Başkan Konaç: İstanbul Sözleşmesi’nin Kaldırılması Yetmez
Türkiye’de 2011 yılında imzalanan, 2012 yılında onaylanan, 2014 yılında yürürlüğe giren ve 20 Mart’ta gece saat 2 sularında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile birlikte yürürlükten kaldırılan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili eski Kayseri Barosu Başkanı Av. Fevzi Konaç şahsi görüşlerini paylaştı.
Sözleşmenin yürürlükten kaldırılması için “hayırlı olsun” diyen Konaç, konuşmasına şöyle devam etti: “Ben Türkiye’de bu sözleşme imzalanırken bunun yeterince kamuoyunda tartışılmadığı, toplumun geniş kesimlerinin haberdar olmadığı, içeriğini tam olarak bilmediği, “İstanbul” ismi verilmesinden kaynaklı sanki Türkiye öncülüğünde yapılan bir sözleşme havasında imzalandığı üzerine birçok hukukçunun görüşlerini ve yaşanan olayları bilen biriyim. AB ülkelerinde İstanbul Sözleşmesi imzalanmadan önce geniş toplum kesimleri tarafından sözleşmenin tartışıldığı, üzerinde değerlendirmelerin yapıldı. Polonya, Hırvatistan ve Letonya gibi ülkeler bazı maddelerin Katolik Hristiyan inancına aykırı içerikler taşıdığı, Hristiyan aile yapısını bozacağı ve bu ülkelerin anayasalarındaki temel hak ve hürriyetlerindeki bazı yaklaşımlara aykırı maddeler içerdiği gerekçesiyle sözleşmeyi imzalamamış, imzaladıkları bölümlere şerhler koymuştur. Türkiye’de bu ülkelerin tam tersine, partiler tam bir uzlaşı içerisinde çok kısa sürede sözleşmeyi onaylamıştır.” dedi.
Konaç, dönemin yasama erkine bir soru yöneltti: “Türkiye siyasi tarihini bilenler bilir; Meclis’te bir yasanın, bir sözleşmenin, bir uluslararası hukuk metninin kabulü sırasında küçücük bir madde ile ilgili siyasi partilerin nasıl savrulduğunu, nasıl muhalefet ettiğini ve nasıl çekiştiğini bilen biri olarak sözleşme kaldırılırken tekrar soruyorum: Bütün partileri konsensus yani uzlaşma biçiminde bir araya getiren süreç nasıldı, nasıl bu sözleşmenin arkasında durup Meclis’ten çıkardılar ve bu handikaplar nasıl öngörülemedi?”
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE DURUM NASILDI?
Konaç, bir ceza hukuku profesörünün AB’de neden böyle bir sözleşmeye ihtiyaç duyulduğu üzerine imzalama sürecinde yazdığı bir akademik makalesinden, kendisinin köşe yazılarında ve kişisel görüşmelerinde istifade ettiğini söyledi.
“Buna göre bu süreçte Fransa ve Almanya gibi ülkelerde yıllık olarak kadına taciz ve istismar suçlamasıyla 600-700 bin kadar dosya oluşturulmuştur. Bu gibi AB ülkelerinde taciz ve istismar gibi suçların bu sayılara ulaşması nedeniyle ailenin korunması, kadına şiddetin engellenmesi adına bir kaçış noktası olarak görülmüştür. O tarihlerde Türkiye kamuoyu böyle değildi. Ancak Türkiye’de bir kısım feminist yaklaşımları olan başta Mor Çatı gibi derneklerin tahrikiyle birlikte, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının öncülüğünde bu sözleşmeye imza atıldı. Aradan bunca yıl geçti ve Türk toplumuna bedeller ödetti. Kamuoyunda tartışılan bir kısım itirazlar vardı. İtirazların başında Türk aile ve toplum yapısının bozulmasına sebep olacak argümanlar getirmesi vardı. Sözleşmede cinsel eğilimlerin korunması ve eşcinsel insanların talep ve istekleriyle hukuki güvenceyle koruma altına alınması için imzalayan ülkelere mevzuat değişikliği görevi yüklüyordu. Bu açıdan bu sözleşmeye yaklaşıldığında akl-ı selim birçok görüş, %99 oranında Müslüman insanların yaşadığı bir ülkede böyle bir hukuki güvencenin insan fıtratını ve aile yapısını bozacağını ifade ettiler.”
“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KADINI KORUMUYOR, AİLE YAPISINA DİNAMİT KOYUYOR.”
Kadına şiddetin önlenmesini cinsel eğilim ve tercihlerin korunmasına bağlanıp binlerce yıldır yaşatılan örf ve adetler üzerinden çatışma yaratıldığını söyleyen Konaç: “İstanbul Sözleşmesi’ne istinaden hazırlanan 6284 sayılı Kadına Şiddetin Önlenmesi ve Ailenin Korunması Yasası, toplum yapımızda kadın ve erkeği çatışan ve birbirine düşman iki kesim hâline getirerek birtakım sıkıntılara sebep oldu” dedi.
“Şunun altını çizmek isterim: İstanbul Sözleşmesi’nde kadına şiddetin önlenmesi “toplumsal cinsiyet eşitliği” ifadesiyle 24 yerde zikredilmiştir. İstanbul Sözleşmesi kadını korumuyor, ailenin temeline dinamit koyuyor. Cinsel eğilimlerin korunması diyerek şu an bazı AB ülkelerinde olduğu gibi kadın kadına veya erkek erkeğe evlilikleri, tabiri caizse fıtrata savaş açacak güvenceleri dayatıyor. Bu ülkenin bin yıllık inanç ve değerleri bunu kabul etme imkanı vermiyor. Sözleşmenin yürürlükten kaldırılması kararı tek başına yetmez. Çünkü bu sapkınlığın dayatılmasıyla ilgili Lanzarote gibi başka uluslararası sözleşmelerin varlığını da toplumun bilmesi lazım. Bu iptalle bu risk ortadan kaldırılırken, diğer sözleşmelerden de imzalar çekilmelidir. Bu kararlı tutum aile yapımızı, hassasiyetlerimizi ve inançlarımızı koruyabilecek noktaya ancak getirecek.” diyerek, Av. Fevzi Konaç alınan kararın yetersiz olduğunu dile getirdi.
KADINA ŞİDDETİN ÖNÜ AÇILDI MI?
Konaç, “İnsanlar merak ediyor, İstanbul Sözleşmesi kaldırılıp, kadına şiddetin önü açıldı mı? Kadına şiddeti önleyici elimizde ne var? Sadece İstanbul Sözleşmesi kaynaklı kanunlarla mı kadınlar korunuyordu? Hayır. Başta Anayasa’mızda olmak üzere ceza mevzuatımızda kadını koruyan maddeler ve hükümler var. Sözleşmenin kaldırılmasıyla kadına şiddetin önünü açmayı bir kenara bırakın, hâlâ bu bahsettiğimiz korumalar mevzuatımızda varlığını devam ettiriyor. Kanunun temel gerekçesi olan sözleşme ortadan kalktı ama, topluma huzur ve güven getirmeyen bu yasa da gözden geçirilmelidir. Kadına şiddet en hassas olduğumuz konu. Değil iki kadın, bir kadının şiddet ve cinayete maruz kalması asla kabul edilemez. Ancak istatistiklere göre, Türkiye’de işlenen cinayetlerin %81’i erkeklere, %19’u kadınlara karşı yapılıyor. Bunların bir kısmı aile içi şiddetlerden kaynaklansa da, diğerleri başka gerekçelerden kaynaklıdır. Bir tek insanımızın tırnağına taş değmesine razı olamayacağımız bir duygusallık içerisinde gözümüzden kaçırılan bazı hususların toplumsal yapımıza, temel inanç ve değerlerimize dinamit koyduğunu görmemiz lazım.” diyerek, sözlerini tamamladı.
Henüz Yorum yok