilememiş insanlardan" şikâyet eder olduk. Sonra çiçeklere sardık. Onların da zahmeti ağır geldi, bilmem kaç lira verip aldığımız ve zahmeti ancak eve getirmekle sınırlı olan plastik çiçeklere dadandık. Hal böyle olunca ev almak yuva kurmaya tercih edilir oldu. Hal böyle olunca bıraktık ümmet olmayı, haber kanallarında izlediğimiz 20 saniyelik görüntüler ya da gazetenin 3. sayfalarında okuduğumuz haberler bizi üç saniyelik bir vicdan muhasebesine götürdü o kadar.. Sonra yine dünya hayatına döndük. Dünyanın başka yerinde acı çeken, işkenceye uğrayan, zindanlara atılan, idam edilen kardeşlerimizi umursamadık. Sözde bir araya geldiğimiz de onların dertleri ile ne kadar meşgul olduğumuzu birbirimizin gözlerine bakarak sahici gibi anlattık. Fakat iş icraata geldiğinde yerimizden kalkmadık kalkanlara da destek olmadık. Destek olduysak ta sadece basın da fotoğraf karesinde olabilmekti amacımız. Yazıklar olsun böyle düşünenlere..
İnsana açlığı, göçü, zulmü ve ölümü reva görenler, vatanlarının altındakilere göz dikip üstünde yaşadıkları toprağı bile reva görmediğiniz insanların ahı bırakmayacak yakanızı. Akdeniz'de boğarak kıyıya vurdurduğunuz, tepesine bomba yağdırdığınız, yüreğine kurşunlar sapladığınız insanlık, gün gelecek sığınacak tek limanınız olacak. Ve o gün geldiğinde "size adaletten başka hiç bir borcumuz" olmayacak. Biliyoruz ki üzerimize sıktığınız kurşunlar ne kadar kahpe olursa ölümümüz o kadar kutludur. Müslümanın seferinin sonu, emri ilahinin tecelli edip son nefesini vereceği gündür. Sefere devam edenlere selam olsun...
Bıraktı kâğıdı kalemi içine akıttığı gözyaşları ile beraber; Mutlak olan odur ki; Allah vaadinden dönmez, biz ona iman ediyoruz artık elimden geleni yapacağım demekten kurtulup ne gerekiyorsa onu yapacağım diyerek yerinden kalkıp kızının yanına doğru ilerledi. Odasının ışığını kapatırken bu sefer iki ayet düştü aklına;
"Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz." (ÂLİ İMRÂN SURESİ 139. AYET)
''Deki: Ey Kafirler mutlak yenileceksiniz ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, o ise ne fena döşektir.'' (ÂLİ İMRÂN SURESİ 12. AYET)
Murat ÇAKIR
Henüz Yorum yok