Murat Çakır

Ayçiçek Tutulması

AYÇİÇEK TUTULMASI

Bizimkisi arabada yoğun trafiğin kahrını çekerken radyoda Bursa yöresine ait 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiş ‘’zeytinyağlı yiyemem aman’’ türküsünü dinlerken, hafta boyunca Ankara’ da meclis koridorlarında o vekil senin bu vekil benim edalarıyla fotoğraflar çekinen ahretliği aklına gelir birden. Bizimkisi bir zamanlar Prof. Dr. Kenan Demirkol’un yazdığı yazıyı çok sevmiş hatta ahretliğine bir kopyasını çıkartarak yanına gidip mütalaa etmişlerdi.

Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan Birleşik Amerika kaynaklı bir ekonomik yardım paketinden söz ediyordu.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca Birleşik Amerika'dan ekonomik kalkınma yardımı almıştır.

Birleşik Amerika, geçmişten beri Dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir.

Birleşik Amerika, birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir.

Marshall yardımının koşullarından biri Türkiye’nin Birleşik Amerika’ dan mısırözü yağı almasıdır.

Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur. Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü Birleşik Amerika tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır.

Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısır özü yağına ve margarine alıştırılır.

Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz. Hâlbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.

Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman…” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.

Katı yağ/margarine mahkûm edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hâle getirilir.

Ve basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır.

Diyerek anlatmıştı zamanında, yine ahretliği kıtlama eşliğinde çayını yudumlarken.

Uzun bir trafik sonrası eve varınca hiç kimseye sesini çıkarmadan lise arkadaşının iş yeri olan Pınar Kırtasiyeden yeni aldığı rengarenk kurşunkalemlerinden açık mavi olanını seçerek başladı yazı yazmaya. ‘’ÇOK MU ZOR’’

Nenenizin öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, Siz, "Aman Nene be, boş versene" deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya. Nene rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini Nenenizden alıp, bir kenara yazmadınız ya. İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.

Ne verirlerse Onu yiyeceksiniz.

Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz. Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor. Bilmeli. Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor.!! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran... İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm.

Maalesef torunlarınız da…

Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için. Kek yapmaya üşendiğiniz için. İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan.!! Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu.

‘’Tahin – pekmezi’’ köylü işi. vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları ‘’modernite’’ sandığınız için, Daha 10 yaşında çocuklarımız balona döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor. Tıkanıyor. Merdiven çıkamıyor.

Size zor geliyor ama zor mu evde yoğurt yapmak? Zor mudur ya da Kayseri' de. İzmir' de. Antalya' da. Adana' da evde salça yapmak?

Şikâyet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye. İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak?

Bütün ailen kabız…

Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı - meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı? Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun. Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun.

Ne işe yaradı senin pazara gitmen?

Bazılarımız da, bu satırları okuyup, size, bize akıl verecek şimdi.

Söyleyin onlara, ukalalık etmesinler, götürürüz aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt edemezler.!!

Uzatmayayım.

Mutfak genetiğimizi kaybettik biz. Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA'sını değiştirdi.!! Dışarda yemeği şehirleşme zannettik, ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettiğimiz gibi.

Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz.

Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri