- 06 Ağustos 2024 - -YENİ- BİZ HANGİ DÜNYADA YAŞIYORUZ?
- 08 Nisan 2024 - ALİ ŞERİATİ
- 02 Mart 2024 - İSLAMCILIK ve BİZ
- 25 Ocak 2024 - MÜSLÜMANLARIN ÇAĞLA İMTİHANI
- 29 Aralık 2023 - BİR DOĞUMUN ARDINDAN
- 25 Kasım 2023 - Yolumuz, Halimiz, Çaremiz.
- 25 Eylül 2023 - Kültür ve Kitle Kültürü
- 03 Temmuz 2023 - Şair Şiir ve Gençlik
- 25 Mayıs 2023 - Üstad Necip Fazıl Kısakürek
- 25 Nisan 2023 - Filistinli Çocuklar ve Kudüs
ZİNNUR ŞİMŞEK
Cemil Meriç
CEMİL MERİÇ
"Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla; "O kalemle doğmuştu. Kalemi, başlardaki taçlardan daha parlak, kılıçtan daha keskindi. Her kelimesi Hz. İsrafil’in suru kadar dirilticiydi.
Cemil Meriç, Ümit Meriç'in entelektüel babası ve aynı zamanda bulutları delen bir kartaldı... O düşüncenin gökkuşağı, mütecessis ve münzevi bir fikir işçisiydi. O bir düşünce adamı ve mütefekkirdi. Cemil Meriç, hem kendi semasında tek yıldız hem de çuvala sığmayan mızraktı. O kavramlar cangılının bilgesi, mağara içerisindeki tecessüstü. O sadece tefekkürün hasbi kalemi değil, aynı zamanda sözün ustasıydı. O saldıran düşman karşısında şahlanan imandı, şahlanan ve hücuma geçen. O aynı zamanda mabedi koruyan bir bekçiydi.
1978 den beri, Cemil Meriç'i okuyorum. İlk okumaya "Bu Ülke" ile başlamıştım. Her cümlesi beni sarsıyor, her kelimesi beynime bir kıymık gibi batıyordu. "Bu Ülke" deki ilk bölümün ana başlığı, Siham-ı Kaza idi, yanı Kader Okları.. Meriç bu bölüm başlığının altına Daniel de Foe'den bir epigramla başlar. "Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala hem de alçaktır. Bir adamın " benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın? Diyerek bulduğu hakikati okuyucusu ile paylaşıyordu. Sonra Cemil Meriç ile mağaranın içini dolaşıyor ve aslında hakikat olmayan ve hakikat gibi duran gölgeleri keşfediyordum. Bir sürü büyük adam diye sunulan küçük insanların resmi geçidini izliyordum
Kelimeler, ürkek kuşlar gibi uçuyordu beynimde. Her kelime bir davetti. Hakikate, ışığa kendimi bulmaya ve kendim olmaya davet. Bazende yüreğimi acıtıyordu. Yıllarca tabularla yaşamıştım ve yıkılan tabularım yeni bir dünyanın kapılarını aralarken, aynı zamanda oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi üzülüyordum. Kelimelerin kabuğunu kırıp, hakikatini anlamaya çalışıyordum. Sonra Ümrandan Uygarlığa. Üstat batının kapılarını ardına kadar açıyor, batının düşünce fatihleri ile
bizleri tanıştırıyordu. Hele giriş cümlesi ne kadar da çarpıcı idi"; Bütün Kur'anları yaksak, bütün camileri yıksak, Arpalı’nın gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın" Batının bizi niçin sevmediğine dair, keskin bir hükümdü. Sonra, Kırkambar, sonra Bir Dünyanın Eşiğinde, Bir Facianın hikayesi, Güneş Doğudan Doğar ve sonra Kültürden İrfana. Anlıyor muydum? belkide hayır. Her cümlesi tabularımı, önyargılarımı yerle bir ediyordu. Romancıları (Dosto’yu, Balzag'ı, Gogol'u Türgenyev'i ve Cervantes'i) Batıyı batı yapan düşünce fatihlerini, Hint felsefesini, İhvan-ı Safa Risalelerini, İbni Haldun'u, Şehbenderzade'yi, Kerim Sadi'yi, Ahmed Mithat Efendi"yi, Kemal Tahir'i, Celal Nuri'yi, Ali Şeriati'yi On'dan öğreniyordum. Ondan öğrendim, Aydınlarımızın batının nasıl yeniçerileri olduğunu.
Osmanlıyı seviyordum, O'nunla daha fazla sevdim. "Osmanlı akından akına koşan bir mücahitler ordusu. Dağınıklığı içinde yekpare, alacalığı içinde
mütecanis. Medeniyetin yalnız yapıcısı değil, taşıyıcısıda. Kahramanların sözle kaybedecek zamanları yok. Fatihler için tek mukaddes kelam vardır: "Kelam-ı Kadim" ötesieğlence.
Nefret ettiğim Marks bile sevimli geliyordu. Gandi'yi Onunla tanıdım.
İmparatorluk çatırdarken, yaralı aydınlarımızı ve adanmışlıklarını, kiminin Yunan'a, kiminin Batı’ya, kiminin İran'a ve kiminin de nasıl irfana ve Turana kaçtıklarını anlatıyordu.
"Entelijansiyamızın sirenlerin şarkılarını dinleyerek diyar-ı küfre " nasıl yelken açtıklarını anlatıyordu.
Onu okudukça komplekslerimden arındım.
"Sol-sağ... Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit . Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı kelime" diyerek dikkat çekiyordu ve bu kavramların bize ait olmadığını; "izimlerin insan idrakine giydirilmiş deli gömlekleri" olduğunu, "batının putlarına perestiş etmenin, LSD gibi şuurumuzu felce uğrattığını;" "Murdar bir halden, muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insanın gerici, olduğunu" yüksek bir sesle ifade ediyordu.
Hasbi tefekkürün, tefekkür için tefekkür olacağını ve işe yaramayacağını, kavramları, Kültürü, aydını, ideolojiyi, inanmış aydının problemlerini, Ondan öğreniyordum
Onu anlamadılar, ezdiler. "Düşüncenin kuduz bir köpek gibi kovalandığı bir ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?" Diyordu. O, bu coğrafyanın yaralı aydınıydı. Bizi aydınlatmak uğruna gözlerini kaybetti.
Cemil Meriç aydınları hep bir yerlere "kaçmakla" suçlamıştır. Kaçmak aydının kaderidir bir bakıma. Ne yazık ki kendisi de bu kaderden kurtulabilmiş değildir. Tek farkla: O kendi deyişi ile kütüphanesine kaçmıştır.
O, hiçbir gurubun dar sınırları içerisine kendini hapsetmemiştir. O kendisini bir "hakikat arayıcısı" ve hakikat aşığı olarak nitelendirmiş ve bir ömür boyu her türlü peşin hükme, ideolojiye, demagojiye, siyasi görüşe ve düşünceyi daraltan "izm" e karşı daima mesafeli durmaya çalışmıştır.
Lügatinde tabuları silmiş bir adam, Fikret’le Akif'i, Marx'laWeber'i, Ibni Haldun'la Vico'yu, Tunuslu Hayrettin’le Beşir Fuat’ı, nihayet içine kıstırılmış olduğumuz o cendereye, sağ-sol kutuplaşmasını aşmak için savaşmıştır. Ona göre " düşünmek" savaşmaktır" çünkü... Daha doğrusu, mazlum medeniyetin sesi olmak için savaşmak..
"Bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin vicdanı olmak, vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek. Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak
Muhteşem bir maziyi, muhteşem bir istikbale bağlayan köprü olmak isterdim." Diyordu. Uçuruma koşan bir toplumu uyandırmaya çalıştı.
İşçisi ve mimarı olduğumuz zindanlarımızı yıkmaya, birbirimizi kucaklamaya davet etti.
"Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum" diyerek, "İdeolojik tercihleri farklı farklı olanları birleşmeye ve el ele vermeye davet ediyordu. Onu anlamak ölümünün sene-i devriyesinde bir sözünü paylaşmakla olmaz.
Japon yönetmen Akira Kurosawa'nın dediği gibi:
" Hiçbir şey, bir insanla ilgili gerçekleri onun eserlerinden daha iyi sergilemez." Biz de onu tanımak istiyorsak.
Üstadın bütün eserlerini okumak ve onu anlamak, fikirlerinin ve uyarılarının ışığında dünyamızı ve hayatımızı kurgulamak olmalıdır.
Ruhu şad olsun; Allah rahmetiyle muamele etsin.
Zinnur Şimşek
Henüz Yorum yok