ZİNNUR ŞİMŞEK

-YENİ- ALİ ŞERİATİ

ALİ ŞERİATİ

Ali Şeriati, sosyolog, yazar bir düşünce adamı olduğu kadar aktivist kişiliğiyle de  fikirlerini eylemlere dönüştürmüş bir yazardır. Kendi yaşadığı dönemden zamanımıza kadar tartışılan üzerine konuşulan bir düşünce adamı olmuştur.

1980 ler de, Cemil Meriç''in "Kırk ambar" adlı kitabındaki bir yazısında Ali Şeriati’den bahsediyordu. O yazıyla tanımıştım.  "Marksizm ve Diğer Batı düşünceleri" isimli kitabını alıp okumuştum. Olayları ele alışı, birikimi bende derin izler bırakmıştı. Sonraki zamanlarda Ali Şeriati, kılavuzum oldu. Onun tercüme edilmiş kitaplarını tekrar tekrar okudum ve okumaya devam ediyorum. Ali Şeriati, büyük  bir düşünce adamı ve güvenilir  bir yol arkadaşı. Bir yazarı okumak, onun bütün yazdıklarını kabullenmek anlamına gelmiyor. Kaldı ki, onun yazdıklarında kabul edilemeyecek bir şey de yoktur. O, bizim hikayemizi ve bu zilletten nasıl kurtulacağımızı ve nasıl bir yol haritası izleyeceğimizi, neyi ve  nasıl yapmamız gerektiğini anlatır. Yetmez mi?

Cemil Meriç; "Şeriati’nin İslami düşüncesinin toplumcu, sosyal adalete ve özgürlüğe vurguda bulunan yönleri kadar hiçbir çağdaş Müslüman düşünüre benzemediğini, onlardan tamamen farklı olduğunu gördüm.

Yalnız itiraf etmeliyim ki, Ali Şeriati’de bulduğumuz engin tecessüse çağdaş İslam mütefekkirlerinin hiç birinde rastlamadık. Engin bir tecessüs, geniş bir irfan. Doğuyu ve batıyı kucaklayan bir terkip kabiliyeti ve hepsinin üstünde müthiş bir mücadele azmi.”  Diye övgüler yağdırır. Cemil Meriç haksız mıdır? Elbetteki hayır. O, bu övgüleri ziyadesiyle hakeden bir düşünce adamıdır.

Ali Seriati;  “Göller bölgesinde bir ada, vicdanı kaybolmuş bir çağın vicdanıdır. " Göller bölgesinde bir ada olmak, affedilmez bir günahtır. Eski levhalara yeni kıymetler koyanları çarmıha gererler. Ali Şeriati’de, susmadı hakikati haykırdı  ve hayatıyla ödedi. Ali Şeriati  yeni şeyler söylüyordu.

Aslında söyledikleri yeni miydi? Ne münasebet. Üzeri örtülen hakikati, (Öze dönüş-İslam) yeniden "Tevhidi" bir bakış açısıyla  ortaya koymaya çalışıyordu.  Ali Şeriati, İslam'ın unutulan ve unutturulmaya çalışılan "Devrimci" yönünü öne çıkarıyordu. Şeriati'ye göre İslam; İnsanı, bireyi, toplumu canlandıran ve harekete geçiren, ona hayat veren bir düşünce okuludur ve gelecekte de yol gösterme misyonunu sürdürecektir. O İslam’ın, insanlığa, evrensel  ilmi, yaratıcı, yenileyici ilahi bir gelecek sunduğunu düşünmektedir.  Şeriati İslam'ın, teoride ve pratikte bir teslimiyetin gerektirdiğini ifade ederken, bize örnek toplumu ve şahsiyet olarak da Hz. Peygamberimizi gösterir.  “Kudret ve kılıç peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V)'in, Hz. Mesih'in (Hz. İsa) dahi sahip olmaktan mahrum olduğu bu kadar şefkat  merhamet duygusunun varlığını bizim anlamamız mümkün değildir. Çünkü biz, elinde kılıç olan insanların sinesinde katı ve taştan bir kalp; aşk, muhabbet ve merhamet sahiplerini de zincire vurulmuş ve güçsüz görmeye alışmışız.. İslam Peygamberi Kayser’in keskin kılıcı  elinde ve Hz. İsa'nın rahmet dolu gönlünü sinesinde taşıyan tek kişidir.”

Şeriati, İslam’ı, sömürüyü ortadan kaldıran ve zalimlere baş eğdiren, adaleti sağlayan, ezilmişlerin ve hakkın  yanında devrimci bir din olarak vasıflandırır.  Bu özelliğin gerçekleşmesi  içinde  yeni bir  İslami dili, dini düşünce biçiminin ilkelerini diriltmeyi, vahdet temelinde bir dünya görüşüne inanmakla mümkün olacağına inanır.

"İslam'ı doğru tanımak, ancak, tevhide  dayanan bir tarih felsefesiyle  ve toplumun gerçek yüzünü olduğu gibi ifade eden bir şirk sosyolojisiyle mümkündür.  Belli bir zamana, belli bir mekana bağlı  beşeri bir ideoloji değildir İslam.  İnsanlık tarihinin bütününü kucaklayan bu ırmağın kaynağı uzak dağlardadır. Kayalıklardan dolaştıktan sonra dökülür denize. Peygamberler, sahabeler zaman zaman  akışı hızlandırır.  Tarih, hakla batıl, tek Tanrılı dinle, çok Tanrılı dinlerin, ezilenlerle ezenler, budalalarla üç kağıtçılar arasında kıyasıya bir savaştır." Diyordu.

Bu savaş Habil ve Kabil’le başlamıştı. O, Habil'i bir kutba, Kabili de diğer bir kutba yerleştirir. Şirk toplumunun temsilcisi Kabil, Tevhidi toplumun temsilcisi de Habil’dir. Habil paylaşımcıdır, Kabil ise, paylaşmayı değil, her şeyin kendisine ait olmasını ister. Ali Şeriati, Habil ve Kabil den bir tarih felsefesi çıkarır.

O bir mücadele adamıydı, yorulma bilmeyen bir enerji, yüksek bir sorumluluk duygusu, İslam’ı yeni bir yorumla ortaya koyma anlayışı, celadeti, doğuyu ve batıyı kucaklayan birikimi ve tecessüsü, fikri ve inandıkları uğruna kafasını ortaya koyuşu, hayatı, iman ve cihat olarak değerlendirmesi farklı olduğunu gösteren nitelikleriydi. Muhammet İkbal’den etkilenmişti. Şeriati’ye göre Muhammed İkbal: aklı, kalbi ve siyaseti aynı bünyede eritebilmiş önemli bir örnekti.

“İkbal: Hz. İsa gibi bir kalbi, Sokretes gibi düşünsel melekeleri ve Kayser gibi yönetim becerilerini bir araya getirmiş bir işaretti.”

Şeriati, Batı felsefesini iyi bilen, Fanon, Camu ve Sartre ile dostluk kuracak kadar yakından tanıyan bir düşünürdü. Şeriati, geleneksel İslam düşüncesinde de geniş bir vukufiyite sahipti. Fanon’un “Yer yüzünün Lanetlileri” kitabını İslami kamuoyuna o tanıtmıştı. Fiili olarak, Fransa’ya karşı Cezayirlilerin safında Cezayir’in, bağımsızlık savaşına katılmıştı.

Önemli konuları dile getirmiştir. Kültür, medeniyet, hicret, dinler tarihi, özgürlük, dini ve kültürel konuların hepsinde görüşlerini açıklamış ve öğrencilere seminerler vermiş ve İran devriminin ideoloğu olmuştur.

 “Gerçi hakikati görmezden gelen, hakikati umursamayan bir çağda şuur ve hassasiyet serazad düşünce ve gönül yüceliği değildi artık. Entelektüllik ikbal ve mevki hırsına dönüşmüştü. Ahlaksızlığa katılmayacak kadar ödlek, dört yol ağzında şaşkın ve mütereddit bekleşen, başarısızlıktan korktukları için hiçbir karara yanaşmayan entelektüelleri acı bir tebessümle iğneler Şeriati. Ona göre bir yol seçmek, ilk adımı atmak değildir; hayatın bütününü tayin etmektir. Duraksama ve kuşku bugünkü entelektüel köleliğimizin başka bir deyişle entelektüelizmin sonucu." Şeriati çok kısa fakat çok verimli hayatı boyunca ve insanlığın bu kadim ve tanınmış düşmanıyla savaşacaktı.

Ali Şeriati, İslam'ı, Tevhidi bir Dünya Görüşü anlayışıyla,  kainatı bütün olarak ele alır: bu dünya- öteki dünya, tabiat-tabiatüstü, madde-mana, ruh-beden diye parçalamaz.

"Benim, dünya görüşüm tevhidden ibarettir. Elbette bir inanç olarak Tevhid, bütün muvahhidlerin ittifak ettiği bir konudur;  ama burada bir dünya görüşü olarak söz ediyorum tevhidden.  Benim  Tevhidi Dünya görüşünden amacım, bütün dünyanın, dünya ve ahirete, fizik ve fizikötesine, madde ve manaya, ruh ve cisme ayrılarak değil, tek vahdet olarak algılanmasıdır. Yani tüm varlığın, tek bir küll, tek irade, akıl duygu ve hedef taşıyan,  diri ve şuurlu tek bir gövde olarak algılanmasını amaçlamıyorum."

Tevhidi Dünya görüşünde, varlığın iki izafi yönü vardır:  görülen yön, görülmeyen yön. Tevhidi Dünya görüşü, mevcudatta çelişki kabul etmez; ne hukuki, ne sosyal, ne ırki, ne milli, ne mahalli ne de iktisadi tezat. Çelişkiler ancak müşrik dünya görüşüyle, düalizmle, teslisle, bağdaşabilir. Müşrik dünya görüşü, sınıflar ve ırklar arasında ayrım yaparak,  şirk tohumları ekmiştir. İlahlar arasında çatışma, insanlar arasındaki çatışmanın gerekçesi değil mi? Oysa Tevhidi Dünya Görüşü,  kainattaki bütün parçaların, süreçlerin ve olayların tek hedefe doğru ahenk içinde gelişmelerini kabul eder. İnsan her hangi bir güce değil, her şeye hükmeden  Allah'a bağlıdır. İnsan tek güçten korkar, tek hakime hesap verir, tek kıbleye yönelir. Tevhidi görüş, İnsana vakar ve özgürlük kazandırır. Yalnız Allah'a kulluk eden, bütün yalancı güçlere başkaldırır, zincirlerini kırar, küçültür korkularından Azad olur."

O, İnsanı önemsiyordu ve yüreği insan sevgisi ile doluydu.  " İnsan, sorumlu bağımsız iradedir, o hem seçmek durumunda olan irade hem de seçilmek durumda olan murattır. Kendi balçık benliğinden tanrısal benliğine doğru sürekli bir hicret içindedir insan." Diyordu.  İnsanı bu dünyayla sınırlayan ve hayatını bir kibrit çakımlık hayata indirgeyen, Marksizm’e, Sosyalizm'e, Natüralizm'e, Kapitalizme, Liberalizm'e, Historizme, Sosyolojizm'e, egzistansiyalizm'e, panteizm'e karşı çıkarak, bu sahte sistemlere karşı İslam’ı müdafaa eder. İslam’ı müdafaa ederken,  savaşın, din ile dinsizlik arasında geçmediğini, çünkü tarihin hiçbir bir döneminde dinsiz bir toplumun olmadığını, bu sebeple savaşın gerçek din ile sahte din arasında geçtiğini temellendirmeye çalışır. Dindar gibi görünen ancak, "Dine Karşı, din’i de eleştirir. Karşı din  ona göre Dine Karşı olan din "Mele ve Mütrefin'in dinidir;  bu din, sömürüyü derinleştiren, çıkarcı olan, insanları uyuşturan, kutsal hakikati tanınmaz hale getiren ve dindar görünen sahte bir dindir. Şeriati bir taraftan eleştiri oklarını bu kesime fırlatırken, diğer taraftan, Batının  sömürüsünü, Medeniyet olarak sunan ve kendi kültürel değerlerini aşağılayan, asimile olmuş,  yabancılaşmış  (aline) sözde aydınları, "eşekleştirilmiş" içine " cin kaçmış) mukallit diye, kıyasıya eleştirir.

Onun tahayyülündeki aydın kavramı, İslam beldelerinin tüm sınırlarını kuşatıyor ve taassupları yıkıyordu.

Ona göre aydının iki temel görevi vardı; öncelikle kendi dar kalıplarını aşmak ve halkı aydınlatarak peşinden sürüklemekti.

Bunun için aydının evvela bir kopya olmak hastalığından kurtulması gerektiğini söyler.

“Aydın kendi toplumunu tanımalı, gitmesi gereken ve kitleleri sürüklemesi gereken yolları yürüyüp, yürütmelidir.”

O, batıya entegre olmuş aydın grubuyla  sadece geleneğe yaslanmış, dindar görünüp kendine çıkar sağlayan ve dini sömüren, yeni sorulara eski cevaplar veren, bu iki gruba da karşı idi; iki grupta ona düşman nazarıyla bakıyordu. O, rahata alışmış esatirleriyle avunan bir toplumu tekme ile uyandırmaya çalışıyordu. 

İranlılar, Ali Seriati 'yi Sünnidir diye suçlamışlar, Sünniler ise, O bir Şiidir ve dahası O bir Sosyalisttir diye yanına yaklaşmamışlar. Halbuki Ali Seriati bir Müslüman, acı çeken, İslam’ın daha iyi anlaşılması için mücadele eden ve İslam’ı Tevhidi Dünya Görüşü çerçevesinde bir ideoloji olarak sunan yaralı bir bilinçti. O bütün dünyayı ve bütün dünya düşünce tarihini size sunan ve İslam’ı bir dünya görüşü olarak takdim edip, üstünlüğünü ortaya koyan bir sosyolog ve bir ideolog olarak İslam’a bağlılığını ortaya koyan bir insandı.

Ali Şeriati, özgürlüğe aşıktır ve özgürlük adına savaşır.  Prangalarından kurtulan özgürlüğün, daha büyük bir özgürlüğün prangası haline dönüşmemesini ister. Politik ve etnik gevezeliklerin herc ü merci altında Ali Şeriati’yi kim dinler. Çünkü o güne hitap etmez, asırları kucaklayan veya kucaklayacak olan bir düşünceden bahseder. Ne Risalet’i inkar eder, ne  de vahye sadakatinden taviz verir.

Marks'ın. Sartre'ın, Hegel'in, Protho'nun, Dekart'ın, Niçe’nin, Camu’nun düşüncelerinin revaçta olduğu bir zamanda, menkıbe anlatarak, geçmişte yaşayıp, çağın düşüncelerini yorumlamaktan uzak, bozucu sistemlere ve onların arkasındaki düşünce adamlarına söyleyecek ciddi bir itirazı olmayan din adamları görevlerini ifa etmemişlerdir. Ali Şeriati  ise, verdiği konferanslarla ve yazdığı  kitaplarla, İslam’ı zamana uygun bir dil ve duyuşla  anlatarak, kitlelere yeni bir heyecan ve  yeni bir  sorumluluk  bilinci oluşturmaya çalışmıştır.  Bu çabayı gösteren ve mücadele eden, Müslümanlara ufuk açarak güven veren Şeriatilere  ihtiyaç var. O, " düşünme itaat et, diyenlere değil; düşün, sor, sorgula diyenlere kulak ver." Diye insanları uyarır ve "rahatınızı bozun, rahatsız olun çünkü ben insanları rahatsız etmeye geldim." diye feryad figan eder. Sömürüye dikkat çeker, kaynaklara yani Öze dönmeyi salık verir. Öze  dönüş derken, birikimi  ihmal etmez. Günceli değil, bir asır sonrasının düşüncelerini dile getirir.

Ve İslam’ın aydınlık şafağını müjdeler.

Safav'i Şia’sına karşı durur. Ali Şia'sını savunur.

"Benim. Sünnilik ya da Şiilik dinim yoktur.  Dinim islamdır" demesine rağmen, Sünniler tarafından Şii, Şiiler tarafından Sünni olmakla itham edilmiş, İslam'ı tebliğ için köşe bucak dolaşmış, halkı uyuşukluktan uyandırmaya çalışmıştır.

Şeriati, coşkun bir zeka ve inanmış bir Müslüman. Genç bir yaşta, şarkısını tamamlayamadan hayata gözlerini kapayan bu cesur ve pervasız mücahidi bütün yönleriyle tanımak lazım. Acaba yeteri kadar tanıyor muyuz? Zannetmiyorum. Şeriati'nin en büyük tarafı hamiyeti, samimiyeti ve kendini mukaddes bir davaya feda etmesidir.

1977 de savak ajanları tarafından, kırk dört yaşında şehit edilmiş bir insanı klavye başlarında tekfir etmek yerine, beyin konforunu bozup onu önce okumak gerekmez mi? İslam  için parmağını bile feda etmekten çekinen insanların, hayatını bu dava için feda etmiş olan Ali Şeriati’ yi anlaması beklenebilir mi?

Yazımı, Şeriati'nin yaptığı bir duayla bitiriyorum.

"Allah’ım! Bana yenilgide çabalama, umutsuzlukta sabretme, yoldaşsız yürüme, silahsız savaşma, ödülsüz çalışma, sessizlikte fedakarlık, dünyasız din, avamsız mezhep, isimsiz yücelik, pişkinliğe vurulmayan pervasızlık, gurursuz çetinlik, hevessiz aşk, halkın kalabalığı arasında yalnızlık ve sevilenin sevildiğini bilmediği bir sevme başarısı nasip et."

O, duasında arzuladığı bir hayatı yaşadı ve arzuladığı şehadete erişti.

Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

Zinnur Şimsek

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri