- 06 Ağustos 2024 - -YENİ- BİZ HANGİ DÜNYADA YAŞIYORUZ?
- 08 Nisan 2024 - ALİ ŞERİATİ
- 02 Mart 2024 - İSLAMCILIK ve BİZ
- 29 Aralık 2023 - BİR DOĞUMUN ARDINDAN
- 25 Kasım 2023 - Yolumuz, Halimiz, Çaremiz.
- 25 Eylül 2023 - Kültür ve Kitle Kültürü
- 03 Temmuz 2023 - Şair Şiir ve Gençlik
- 14 Haziran 2023 - Cemil Meriç
- 25 Mayıs 2023 - Üstad Necip Fazıl Kısakürek
- 25 Nisan 2023 - Filistinli Çocuklar ve Kudüs
ZİNNUR ŞİMŞEK
MÜSLÜMANLARIN ÇAĞLA İMTİHANI
MÜSLÜMANLARIN ÇAĞLA İMTİHANI
Düşüncenin cıvıklaştığı, korkaklaştığı, sıradanlaştığı ve düşünceye darağaçlarının kurulduğu bir çağı yaşıyoruz. Bu çağda düşünce yok. Düşünce bir lüks, düşünmemek ve sıradan olmak en büyük meziyet. Düşünce bir köprü, kıldan ince kılıçtan keskin; niteliksiz kalabalıklar geçemez üzerinden. Düşünmek bir serdengeçtilik ve mayın tarlasında yürümeyi göze almak... Çağımız, serdengeçtilik istemiyor ve sürüye katılmayı tercih ediyor. Tercih etmek ne kelime, teşvik ediyor.
Düşünce, bizim fikirlere giydirdiğimiz hakikatin elbisesidir. Fikirlerimiz önce zihnimizde, bilincimizde oluşur, sonra bu fikirler birer düşünce olarak günlük hayatımıza yön verir ve hayatımız bu düşünceler çerçevesinde oluşmaya başlar. İçimizden dışımıza doğru akan bu fikirler, hayatımızı uyumlu ve anlamlı kılar. Farklı düşünüp, farklı yaşayan bir insan bu uyumu kaybeder.
Bir fikrin adamı olmak, o fikre teorik ve pratik olarak inanmakla mümkündür.
İnandığı fikre uygun yaşayan insan, ruh ve beden uyumunu sağlamış olur. İnanılan fikrin zıddına bir hayatı sürdürmek, fikre sadakatsizliktir.
Bu çağın en büyük hastalığı sadakatsizliğe sadakat göstermektir.
Asırlar var ki, İslâm dünyası derin bir sessizliğe bürünmüş düşünceyi ve düşünmeyi hayatından çıkarmıştır. Derin bir sessizlik içerisinde hayatı donuklaştırmış ve kendini yenileyememiştir. Yenilenmeyen düşünce hakikatin yüzeyinde bocalamaya ve gerilemeye başlamıştır. Damarlarındaki kan kurumuş ve can suyunu kaybederek iskelet haline dönüşmüştür.
Her tarafta İslâm adına dünyevi hırs ve emellerini parlatıcı bir merasim silsilesi meydana geldi. İslâm'ın ebedî saadet ideali yerine onu vasıta yapan bir dünya saltanatı, dinin yerine geçti. Kabukta kalmış kaideler, kin kuvvetleri, şiddet tehditleri, din adına, manevi bezirgânlık ve soygunculuk, kaynakları ilk çağdan da çok öncelere giden bir sihir sistemi, İslâm'ın ruhunu kendi varlığında eritti.
Tarihe dönüş, ancak düşünce üretmekle, bu çağın getirdiği sorulara cevap vermekle mümkün olacaktır. Silkiniş, yeni Gazaliler, Farabiler, Kindiler, Sühreverdiler, İbni Haldunlar çıkarmakla mümkün olacaktır.
Günümüz insanı, düşüncelerinden ziyade, hırslarının pençesinde esir yaşıyor. Düşünce ve eylem birlikteliği bozulunca ruh muvazenesini kaybeder ve bütünlük bozulur.
Birliği tutan ruh kuvvetidir. Ruh, yerini maddeye bıraktı mı birlik çözülür, parçalanır, dağılır.
1970'lerde, 80'lerde 90'larda düşünce ve eylem dünyasına hızlı bir giriş yapan ülkemiz müslümanları, birikimlerini ve mücadele coşkularını dahil olmak istedikleri sistemin içinde ve politik kulvarlarda heba ettiler.
Mücadelemizin, " dava" dediğimiz ideallerimizin artık bir ruhu yok. Bir derinliği yok, bir ölçüsü yok. Ölçü olmayınca herşey serbest olur ve herşey meşru hale gelir ve inandığımız hakikat, sahte ile el değiştirir, değişir, değiştirilir.
Değer levhasının her gün yazılıp bozulduğu bir çağda, ebedî ölçüyü kaybettik.
Dünyevi hayata zincirlendik; kazanma duygusu bizi çıldırttı ve arzularımıza, zaaflarımıza çiviledi. Her eylemimiz, hakikatin çehresinde sert bir istihza. Hakikatten kopuk bir hayat, ruhumuza saplanan bir hançer. Zaman gelip geçerken, hakikat suratımıza tükürüyor ve hakikate sadakatsizliğimiz ruhumuzu tokatlıyor. Hakikatten uzak, dünyevileşen (seküler) hayatımız, bizi ve ruhumuzu parçalamak isteyen kükreyen bir canavara benziyor. Hakikatin, vefanın, insan olmanın sesine tıkalı kulaklarımız. Dörtnala giden azgın bir atın yelesine sarılarak uçurumlara doğru gidiyoruz. Her dünyevi hırs, bir hakikate ait parçamızı; hakikat parçamızı koparıyor.
Çerden çöpten başka bir şey olmayan evimizi ebedî bir saray zannetme gafletine düşüyoruz.
Ayağımızın altındaki uçurumu kendimiz kazıyoruz ve güncele kendimizi mahkûm ederek, geleceğimizi ve iddialarımızı berhava ediyoruz.
Düştük, düşüyoruz ve düşeceğiz. Acı olan, çukuru bir yücelik zannetmemiz.
İslam'ı, seyirlik, sıkıştığımızda bizi rahatlatacak bir din haline getirdik. Görünürlüğü bol, derinliği azalan bir İslâmî hayat. Tüketilmeyen ne kaldı ki, özel hayatlarımızı tükettik, samimiyeti, ihlası, tevekkülü, yardımlaşma duygumuzu, hamdetmeyi, diğergamlığı, adalet duygusunu, merhameti, liyakati, sadakati ihlası, güvenilirliği tükettik. Şehirlerimizi, evlerimizi, kanunlarımızı, siyasetimizi, okullarımızı, velhasılı bütün bir hayatımızı batılı değerlere göre tanzim ettik. Küresel kültürün hayatımıza nüfuz etmesiyle bu kültürün değerlerine göre kendimizi uydurmaya çalıştık. Bu ifsad edici kültüre karşı mücadele azmimizi kaybettik. En yanlış olan ise şuydu: bütün bunları yaparken, Müslüman olmaklığımızı, değişmeyeceğimizin, kıblemizi şaşırmayacağımızın garantisi olarak gördük. Hâlbuki, Müslüman olmakla, Müslümanca bir bilince sahip olmak aynı şey midir? Müslüman olmak, hayata, kainata, olaylara, sosyal ve siyasal hayata, dünyaya, eşyaya İslam'ı bir zihinle bakmayı gerekli kılmaz mı?
Müslüman zihin, ne anlama gelir ve Müslüman zihin nasıl tezahür eder?
Bir şeyi İslamî kılan nedir? Yahut İslamî dediğimiz şeye biz, nasıl bir içerik katıyoruz ve nasıl bir anlam yüklüyoruz? Günümüzde bütün bu soruların cevabı sessizlikle karşılanmaktadır.
Sistem her dönemde Müslümanları bugün de yaptığı gibi bir şekilde desteklerken, bir başka şekilde manipüle etmeye devam ediyor. Gündelik hayatı dönüştürme iddiasında olan Müslümanlar, gündelik hayata yenilmişlerdir. İddialarıyla vurulmak nasıl bir hezimet yaşamaktır? Gündelik hayata yenilen Müslümanlar, idealize ettikleri düşünceleri gerçekleştirmekte zorlanınca, sistemin dinamiklerini kırmak için kendilerine sunulan demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve sivil toplum gibi imkanları fırsat bilmiş ve bunları kurtarıcı olarak görmüşlerdir. Devleti idare etmenin dünya sisteminden geçtiğini anlayan Müslümanlar, İslami kimliğin getirdiği sorumluluklardan tavizler vermeye başladılar.
İslami düşünce, dünyevileşmenin tehdidiyle karşı karşıyadır.
Müslümanların, kapitalist bir anlayışa evrilmesine, orta ve alt gelir sınıftan gelen okumuş yazmışların para görmesinde 1994 yılındaki belediye başkanlıklarını kazanmanın etkisi büyük olmuştur. Zenginleştikçe, içimizdeki yoksulluğu derinleştirdik.
Soru şu: günümüz Müslümanlarının temel meselesi nedir ve niçin böyle bir savrulma yaşıyorlar? Müslümanlar, Müslümanca yaşamak istiyorlar mı? Müslümanca yaşamaktan ne anlaşılıyor? Müslümanca yaşamak, Müslümanların hayatlarının odak noktasını oluşturuyor mu? Bu sorulara verilecek cevaplar, Müslümanların bundan sonraki düşünsel tavırlarının ve nasıl hareket edeceklerinin de zeminini ortaya koyacaktır. Mücadeleye devam diyecek Müslümanların, öncelikle ve özellikle sistemin kirlerinden, bir an önce "zihinsel hicret" etmeleri gerekiyor.
Biliyorsun, ”Her hicret bir inkılãptır.”
Zinnur ŞİMŞEK
1 Yorum
Savaş dinç
26 Ocak 2024