Vay Haline O Namaz Kılanların Ki, Onlar Namazlarının Özünden Uzaktırlar

RAMAZAN GÜNLÜĞÜ 12

                                                                                                Hazırlayan: Mustafa KÜÇÜKTEPE

Bir Ayet:
“Vay Haline O Namaz Kılanların Ki, Onlar Namazlarının Özünden Uzaktırlar.”  (Maun 5/6)

Bir Hadis:
“Rasulullah (sav) sahabilerine namaz kıldırırdı. Sonra onlardan bir grup ile oturdu. İçeriye bir adam girdi ve namaza durdu. Rukû etmeye ve (tavuğun yem gagalaması gibi) başını eğip kaldırarak secde etmeye başladı. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Bunu görüyor musunuz? Kim bunun üzere ölürse Muhammed’in dininden başka bir şey üzere ölmüştür. Kuzgunun leşi gagalaması gibi namazında başını eğip hemen kaldırır. Rükû edip secdesini (tavuğun yem) gagalaması gibi yapan bir ya da iki hurma tanesi yiyen aç insan gibidir. Bu onun açlığından neyi giderir?!’ buyurdu.”

Yani Peygamber Efendimiz(sav) ‘namaz kılarken secdelerimizi tavuğum yem yediği gibi yapmayın, başınızı secdeye koyar koymaz kaldırmayın’ buyuruyor.

Bir Konu:
Namazı Gereği Gibi kılmak
. Namaz mümin için en önemli ibadetlerden birisidir. Namaz müminin miracıdır. Alnını secdeye koyarak rabbin huzuruna yükselmenin adıdır. Kıldığımız namazlar bizi her türlü kötülüklerden alıkoymalıdır. Hem namaz kılıp hem yalan söylüyorsak hem namaz kılıp hem insanları kandırıyorsak ya namazı gereği gibi yerine getirmediğimizden ya da namaza nem vermediğimizdendir. Ya da namazı birileri için yani riya ve gösteriş için kılıyoruz demektir.

Maun suresindeki ayetlerde namaz kılmalarına rağmen kınananların olumsuz tutumlarına üç örnek sıralanmıştır: a) Namazlarının özünden uzak olmaları, b) İbadetlerinde halka gösteriş yapmaları, c) Hayra engel olmaları. “Namazlarının özünden uzaktırlar” diye çevirdiğimiz cümlede geçen sâhûn kelimesinin sözlük anlamı “unutanlar” olup bu bağlamda, “namazlarını vaktinde kılmayanlar” şeklinde yorumlayanlar bulunmuşsa da Taberî, bizim de meâlde esas aldığımız yorumunda sâhûn kelimesini, “namazı ciddiye almayanlar, başka şeylerle meşgul olmayı namaz kılmaya tercih edenler” şeklinde anlamanın daha isabetli olduğunu, bunun vaktinde kılınmaması veya büsbütün terkedilmesiyle ilgili yorumu da kapsadığını belirtmiştir (XXX, 312). Bir kimsenin namazı ciddiye almamasının, namaz kılıyor görünse bile onun özünden uzak kalmasının önemli bir sebebi, 6. âyette riyâ kavramıyla ifade edilen “halka gösteriş yapma” eğilimidir. Riyâ, özellikle dinî davranışlarla ilgili bir terim olup “bir kimsenin, kendisinde bulunmayan dinî ve ahlâkî bir meziyeti, bir erdemi varmış gibi göstermesi, iyilik yapıyormuş gibi görünmesine rağmen yaptıklarıyla –iyiliğin din ve ahlâktaki karşılığından öte– maddî veya manevî bir çıkar amaçlaması” anlamına gelir. İşte âyette bu tutum eleştirilmektedir.

Sûrede dikkati çeken önemli bir nokta şudur: İbadetlerde şekil şartları da vazgeçilmez olmakla birlikte, en az şekil kadar özen gösterilmesi gereken husus, imanla birlikte niyet, ihlâs, huşû, takvâ gibi kavramlarla ifade edilen öz ve içeriktir. Kur’an’a göre ibadetlerde niyet ve ihlâs, tevhid ilkesinin ibadetteki yansımasıdır (meselâ bk. Fâtiha 1/5; Âl-i İmrân 3/64). Bunu Hz. Peygamber, “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek” şeklinde belirtmiştir (Buhârî, “Îmân”, 37). İşte 4-6. âyetlerde, “Vay haline o namaz kılanlara ki, onlar namazlarının özünden uzaktırlar; halka gösteriş yaparlar” meâlindeki eleştiriyle verilmek istenen mesaj budur. ( https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Ma%C3%BBn-suresi/6201/4-7-ayet-tefsiri)

Bir Peygamber:
Hz. Yusuf,  Kur’ân-ı Kerîm’de Yûsuf adı yirmi beşi Yûsuf sûresinde, ikisi diğer sûrelerde (el-En‘âm 6/84; el-Mü’min 40/34) olmak üzere yirmi yedi defa geçmektedir. Yûsuf kıssası Kur’an’da aynı adı taşıyan sûrede bir bütünlük içinde verilmekte (bk. 
YÛSUF SÛRESİ), yine Kur’an’da İsrâiloğulları’nın Yûsuf’un söylediklerini şüpheyle karşıladıkları bildirilmektedir: “Yûsuf da size daha önce gerçeğin bütün kanıtlarıyla gelmişti, fakat size getirdiğine karşı şüphe duymakta tereddüt etmediniz, sonunda Yûsuf ölünce de, ‘Allah ondan başka hiçbir elçi göndermeyecek’ dediniz” (el-Mü’min 40/34). Yûsuf kıssasında Tevrat’la Kur’an arasında bazı farklılıklar görülür. Kur’an’da bu kıssa Yûsuf’un rüyasıyla başlarken Tevrat’ta Yûsuf’un on yedi yaşında iken kardeşleriyle birlikte sürü otlatmaya gitmesiyle başlar. Ayrıca Tevrat’a göre Yûsuf kardeşlerinin kötü sözlerini babalarına aktarmaktadır. Kur’an’da Yûsuf’un bir rüyasından bahsedilir, Tevrat’ta ise iki rüya söz konusudur. Yûsuf rüyasını babasına anlattığında Kur’an’a göre Ya‘kūb ona, “Yavrum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Rabb’in seni seçecek ve sana rüyaların yorumunu öğretecek. Daha önce ataların İbrâhim’e ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya‘kūb soyuna da nimetini tamamlayacak” demişti (Yûsuf 12/5-6). Tevrat’a göre ise Yûsuf gördüğü iki rüyayı kardeşlerine anlatınca kardeşleri ona, “Üzerimize kral mı olacaksın, üzerimizde hüküm mü süreceksin?” der; babasına anlatınca da babası, “Gerçekten ben ve annen ve kardeşlerin karşında yere kadar eğilmek için mi senin yanına geleceğiz?” sözleriyle onu azarlar (Tekvîn, 37/5-10). Yûsuf’un öldürülmesi veya bir yere atılması konusunda Kur’an’a göre kardeşleri bu kötü işi yaptıktan sonra tövbe edip iyi kullar olacaklarını vaad ederler, Tevrat’ta ise böyle bir ifade yer almaz. Tevrat’a göre Yûsuf’u öldürmeyip bir kuyuya atmayı teklif eden Ruben’dir, Kur’an’da ise belli bir isim verilmez, kardeşlerden birinin böyle bir teklifte bulunduğu anlatılır. Kur’an’a göre Yûsuf’un kardeşleri babalarından Yûsuf’u kendileriyle birlikte göndermesini isterler, Tevrat’a göre ise Ya‘kūb, Yûsuf’u bizzat kendisi kardeşlerinin yanına yollar. Yûsuf’u Mısır’da satın alan kişi Tevrat’a göre Potifar’dır, Kur’an’da ise bu kişi “aziz” diye nitelenmektedir. Tevrat’a göre Potifar’ın karısı Yûsuf’un peşinden koşarken gömleğini arkadan tutar ve evin hizmetçilerini çağırarak ona iftirada bulunur. Kur’an’a göre de Yûsuf kaçarken Potifar’ın karısı gömleğini arkadan yırtar, ancak kapıda kocası ile karşılaşırlar. Gömleğin önden veya arkadan yırtık olmasının suçlunun tesbitinde delil sayılması hususu ve azizin karısının, dedikodusunu yapan kadınları davet edip onlara Yûsuf’u göstermesi kıssası Tevrat’ta değil diğer yahudi rivayetlerinde yer alır. Kur’an’da Yûsuf’la birlikte iki gencin zindana girdiği belirtilirken Tevrat’ta onların daha sonra zindana konduğu ifade edilir. Yûsuf’un bu iki gence dinî nasihatte bulunması hususuna Tevrat’ta temas edilmez. Tevrat’a göre Yûsuf’un annesi Rahel, Bünyâmin’i doğurduktan sonra ölmüş ve Efrat (Beytülahim) yolunda defnedilmiştir (Tekvîn, 35/19). Yûsuf, Mısır’da iken babası ile kardeşlerini Mısır’a getirtir (Tekvîn, 46/6-7). Kur’an’a göre ise Yûsuf bütün ailesini Mısır’a getirttiği zaman annesiyle babasını tahtına oturtur (Yûsuf 12/100). Tevrat’ta Yûsuf’un bazı kötü huylarından söz edilir, Kur’an’da ise Yûsuf dürüstlük ve güvenilirlik bakımından övülür.

Hadislerde Yûsuf’la ilgili çok az bilgi vardır ve Yûsuf sadece bazı özellikleriyle anılır. Büyük dedesi İbrâhim, dedesi İshak, babası Ya‘kūb ve kendisi olmak üzere peygamberlikte peş peşe gelmeleri sebebiyle Yûsuf “Kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm, İbrâhim oğlu İshak oğlu Ya‘kūb oğlu Yûsuf” şeklinde nitelenir ve insanların en kerimi olduğu belirtilir. Hz. Peygamber mi‘racda onunla üçüncü kat semada karşılaştığını bildirmiştir (Müsned, II, 96, 416; III, 148; Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6, “Enbiyâʾ”, 8, 14, 19; Tecrid Tercemesi, IX, 213). Tefsirlerde, tarih kitaplarında ve kısas-ı enbiyâlarda, Yûsuf ve Züleyha mesnevilerinde Hz. Yûsuf’la ilgili geniş bilgi yer alır. Yûsuf’un güzelliği darbımesel haline gelmiştir. Bir hadiste Resûlullah mi‘racda onu ayın on dördü gibi gördüğünü ifade eder (Sa‘lebî, s. 83). Yûsuf’a nisbet edilen bir kavuk türü ile Mısır’ın fethinde ele geçirilen mukaddes emanetler arasında ona izâfe olunan bir sarık ve bıçaktan da söz edilmektedir (Evliya Çelebi, X, 122-124).  ( https://islamansiklopedisi.org.tr/yusuf)

Esma-i Hüsna: 

El-Kerim, Sözlükte “cömert olmak, iyi, ahlâklı, asil ve değerli olmak” anlamındaki kerem  (kerâmet) kökünden sıfat olan kerîm "yaratılıştan cömert olan, insanın şerefiyle bağdaşmayan her türlü şeyden arınmış bulunan” demektir. Kerem kavramı Allah’a nisbet edildiğinde “lutuf ve ihsanda bulunma” mânası ağır basar. Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, kerîm kelimesinin muhtevasını “cömert olan, övgüye lâyık vasıfları şahsında toplayan, cezayı gerektiren davranışları affedip suçluyu bağışlayan” şeklinde üç noktada özetlemiş ve bu anlamların Allah için de söz konusu olduğunu söylemiştir.

Kerem kavramı, bazı kıraat farklarının göz önünde bulundurulması şartıyla Kur’ân-ı Kerîm’de on yerde Allah’a nisbet edilmiştir. Kerîm ismi iki âyette rab kelimesiyle bağlantılı olarak kullanılmış, Mü’minûn sûresinde yer alan (23/116);

“Gerçek egemenliğin sahibi olan Allah yüceler yücesidir. O’ndan başka tanrı yoktur. O, şerefli arşın sahibidir.”

 “Rabbü’l-arşi’l-kerîm” ifadesindeki kerîm lafzını rab kelimesinin sıfatı diye kabul eden kıraate göre bu isim Kur’an’da üç defa Allah’a nisbet edilmiştir. 

 “Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani'dir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır), Kerîm'dir." Neml, 40

Allah, Kerîm'dir ve Ekrem'dir. O, yaratıklarını nimete boğar, karşılıksız bağışta bulunur. Yüce Allah, bütün insanlığa ilk defa "Ekrem" ismiyle hitap etmiştir:

"Rasûlum! Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı yapışkan bir sudan yaratmıştır. Oku! Rabbin Kerîm'dir.” Alak 1-3

Kur'an-ı Kerim: Hikmetli ve ihsanı bol olan kitap. İhsanı bol Rab tarafından gönderilen kitap. 

El-Kerim ismi, Kuran’da şerefli ve değerli anlamında Cibril’in; “O Kur’an gerçekten değerli, güçlü ve arşın sahibi katında itibarlı bir elçinin sözüdür. (Elçi) orada saygın ve güvenilirdir.” Tekvir 19-20

​Hz. Muhammed’in;  “Kur’an elbette değerli bir elçinin sözüdür.” Hakka, 40

Ve Kuran’ın;  “Kuşkusuz o, değeri çok yüce Kur’an’dır.” Vakıa, 77

​İyi ve bol manada bitkilerin;  “Peki o inkârcılar yeryüzüne hiç bakmazlar mı? Orada her türden nice değerli bitkiler çıkarmışızdır.” Şuara-7

 Rızkın; “Gerçek müminler işte onlardır. Rableri katında onlar için yüksek mevkiler, bağışlanma ve değerli rızık vardır.” Enfal, 4

​Mükafatın;  “Sen ancak o zikre uyanı ve görmediği halde Rahmândan korkanı uyarabilirsin. İşte böylesini hem bir af hem de değerli bir ödülle müjdele.”  Yasin, 11

 Makamın;  “Daha sonra onları (Firavun ve topluluğunu) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve değerli bir konumdan mahrum ettik.” Şuara, 58 sıfatı olarak kullanılmıştır. 

Bir âyette, “kerîm olanlarla mukayese edilemeyecek en üst derecede kerîm” anlamındaki ekrem ism-i tafdîli ile iki âyette yer alan ve “ikram sahibi” mânasına gelen (zü’l-)ikrâm sıfatı da O’na izâfe edilmiştir. Bunlardan başka Allah lafzı ikram ve tekrîm masdarlarından türeyen dört fiilin fâili olarak kullanılmıştır.

​Allah hakkında kullanılan ululuk ve mutlak kerim anlamındaki "kerim" lafzı Kur'ân-ı Kerim'de iki yerde geçmektedir.

"... Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük yapana gelince; o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir." Neml, 40

"Ey insan, ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?" İnfıtâr, 6

Resulullah (s.a.v.) ayette geçen "insanı aldatan şeyin" onun bilgisizliği olduğunu açıklamıştır. Doğrusu insanı aldatan şey "insanın kendi ahmaklığı ve şeytanın aldatmasıdır", denilmiştir. Bunun için "kovulmuş şeytanın şerrinden her şeyi bilen ve işiten Allah'a sığmıyoruz" deriz.

Nitekim Resulullah (s.a.v.):

"Allah ismi, aziz (yegâne galib); güzel ahlakı seven, kerim (fazilet türlerinin hepsine sahip), beyinsizlere ise buğz edendir" buyurmuştur.

Karşılık beklemeksizin bol bol veren, bağış ve ihsanda bulunan demektir, demişlerdir. Hak Tealâ'dan bize hayırlı lütufta bulunmasını niyaz ediyoruz. Şüphesiz ki O'nun her şeye gücü yeter. Bu kelime Allah ona ikram etti. Ona lütufta bulundu, ona takva ile ihsanda bulundu. Onu günahlardan koruma lütfunda bulundu şeklinde kullanılır.

Kerîm ismi hem İbn Mâce hem Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ listesinde yer almış (“Duʿâʾ”, 10; “Daʿavât”, 82), diğer hadis rivayetlerinde de zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmiştir (Müsned, II, 72; Tirmizî, “Edeb”, 41). 

Hz. Peygamber’in camiye girerken tekrarladığı dua ve niyaz mahiyetindeki şu ifadesinde ise kerîm “vech” (zât-ı ilâhiyye) kelimesini nitelemektedir: “İlâhî rahmetten kovulmuş bulunan şeytandan yüce Allah’a, O’nun kerîm olan zâtına ve kadîm olan hükümranlığına sığınırım” (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 18). Hadis literatüründe çeşitli fiil kalıplarıyla Allah’a nisbet edilen kerem kavramlarının sayısı oldukça çoktur.

Yine Peygamberimiz (s.a.v.):
"Sehavet sahibi (Cömertlik. Muhtaç olanlara yardım etmek. Muhtaç olanlara çok ihsan etmek.) cömert bir kimse Allah'a, insanlara ve cennete daha yakın, cehennemden ise uzaktır. Cimri ise Allah'tan da insanlardan da cennetten de uzak; cehenneme daha yakındır" buyurmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v.):
“Allah, kerimdir, keremi sever.” Buyurmuştur. Allah çok kerim, çok değerli ve şereflidir. Çok ikram sahibidir. Lütfu ile kullarına ikramda bulunur. İkram ettiği de kendindendir. Mutlak kerim olan O dur. 

Aişe annemizden rivayetle Peygamberimizin;
“Allahım, sen selamsın. Selamet ve güvende olma senin sayendedir. Ey Celal ve İkram sahibi (Allahım)! Sen mübareksin.” Diye dua ettiğini bildirmiştir. 

Peygamberimiz (sav), Hz. Ali’ye bir sıkıntı veya belaya uğradığında şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir:

“Kerim ve halim olan Allah’tan başka ilah yoktur. Onu her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. O, şanı yüce olan Allah’tır. Ulu arşın Rabbidir. Her türlü övgü O’na mahsustur. Alemlerin Rabbidir.” (Nesai)

Esmâ-i hüsnânın şerhiyle meşgul olan âlimler kerîm isminin övgüye lâyık bütün nitelikleri kapsadığına dikkat çekerler ve bunların başında Allah’ın lutufkârlığı ile affediciliğinin geldiğini belirtirler. 

Gazzâlî’nin kerîm ismiyle ilgili olarak kaydettiği mânalar bu konuda söylenenlerin en kapsamlısıdır: “Kerîm muktedirken affeden, vaadini yerine getiren, lutfunu umulanın ötesinde gerçekleştiren, kime ne kadar lutufta bulunduğunun hesabını yapmayan, kendisinden başkasına başvurulmasına rızâ göstermeyen, vefasızlığa sitemle mukabelede bulunup dostluğu bozacak bir karşılık vermeyen, kendisine sığınanı yüzüstü bırakmayan, aracı ve şefaatçilere muhtaç kılmayandır” 

Kerîm ismi, “yergiye sebep teşkil eden özelliklerden münezzeh olup övgü nitelikleriyle vasıflanma” mânasına alındığında zâtî, “lutuf ve ihsanda bulunma, affedip bağışlama” anlamı göz önünde bulundurulduğunda ise fiilî isimler grubuna girer. Kerîm Alî, Kuddûs, Hamîd gibi Afüvv, Gafûr, Halîm gibi fiilî isimlerle anlam yakınlığı içinde bulunur. ( https://www.sakuraakademi.com/el-kerim)

El-Kerim, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 270’dir.

Er-Rakib: Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.Sözlükte “gözetlemek, kontrol etmek; beklemek, intizar etmek” anlamındaki rakb (rukūb, rekābet) kökünden türeyen rakīb kelimesi “gözetleyip kontrol eden” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “rḳb” md.). Kur’an’da rakīb ismi beş âyette geçmektedir. Bunlardan biri Hz. Şuayb’ın iman etmeyen kavmine hitap ederken kullandığı, “Gerçekleşecek âkıbeti bekleyin, ben de sizinle birlikte beklemekteyim” meâlindeki ifadesinde yer almakta (Hûd 11/93), biri de “insanın her söylediği şeyi dinleyip gözetleyen ve yazan melek” mânasında kullanılmaktadır (Kāf 50/18). Rakīb isminin zât-ı ilâhiyyeye nisbet edildiği üç âyetin biri, Hz. Îsâ’nın kendisinden sonra ümmetinin yegâne gözetleyicisinin Allah olduğunu vurgulayan niyazında geçmektedir (el-Mâide 5/117). Diğer iki âyetin birinde Allah’ın insanları, diğerinde ise her şeyi gözetleyici olduğu bildirilmektedir (en-Nisâ 4/1; el-Ahzâb 33/52). “Senin rabbin her an gözetleme yerindedir” meâlindeki âyet de (el-Fecr 89/14) içerik olarak rakīb ismini açıklamaktadır. Rakīb sadece Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ rivayetinde yer almakta (“Daʿavât”, 82), İbn Hacer’in Kur’an’dan derlediği doksan dokuz isim listesinde de bulunmaktadır (DİA, XI, 408).

Âlimler rakīb ismine genellikle “koruyup gözeten” (hafîz) mânası vermişlerdir. Hiçbir şey bunun kapsamı dışına çıkmaz, dolayısıyla Allah’tan gizli kalmaz. O’nun bir an bile gaflet etmesi düşünülemeyeceğinden gözetim ve kontrolü altında bulunan bir mahlûkun oluşumu, varlığını sürdürmesi veya yok olup ortadan kalkması hususunda herhangi bir aksaklığın meydana gelmesi söz konusu değildir. Allah kullarının bütün hallerini bilmekte ve onların nefeslerini saymaktadır (Kuşeyrî, s. 63). Âlimler rakīb isminin geniş içeriğinde hakkıyla bilme, türüne göre bilgiye konu teşkil eden şeyi görme veya işitme, onu gözetip koruma unsurlarının bulunduğuna dikkat çekerler. Bu açıdan rakībin alîm, basîr, semî‘, şehîd, müheymin ve hafîz isimlerinin özü olduğunu söylemek mümkündür. Rakīb isminin kuldaki tecellisi, onun bütün davranışlarının sürekli biçimde Allah tarafından gözetlendiğinin bilincini taşımasıdır. Bu çizgi üzerinde yürüyen kul istikametten ayrılmamaya özen gösterir. (  https://islamansiklopedisi.org.tr/rakib)

Er-Rakib:,esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 312’dir.

El-Mücib, Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. Sözlükte “kesmek; birinin susmasını sağlamak” anlamındaki cevb kökünün “if‘âl” kalıbından (icâbet) sıfat olan mücîb “dua ve dileklere olumlu cevap veren” mânasına gelir (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “cvb” md.; Kāmus Tercümesi, I, 98-99). İcâbetin asıl anlamı “cevap vermek suretiyle söz söyleyenin kelâmını kesmek”tir. Râgıb el-İsfahânî taleplerin ve onlara mukabelede bulunmanın biri sözle, diğeri fiille olmak üzere iki şekilde gerçekleştiğini söyler. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’ın davetçisine icâbet ediniz” meâlindeki âyet (el-Ahkāf 46/31) birincisinin, “Ey Mûsâ ve Hârûn, ikinizin de talebi kabul edilmiştir” âyeti de (Yûnus 10/89) ikincisinin örneğini teşkil eder (el-Müfredât, “cvb” md.).

İcâbet kavramı beş âyette zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmektedir. Bunlardan biri mücîb şeklinde olup Hz. Sâlih’in kendi kavmine hitabı sırasında, “Allah’tan bağışlanma isteyin ve O’na dönün, zira benim rabbim kullarına çok yakındır, dua ve isteklerini kabul edendir” şeklindeki ifadesinde (Hûd 11/61) yer almaktadır. “Nûh bize yalvarıp yakarmıştı. Doğrusu biz en güzel biçimde cevap verenleriz” âyetinde ise (es-Sâffât 37/75) mücîb ismi tâzim amacıyla çoğul olarak kullanılmıştır. İcâbet kavramı üç âyette fiil kalıplarıyla Allah’a izâfe edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in dokuz âyetinde yine cevb kökünden türeyen “isticâbet” kavramı da Allah’a nisbet edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “cvb” md.). İsticâbetin “icâbet” anlamında olduğu genellikle kabul edilmekle birlikte Ebü’l-Bekā ikisi arasında fark bulunduğunu kaydeder. İsticâbet talebe “olumlu cevap verme” mânasına geldiği halde icâbet “mutlak olarak cevap vermek” demektir ve bu cevabın menfi olması da mümkündür. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/mucib)

El Mucîb isminin ebced değeri ve zikir adedi 55’ tir

Bir Dua: Rabbi hebli hükmen ve elhıkni bissalihin, vecalni lisane sıdkın fil ahirin, vecalni min vereseti cennetin naim

“Rabbim! Bana ilim ve hikmet ver; beni sâlihler kullarının arasına ilhak eyle!”

“Bana gelecek nesiller arasında doğrulukla ve hayırla anılmayı nasip et!” “Beni, içinde ebedînimetlerin kaynadığı cennetin vârislerinden kıl!”

Diğer Haberler

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler