Murat Çakır

Affedebilecek misin?...

AFFEDEBİLECEK MİSİN?...

“Bir ses çınlıyor kulaklarıma ilk önce, ürperiyorum. Sonra kulak veriyorum sesin geldiği yere, sokaklar mı coşuyor yoksa? Diye düşünmeye başlıyorum. İnce ve sürekli bir melodiye ritim tutuyor gibi caddeler. Ardından bir koku alıyorum. Toprak kokusu. Evet, toprak, suya doymuş olmalı. Keyfinden, mis gibi bir koku üflemiş ağaçlara, çiçeklere, hele hele çimenlere; soluduğumuz havaya, boydan boya tüm mahalleye, tüm şehre, hatta kuşların kanatlarına bile. Kanat çırptıkça, o nefis kokuyu katmerliyorlar. Artık şehir alışık olduğumuz renklerin daha koyusuna bürünmüş, tüm gösterişiyle duruyor. Sokaklarda in cin top oynaya dursun, ilerde parkın önünde bir çift el ele hiç aldırış etmeden ıslanıyor. Kızın saçlarından süzülen damlalar, yerdeki su birikintileri ile buluşuyor. Delikanlının kirpiklerinin ucunda ki bir damla ise intihara meyilli duruyor. Delikanlı, güzel sevgilisini devamlı aralıksız seyretmek için gözlerini kırpmamaya çalışırken, zavallı damla düşmekle düşmemek arasında can çekişiyor. Bırak kendini, hadi bırak. Bırak ta yerdeki su birikintisiyle kavuşsun, her damla gibi.

Karşı binanın pencerelerinden ufak çocuklar pencereleri açmadan camdan manzarayı seyrediyor. Bir kadın, hızla balkondaki yeni yıkanmış çamaşırlarını topluyor. Arabaların sil geçleri o küçük damlalarla başa çıkabileceğini sanıp, durmadan sağ sol yapıyorlar.  Hele ki kitap okumayı seven edebiyatçılara, mücadeleyi anlatıyor damlalar, yüzlerce güzel sözle aynı yere düşerek. Alacağını alamayan hayat, türlü şeylerle seni sınava çekiyor. Siyah bir arabada huysuz bir adam öfkelenip sil geçlerle camlarını temizledikçe, yeni damlalar ekleniyor camın her yerine ve arabada ki huysuz adam hâlâ pes etmiyor. Kaldırımda güzel bir kadın, yeni fönlediği saçları bozuldukça sinirleniyor ve adımlarını daha hızlı atmaya başlıyor, sanıyor ki hızlandıkça daha az ıslanacak saçları. Birileri ısrarla memnun olamazken yağan yağmurdan; bir tek sokaklar coşuyor. Caddelerle dans edip, kocaman şehirlerin aklını başından almaya devam ediyor. Hızı kesilmiyor ama yetmiyor da… Koş, hadi koş ıslanmasın saçın... 

Saate bakıyorum akrep, yelkovanla tam kırk beş derecelik bir açı çiziyor. Zamanın bir önemi var mı ki? Öğle sıcağı güçten düşüyor artık yavaş yavaş. Bir yerlerde insanlık birileri adına dualar ederken, buralarda damlaların hızına yetişilmiyor. Sokakları, caddeleri ıssız bulan yağmur damlaları, ortada fink atıyor özgürce. Huysuz şoförleri, titiz ev hanımlarını, camdan bakan çocukları ve süslü bayanları sinirlendirip, kahkahalarla gürlüyor. Gökyüzü çıldırmış olmalı, o kadar fazla kahkaha ile gürlüyor ki. Gürledikçe yağmur damlası artıyor, nasıl kuruyacağız bu kadar ıslakken? Artık dayanamıyorum… Ben de çıkıp iliklerime kadar ıslanmak istiyorum… Güzel elbiselerimin şiddetli damlalarla ıslanıp, yıpranabileceği umurumda bile değil hatta üstüme bir ceket bile almadan atmışım kendimi sokağa. ‘‘Sizinle coşmaya geldim, sizdenim… Hey! Ben de sizdenim…’’ Sanki uçuyorum, ağaçlardaki koyu yeşil yapraklara zıplayarak dokunuyorum geçerken… Zafer caddesine sicim gibi yağıyorum. Kızım benden elmalı bir şeker istemişti. Köşedeki bakkaldan koşup bir elmalı şeker alıp, ardımda koca bir serinlik bırakıyorum. ‘’Üstü kalsın!’’ diye haykırıyorum. Artanı ile ruhunu ve kalbini boya. Yağmur yağarken damla damla, elma şekeri erimeye başlıyor. Şekerden damlalar olup, yeryüzüne akın ediyorlar. Aşağıda mini mini bir çocuk, dilini çıkarmış, damlaların tadına bakıyor. ‘‘Hım’’… diyor, ‘’Tıpkı şekere benziyor.’’

Yoruluyorum artık… Başka bir yer kaldı mı yağmurdan nasibini almayan? Ahmakıslatan değil bunun adı, aklı olan ıslanıyor. O kadar şımarıyorum ki, kendimi bir şey sanıyorum. Her şeyden uzaklaşıp, tadını çıkarıyorum anın. Birden evimizin önündeki kaldırım taşlarının arasına atıyor rüzgâr beni. İstikametimi değiştirdiği için bir daha ona eşlik etmeyeceğim. Özgürlüğümü, yarıda kesiyor.

Sonra her şey eski hâline dönüveriyor. Üzerimde, senin bana evlilik yıl dönümümüzde aldığın beyaz hırka yıkanıyor. Evden çıkmış, ağır adımlarla elma şekeri aldığım bakkala doğru yürüyorum. Yaşlı bir teyze, titreyerek taşıyor elindeki poşeti, poşete bakıyorum içinde dumanı çıkan taze ekmek var. Damlalar çıldırasıya dökülüyor üzerimize. Hiç şikâyetçi değilim oysa. O kadar mutlu ve o kadar huzurluyum ki… Yüzümde kocaman bir gülümseme ile yaklaşıyorum yaşlı teyzeye. Damlalar, kocaman yuvarlak gözlüklerinde elim sende oyunu oynuyor. Önce birbirlerinden kopup, sonra birbirlerine karışıyorlar. Sırılsıklam ama şikâyetsiz bakıyorum kocaman yuvarlak gözlüklerinin içindeki gözlerine. ‘‘Teyzeciğim, buralarda şemsiye alabileceğim bir dükkân var mı? İkimize de şemsiye alayım.’’ Gülmek, belki de alay etmek için açıyor ağzını yaşlı kadın: ‘’Eh deli! Buralara yağmur mu yağıyor ki şemsiye alacaksın?’’

Kâbustan uyanır gibi fırlıyorum yerimden. Hemen pencereden dışarıya bakacağım. Ey damlalar bana yaşlı teyzenin yalan söylediğini göstereceksiniz. Güneşi görüyorum tam tepemde. Pencereyi açıp havayı kokluyorum. Meğerse rüya mıymış hepsi! Fakat ıslanmıştım. Elbiselerimi yokluyorum, kuru. Pencereyi kapatacakken aşağıda bir çocuk görüyorum. Çiçeklerini suluyor. ‘‘Olsun’’ diyorum. En azından çiçekler, kendi dünyalarına has yağmurlardan nasibini alıyor…

İşte hayat deli bir yağmur, ben ıslanmayı bilmeyen bir ahmak. Bu yüzden hiç ıslanamıyorum artık sırılsıklam ve hep böyle olacağından korkuyorum. Sonra umutlanıyorum çünkü sen yanımdasın. Beni affedebilecek misin? Sana bunca acıyı yaşattığım için. Her daim beni takip etmek zorunda kaldığın için. Affedebilecek misin?

Eylül
Murat ÇAKIR

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri