Yasemin Karaköse

Yüksek Ağaçları Kesin!

Yüksek Ağaçları Kesin! 

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron,  önceki yıl Ruanda soykırımında Fransa'nın sorumluluğu konusunun araştırılması için bir komisyon kurulmasını istemiş ve bunun için gizli tüm devlet arşivleri açılmıştı. Ruanda’da soykırım yapan hükümete mühimmat ve askeri eğitim vermek suretiyle destekle suçlanan Fransa’nın, çok geç başlattığı Turkuaz Operasyonu ile katledilen sivil halka yardım etmek maksadı ile değil, sorumluları ülkeden kaçırmak için hareket ettiği, Ruanda’ya girdikten sonra sorumlu olduğu bölgelere müdahale etmeyip en az 200 bin kişinin daha öldürülmesine göz yumduğu iddialar arasındaydı.

Geçtiğimiz hafta komisyon raporunu açıklayarak, “Fransa'nın sorumlu olduğu ancak suçlu olmadığı”(!) neticesine vardığını bildirdi. Bu kendi ile çelişen raporun, uluslararası kamuoyunu ikna etmeye yetmeyeceği, vicdanları aklamayacağından Ruanda soykırımı konusu tekrar tartışılmaya başlandı.

1899'da Ruanda’yı sömürgeleştirilen Almanya, İkinci Dünya Savaşı'nda mağlup olması sebebiyle bölgenin yönetimini Belçika'ya bırakmak zorunda kaldı.  Emperyal Batı mantığının bir tezahürü olarak Belçika, rahat yönetmek istediği alanı ufalamak için din, dil, ırk birliği olan yekpare Ruanda halkını, etnik farklılıklar üzerinden ayrıştırma yoluna gitti. Belçika, Nuh'un soyundan olduklarını iddia ettikleri uzun boylu ve güzel görünümlü olan ve toplumun % 10'unu oluşturan Tutsi’lere, toplumun % 90'ını oluşturan Hutu ve % 1’lik Pigme’lere karşı ayrıcalıklar tanıyarak, azınlık elit bir zümre oluşturdu. Düzenlenen kimlik belgeleri ile bu etnik sınıfsal ayrımda Tutsilere, eğitim, sağlık, istihdam gibi pek çok alanda toplumun diğer kesimine göre öncelik ve üstünlük tanınmıştır.  1950 yılına kadar çoğunluk olan Hutulara neredeyse hiçbir sosyal ve ekonomik hak tanınmaması sebebi ile toplumda her geçen gün büyüyen bir huzursuzluk ve gerginlik oluşmuştur. 

1957 yılında Hutular, sömürge devletlerinden elde ettikleri bu ayrımcılığa karşı çıkmak ve onlara karşı birlik olma çağrısı yapan “Hutu Manifestosu” nu yayınlayarak, şiddetini gittikçe arttıracak başkaldırı hareketini başlatmıştır. Hak arama amacıyla başlayan hareket,  zamanla eylemsel şiddete ve vahşete dönüşmüştür.  1959 yılında Tutsi Kralının Hutularca tahtından indirilmesi ile başlayan ilk katliamdan kaçan 130.000 Tutsi komşu ülkelere göç etmek zorunda kaldı.

Belçika'nın 1962 yılında ülkeden çekilmesinin ardından Ruanda bağımsızlığını ilan etmiş ve Hutular iktidar olmuştur. Geçmişteki ayrıcalıklı azınlık Tutsilerin karşısında, bugün iktidar olan Hutuların tarihsel öfkesi, ülkeyi pimi çekilmiş bir bomba haline getirmişti. 1973 yılında bir kez daha katliama başlayan Hutulardan kaçan Tutsiler,  Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Burundi ve Uganda’ya göç etmişlerdir. Sürgünde de rahat hayat yaşayamayan ve ülkelerine dönmek isteyen Tutsiler,  silahlı Ruanda Vatansever Cephesi’ni (RPF) kurdu. Örgütün amacı Hutu idaresine ve dolayısı ile sürgüne son verip ülkelerine geri dönmekti. Bu amaçla RPF, 1990'da Ruanda'nın kuzeyinden saldırı başlattı. Hutu iktidarı, bu saldırıya hem askeri hem sivil cepheden Tutsileri öldürerek sert bir şekilde karşılık verdi.

1994 yılının Nisan ayında Hutu Başkan Habyarimana’nın uçağının Tutsiler tarafından roketle düşürülmesi,  katliamın başlangıcı olmuştur. Olayın ardından Devletin resmi radyosu RTLM uzun boylu Tutsileri kastederek “ Yüksek ağaçları kesin” parolası ile halka öldürme emri verdi.

Tutsiler ve katliama karşı olan ılımlı Hutular, pala ve satırlarla gördükleri yerde öldürüldü. Kendilerinden şüphelenilen Hutulara sadakatlerini ispat etmeleri için Tutsi olan eş ve akrabalarının öldürülmesi emri verildi. Kimseyi öldürmeyen Hutular ölmek zorunda kaldı. Evler, sokaklar, nehirler, hatta dokunulmaz umuduyla sığınılan kiliseler, parçalanmış cesetlerle doldu. 100 gün içinde, “etnik bir grubu yok etmek amacıyla sistematik bir kıyım” yani teknik anlamda gerçek bir soykırım yaşanan Ruanda’da 1 milyona yakın kişi öldürülmüştür.

Olaylar başladığında Birleşmiş Milletler Barış Gücüne ait 10 Belçika askerinin  öldürülmesi  sebebi ile Birleşmiş Milletlere bağlı asker sayısı 2500’den 250'ye indirildi. Avrupa, vatandaşlarına ve misyon temsilcilerine geri dönme çağrısı yaparken, Batı’nın ülkedeki olaylara karşı özellikle ABD ve Fransa’nın diplomatik baskısının tesiri ile aldığı “Tarafsız” kalma kararında, hiç kuşkusuz bölgede elmas, altın veya petrol gibi hiçbir zenginlik kaynağı olmamasının da etkisi büyüktür.

Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Miterrand’ın yorumu,  Batı’nın bakış açısını özetler nitelikte idi; “ O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil.”

YASEMİN KARAKÖSE 15.04.2021

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1 Yorum

Mustafa Kurban

Mustafa Kurban

17 Nisan 2021
Kaleminize, yüreğinize sağlık. Bunları birde bizim kendini iletici, demokrasi havarisi sananlar anlasalar.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri