Şüphesiz Ki İyilikler Kötülükleri Yok Eder

RAMAZAN GÜNLÜĞÜ 5

                                                                                                  Hazırlayan: Mustafa KÜÇÜKTEPE

Bir Ayet:
"Gündüzün iki tarafında, gecenin de gündüze yakın saatlerinde namaz kılın. Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri yok eder. İşte bu, öğüt almak isteyenler için bir hatırlatmadır." Hud, 114

Bir Hadis:
"Kim ramazan namazını (teravih) inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek kılarsa onun geçmiş günahları bağışlanır. " (Buhârî, Salâtü’t-terâvîh, 1; Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 174)

Bir Konu:
Teravih, Arapça tervîha kelimesinin çoğulu olup “rahatlatmak, dinlendirmek” gibi anlamlara gelir. Ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı namazından sonra kılınan sünnet namazın her dört rek‘atının sonundaki oturuş, tervîha olarak adlandırılmış, sonradan bu kelimenin çoğulu olan terâvih kelimesi ramazan gecelerinde kılınan nâfile namazın adı olmuştur. 

Teravih, sünnet-i müekkededir. Kadın ve erkek için ramazan ayının sünnetidir. Teheccüt namazı 12 rek‘atı geçmediği halde, teravih namazı yirmi rek‘attır. Yatsı namazı kılındıktan sonra ve vitirden önce kılınır.

Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir ve kısmen de Hz. Ömer döneminde teravih namazı münferiden, yani cemaat olmaksızın kılınmaktaydı. Bir ramazan gecesi Hz. Ömer mescide çıktığında, halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldığını görmüş ve dağınık bir şekilde kılmak yerine insanları bir imamın arkasında toplayıp teravih namazının cemaatle daha derli toplu ve düzenli bir şekilde kılınmasının uygun olacağını düşünmüş ve ertesi gün Übey b. Kâ‘b'ı teravih imamı tayin etmiştir. Bu uygulama günümüzde de devam etmektedir.

Bir Peygamber:
Hud (AS )İslâmî kaynaklarda Hûd’un İrem’in çocukları arasında babasına en çok benzeyen, esmer, gür saçlı, güzel yüzlü olduğu nakledilir (İbn Kuteybe, s. 28). Bir rivayete göre Hûd Bâbil’de yaşamıştır. İnsanlar arasında farklı dillerin doğması üzerine Âd, Semûd ve diğer bazı kabileler amca oğulları Âbir ile birlikte Arapça konuşmaya başlamışlar, Âbir’in çocukları diğer insanlara kötü davranınca Allah onlara Hûd’u peygamber olarak göndermiştir. İlk Arapça konuşanın Hûd olduğu nakledilir. Sâlih ve Hûd Güney Arabistan’a gönderilen peygamberlerdir. Daha sonra çeşitli kavimler Bâbil’den değişik yerlere göç etmiş, bu arada Âd’ın çocukları da Yemen’e göçüp yerleşmişlerdir. Gördüğü bir rüya üzerine Kâbe’yi ziyaret eden Hûd, daha sonra Yemen’deki Ahkāf bölgesine giderek burada Âd kavmini hak dine davet etmişse de bir sonuç alamamıştır. Yıllarca süren kıtlık neticesinde Ahkāf halkının kendisinden yardım istemesi üzerine Allah’ın kendilerine sarı, kırmızı ve siyah renkli üç bulut göndereceğini belirterek bunlardan birini seçmelerini tavsiye etmiş, onlar siyah bulutu seçince kuvvetli bir kum fırtınası sonucunda helâk olmuşlardır (Vehb b. Münebbih, s. 37-52).

Kavminin helâk olmasından sonra Hz. Hûd’un, nereye gittiği ve nerede vefat ettiği hususunda çeşitli rivayetler vardır. 150 sene yaşayan Hûd (Sa‘lebî, s. 50), kavmi helâk olduktan sonra bir rivayete göre kendisine inananlarla birlikte Mekke’ye gidip yerleşmiş ve orada vefat etmiş, Kâbe ile zemzem arasında Hicr’e defnedilmiştir (Ezrakī, II, 134; İbn Kuteybe, s. 28).

Esma-i Hüsna: 
El-Kahhar: Sözlükte “yenmek, üstün gelmek, yenilmez bir güce sahip olmak, zor kullanarak istediğini yapmak” anlamındaki kahr kökünden gelir, mübalağa ifade eder.  Allah’ın sıfatı olarak ise, “galip gelen, zelil eden, istediğini yapan, üstün gelen, gücü her şeyi kuşatan, yenilmeyen, yegâne kuvvet, kudret ve tasarruf sahibi” demektir. 

Kur’an’da Allah’a nisbet edilen Kahhar isimi, geçtiği tüm ayetlerde Vahid isminden hemen sonra yer almıştır. Ku’ran’da beraber şekilde 6 yerde geçmektedir:

“Eğer Allah bir evlat edinmek isteseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O yücedir. O, tek ve Kahhar olan Allah'tır.” (Zümer, 4)

“De ki: "Ben ancak korkuyu haber veren bir peygamberim. O tek ve kahredici olan Allah'tan başka tanrı da yoktur." (Sad, 65)

“De ki: «Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?» Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir (Kahhardır).” (Rad, 16)

“O (kavuşma) gün (ü) onlar (kabirlerinden fırlayıp) çıkarlar Onlardan (sadır olan) hiçbir şey Allaha gizli kalmaz. (Allah buyurur:) «Bugün mülk kimindir»? (Yine kendisi cevap verir:) «Bir olan, (her şeye hakim ve) Kahhar olan Allah’ındır». (Mümin, 16)

“O gün, yer başka yere çevrilir, gökler de (başka göklere) Ve (herkes) Vahid (bir olan), Kahhar (kahredici üstünlük sahibi) olan Allah'ın huzuruna çıkarlar!” (İbrahim, 48)

“Ey zindan arkadaşlarım! Çeşit çeşit (uydurma, hiçbir şeye gücü yetmeyen) tanrılar mı daha iyidir, yoksa sonsuz kahretme gücü olan tek Allah mı?” (Yusuf, 39)

Hz. Aişe (r.a.) annemiz, Peygamberimizin (s.a.v.) gece kalktığında şu duayı ettiğini bildirmiştir: 

“Çok bağışlayan, hükmünde galip olan, yerin, göklerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbi olan, yenilmeyen ve daima galip olan (Aziz, Kahhar) bir tek Allah’tan başka ilah yoktur.”

Allah Teala kendisi dışındaki bütün varlıklar üzerinde kahhar oluşunu, galip oluşunu göstermiş ve göstermektedir. Her şeyi zıddıyla kahreder, yok eder; hayatı ölümle, varlığı yoklukla, zenginliği fakirlikle, aydınlığı karanlıkla, sevinci üzüntü ile, zorbaları ve azgınları cezalandırarak yok eder. Yokluk üzerinde dilediği şekilde varlığa dönüştürerek, varlık üzerinde kendi kurallarına uygun şekilde yaşatarak, dışında bir yaşamayı seçmeyi elinden alarak, kendi isteği dışında hiçbir varlığın devam ettirme gibi bir imkâna sahip kılmayarak, koyduğu kurallara (zaman, terbiye) uymak zorunda bırakarak, her şeyi zıddıyla bir arada tutarak (geceyi gündüz, nuru zulmet, sıcağı soğuk ile), varlığı yok etmek ve ölüm ile göstermiştir.

İnsan telaffuz etse de etmese de aslında Allah’ın (c.c) koyduğu kanun ve kurallara teslimiyetle hayatını sürdürdüğünü, yücelttiği şeylerin ne şekilde yüceltirse yüceltsin isterse doğa kanunları diyerek uyma zorunda olduğunu belirterek acizliğini ifade etsin Allah’ın (c.c) kendi hayatı üzerindeki hükümranlığının sınırsızlığını kabullenmiş olur.

Alimler, özellikle de İmam Gazzali, Allah’ın yegane galip, sonsuz kudret ve tasarruf sahibi oluşunu şöyle açıklamışlardır: İlahi hakimiyete karşı direniş gösterenlere önce akla ve duyulara hitap eden belgeler sunmak, bu yarar sağlamadığı takdirde çeşitli afet ve belalarla kendilerini uyarmak ve nihayet onları ortadan kaldırmak olarak tanımlarlar. (https://www.sakuraakademi.com/el-kahhar)

El-Kahhar esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 306’dır.

El-Vehhab:
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. Sözlükte “karşılıksız vermek, bağışlamak, daha çok vermek” anlamındaki vehb (hibe) kökünden türemiş mübalağalı bir sıfattır. Esmâ-i hüsnâdan biri olarak “karşılık beklemeden bol bol veren” demektir (İbnü’l-Esîr, s. 980). Vehb kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi beş yerde geçmekte, bunların üçünde vehhâb şeklinde zikredilmektedir (Âl-i İmrân 3/8; Sâd 38/9, 35). Fiil kalıplarında olanlardan biri insana, biri Cebrâil’e (veya onun vasıtasıyla Allah’a), diğerleri Cenâb-ı Hakk’a nisbet edilmekte, yedi âyette, “Rabbim/rabbimiz lutfet, bağışla” (heb lî, heb lenâ) anlamında kullanılmaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “vhb” md.). Bir âyette Allah’ın dilediğine kız evlâdı, dilediğine erkek çocuk verdiği ifade edilmekte (eş-Şûrâ 42/49), diğerlerinde O’nun peygamberlere yönelik lutufları anlatılmaktadır. Dua ve niyaz içeren emir sîgalarından birinde dinî ilimlerde derinleşmiş âlimlerin (râsihîn), diğerlerinde peygamberlerin Cenâb-ı Hak’tan talepleri dile getirilmektedir. Vehhâb ismi Tirmizî ve İbn Mâce’nin esmâ-i hüsnâ listelerinde yer almaktadır (“Daʿavât”, 82; “Duʿâʾ”, 10). Âl-i İmrân sûresinde (3/7-8) dinî ilimlerde derinleşmiş âlimlere nisbet edilen duanın benzeri Hz. Peygamber’in dualarında görülmekte (Müsned, VI, 302; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 99), Resûlullah’ın yaptığı çeşitli dualara başlangıç niteliğinde zikredilen tesbih metninde de vehhâb ismi tekrarlanmaktadır (Müsned, IV, 54).

Gazzâlî gerçek anlamda cömertliğin ve lutufkârlığın yalnız Allah’a mahsus olduğunu söyler; insanlarda görülen övgü ve sevgiye ihtiyaç duyma, yergiden kurtulma, şeref ve ün kazanma gibi amaçlar vehhâb sıfatıyla bağdaşmaz. Hatta cehennem korkusu ve cennet arzusu da doruk noktasındaki bağış vasfıyla uyuşmaz. Kâmil insan Allah’a sadece O’nun rızası için kulluk eder. Kulun Cenâb-ı Hakk’ı sevmesi kölenin efendisini bir amaçla sevmesi gibi değil babanın evlâdına mahabbet beslemesi gibidir (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 87-88). Kulun vehhâb isminden nasibi, merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah’ın lutfettiği nimetleri O’nun kullarına sadece kendi rızasını elde etmek için vermesidir, çünkü Allah’ın kulundan razı olması diğer bütün nimetlerin fevkindedir. Esmâ-i hüsnânın insanla ilgili grubu içinde yer alan vehhâb ismi kerîm, mâni‘, muğnî, rahmân, rahîm, raûf ve rezzâk gibi isimlerle anlam yakınlığı içinde bulunur. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/vehhab)

El-Vehhab esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 196’dır.

Er-Rezzak: Sözlükte “rızık vermek” anlamındaki rezk kökünden türeyen rezzak kelimesi “kesintisiz biçimde çokça rızık veren” demektir. Allah’a nisbet edildiğinde “bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren” manasına gelir. Mübalağalı hali hayru’r-razikin ise, “rızık verenlerin en hayırlısı” demektir. 

Rızık, Allah’ın canlı varlıklara, hayatlarını sürdürebilmeleri için kainatta verdiği şeylerdir. Temiz hava, güneş, su, gıda gibi ihtiyacımız olan her şey Rabbimizin bize bahşettiği rızıklardandır. 

Allah’ın er-Rezzak ismi Kuran da sadece iki yerde geçmektedir:

“Şüphesiz rızkı veren, sarsılmaz gücün sahibi olan yalnızca Allah’tır.” (Zariyat, 58) 

“Allah yolunda hicret ettikten sonra öldürülen yahut ölenlere gelince, Allah onları pek güzel bir nimetle ödüllendirecektir. Allah rızık verenlerin elbette en hayırlısıdır.” (Hac, 58)

Fakat Kur’an’da birçok yerde rızık konusu geçer. Fiil kalıbıyla, rızkın sahibi olan Allah’ın anlatıldığı ayetlerdir: “Allah, sizi yaratan ve size rızık veren; ardından hayatınızı sona erdirecek, sonra size tekrar can verecek olan Allah’tır. Peki sizin o ortak koştuklarınız arasında bunlardan herhangi birini yapabilecek olan var mı? Allah onların ortak koştuklarından tamamen münezzehtir, yüceler yücesidir.” (Rum, 40)

“İnananlarla alay ederek inkara sapanlar dünya hayatının çekiciliğine kapıldılar. Ama Allah’tan korkanlar onlardan kıyamet gününde üstün olacaklardır. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara, 212)

“Nice canlı var ki rızkını sırtında taşımıyor; onları da sizi de besleyip barındıran Allah’tır. O her şeyi işitir, her şeyi bilir.” (Ankebut, 60)

“Allah’ın size verdiği helal ve güzel rızıktan yiyip için ve eğer yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’nun nimetine de şükredin.” (Nahl, 114)

 İnsana, onun bilgi alanına giren ve girmeyen sayısız canlıya verilen nimetlerin Allah’ın varlığı, birliği, kudreti, irade ve merhametinin alâmetleri olduğunu, bu nimetlerin sahibini tanımak ve ellerindeki imkânlardan başkalarına da faydalı olmak noktasında, 

“Ne olurdu onlara, Allah’a ve ahiret gününe inansalar ve O’nun kendilerine lutfettiği nimetlerden dağıtsalar!” (Nisa, 39) ayetini düşünmeye sevketmektedir. 

Birçok ayette de Allah’ın dilediği kimselerin rızkını bollaştırdığı, dilediklerininkini daralttığı, bazen de hesapsız verdiği ifade edilmiştir. Rızkın sahibi O’dur ve O dilediğine verir. Kul sadece istemek, dua etmek, çabalamak, rızkını aramak ile yükümlüdür.      

( https://www.sakuraakademi.com/er-rezzak)

Er-Rezzak esmasının ebced değeri ve zikir sayısı: 308’dir.

El-Fettah: Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. “Bir şeyi açmak, taraflar arasında hüküm vermek, birine yardım edip zafere ulaştırmak” anlamındaki feth kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olup “iyilik kapılarını açan, bütün anlaşmazlıkların nihaî hakemliğini yapmak suretiyle mutlak adaleti gerçekleştiren, hak ile bâtılı birbirinden ayırıp durumu açıklığa kavuşturan, mazlumlara yardım edip mümin kullarına zafer veren” mânalarına gelir. 

Fethin “hakemlik veya hâkimlik yapmak, nusret ve zafer vermek” mânaları da “açmak” şeklindeki temel mâna ile bağlantılıdır. Çünkü hâkim iki hasım arasında kapalı kalan hak ve adalet kapısını açarak karar vermektedir. Zafere ulaştırmak da haklılık ve ganimet kapısını açmak demektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de fetih kavramı fiil veya isim kalıplarıyla otuz sekiz yerde geçmektedir. Bunların on birinde muhtelif fiil sîgalarıyla, dört yerde ise fetih şeklinde Allah’a izafe edilmekte (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ftḥ” md.), bir yerde de gayb anahtarlarının (mefâtih) O’nun nezdinde bulunduğu belirtilmektedir (el-En‘âm 6/59). Dua üslûbu taşıyan bir âyette Allah “hükmedenlerin en hayırlısı” (hayrü’l-fâtihîn) diye anılmakta (el-A‘râf 7/89), bir âyette de “adaletle hüküm veren ve her şeyi hakkıyla bilen” (el-fettâhü’l-alîm) şeklinde tavsif edilmektedir (Sebe’ 34/26).

Esmâ-i hüsnâyı kendine özgü bir yöntemle tasnife tâbi tutan Ebû Abdullah el-Halîmî, fettâhı Allah’ın kâinatı yönetmesini ifade eden isimler grubu içinde mütalaa etmiştir (el-Minhâc, I, 202). Bu tesbit isabetli olmakla birlikte yukarıda söz konusu edilen mânaları göz önünde bulundurarak fettâha ait tecellilerin insana yönelik olduğunu söylemek gerekir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre fettâh, “anlaşmazlıkları çözen (hâkim), hak ile bâtılı birbirinden ayıran” mânasına alındığı zaman kelâm sıfatı yoluyla tecelli edeceğinden zatî sıfat niteliği taşır. “Zafer veren, rızıklandıran, kalp gözünü açıp hidayet lütfeden” anlamına geldiği yerlerde ise fiilî sıfatlar grubuna girer (el-Emedü’l-aḳṣâ, vr. 99b). Ayrıca fettâh “hâkim” mânasıyla, doksan dokuz isimden olan hakem ve muksıt isimleri ve Kur’an’da Allah’a nisbet edilen “kazâ” ve “fasl” kavramlarıyla (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḳży”, “fṣl” md.leri) belli bir ilgi içinde bulunduğu gibi “rızık ve rahmet kapılarını açan” mânası yönünden bâsıt, muğnî, mukīt, rezzâk, rahmân ve rahîm isimleri ve “zafer veren” anlamıyla da mevlâ ve nasîr isimleriyle mâna yakınlığına sahip bulunmaktadır.              ( https://islamansiklopedisi.org.tr/fettah)

El-Fettah esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 489’dur.

Bir Dua: Sübhânallahi ve bihamdihî, estağfirullâhe ve etûbü ileyh. “Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamd ederim. Allah’tan beni bağışlamasını diler ve günahlarıma tövbe ederim.”

Diğer Haberler

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler