“Okullar Başladı Çocukları Dinleyelim”

Prof. Dr. Koç “Okullar başladı çocukları dinleyelim”

DÜZCE(İHA) – Düzce Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Koç, Covid-19 salgını sürecinde uzun süre okullardan ayrı kalan öğrencilerin tekrar okula başlamasıyla birlikte ailelerin çocuklara nasıl davranması gerektiği hususunda önemli açıklamalarda bulundu.
Okul öncesi dönemi, çocuğu gelecek akademik ve sosyal yaşama hazırlamak için sahip olduğumuz birçok fırsatı içinde barındıran bir zaman dilimi olarak nitelendiren Prof. Dr. Koç; ilkokul dönemi başlayıncaya kadar çocuğun; “Güvende miyim? Sevilesi biri miyim? Başarabilir miyim?” olmak üzere bu üç soruyu kendine sorduğunu ve bu üç soruya verdiği cevaplara göre akademik ve sosyal yaşamının şekillendiğini ifade etti.
Çocukların ilkokulu bu üç soruya evet diyerek başlamasının sonuçlarını değerlendiren Koç, “Eğer bir çocuk ilkokula bu üç soruya ‘evet’ diyerek başlarsa sonuç ne olur? Bu çocukta güven, bağımsızlık ve girişimcilik duyguları oluşmuş demektir. Bu çocuğun ilkokul döneminde kazanacağı çalışkanlık duygusudur. Çalışkanlık duygusu, çocuğun sorumluluklarının farkında olması, onları kabullenmesi, zaman ve enerjisini bu sorumlulukları yerine getirmek için etkin ve verimli kullanabilme becerisidir. Bu beceri sayesinde çocuk kendini tanımaya başlar. Çalışkanlık aynı zamanda, çocuğun neyi başarabildiğini, neyi başaramadığını ve bütün bunların nedenlerini fark etme ve kabullenmeyi de içermektedir. Çalışkanlık becerisi, çocuğun doğru akademik ve sosyal gelişimsel deneyimler yaşamasının ön koşuludur. Çalışkanlık, çocuğun ilgi ve yeteneklerini fark etmesine, tanımasına ve geliştirmesini destekleyen önemli bir faktördür” diye konuştu.
Çocukların bu üç soruya hayır diyerek ilkokulu başlamaları durumunda yaşanacak sonuçlara ilişkin açıklamalarına devam eden Prof. Dr. Mustafa Koç, “Çocuk, ilkokula bu tablo ile başlarsa çalışkanlık yerine aşağılık duygusu gelişir. Aşağılık duygusu, çocuğun kendini diğerleri ile kıyaslayıp yetersizlik duygusu yaşaması olarak tanımlanabilir. Çocuğu sistem içinde tutma, motivasyonunu artırma, istendik davranışları kazandırma ve daha uyumlu hale getirmek için kıyaslamanın temel yöntem olarak kullanılması, çocuğun sahip olduğu içsel aşağılık duygusunu daha da olumsuz hale getirmektedir. Okul devamsızlığı, ders devamsızlığı ve okul terkinin en yüksek olduğu Avrupa ülkesi olmanın bir nedeni de gelişimsel süreçte okula başlayıncaya kadar, çocuğun kazanması gereken gelişimsel özellikleri kazanmaya katkı sağlayacak doğru deneyimlere sahip olamamasıdır” değerlendirmesinde bulundu.
 
“Velilerin özeleştirisi önemli”
Okul öncesi ve ilkokul birinci sınıfların okula başladığı düşünüldüğünde, her bir velinin çocuğunun bulunduğu eğitim kademesine göre yukarıda yapılan açıklamalar bağlamında bir özeleştiri yapmasının faydalı olacağını dile getiren Prof. Dr. Koç, “Unutmayalım ki hangi yaşta olursa olsun insan, soruyu öncelikle kendine soruyor. Ya bulduğu cevaba onay almak için ki genellikle bunun için başkasına sorar, bazen de bilmediği için sorar. Çocuğun sorduğu sorular, hangi düşünce tarzına sahip olduğunu da göstereceği için sorulan sorular ve bu sorulara çocuğu da katarak cevap vermek önemlidir” şeklinde konuştu.
 
“Cevapların doğru ve tutarlı olması, çocuğun bilişsel anlamda çelişki yaşamasını engeller”
Prof. Dr. Koç, “Çocuğun sorduğu soruya cevap vermeden önce bu soruyu daha önce başkasına sorup sormadığını öğrenmek ve sorduysa nasıl cevap verdiğini bilmek önemlidir. Çünkü çocuk soru soruyorsa, ya yeni bir şema oluşturma gereğinin, ya da var olan şemada bir değişiklik yapma ihtiyacının göstergesidir. Verilecek cevapların doğru ve tutarlı olması, çocuğun bilişsel anlamda çelişki yaşamasını engeller. Cevaplardaki tutarsızlık şemalarda da karşılık bulur, böyle bir durumda aynı uyarıcıya karşı nasıl tepki vereceğine ilişkin bilişsel kararsızlık, psikolojik olarak kendine güvensizlik ile sonuçlanır” dedi.
 
“Çocuklarımızı beklenti zengini fakirlere dönüştürmeyelim”
Koç, “Çocuk yapması gerekenleri sürekli erteliyor ve sonrasında da kolayca vazgeçiyor, bu sürece ilişkin hissettikleri durumla örtüşmüyor ise, çocuğun sürekli yaptığı fakat fark edilmeyen durum kendini suçlamasıdır. Böyle bir durumda çocuğa sürekli ne yapacağını hatırlatmanın ya da söylemenin bir faydası yoktur. Bunun yerine çocuğu ilgi ve yeteneklerine uygun, başarabileceğimizden emin olduğumuz sorumluluklar vererek başarma ve yeterlik duygusu yaşamasını sağlamaktır. Unutmayalım ki bizim için küçük, hatta gereksiz diye düşündüğümüz her görev onun için büyük bir adımdır” dedi.
Okul öncesi ve ilkokula başlayan çocukların, öğrenme stillerini, bağlanma tarzlarını, dikkat ve eylem kontrol düzeylerini, duygu düzenleme becerilerini ve temel yetenek düzeylerini belirlemenin önemli bir unsur olduğuna işaret eden Prof. Dr. Mustafa Koç, “Nasıl öğrendiğini, nasıl bağlandığını, dikkat ve yelme kontrol düzeyini, algılama, hatırlama ve ayırt etme beceri düzeylerini bilmediğimiz çocuklara ilişkin beklentilerimiz, onların önündeki en büyük engel ve stres kaynağı haline gelebilmektedir. Çocuklarımızı beklenti zengini fakirlere dönüştürmeyelim” şeklinde görüşlerini iletti.
Okula başlayacak çocuklara ilişkin, özellikle okulun varsa psikolojik danışmanına ve öğretmenine bazı konularda çocukla ilgili birtakım bilgilerin mutlaka verilmesi gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Koç, bunları; çocuğun fiziksel sağlığı, gelişimi, uyumsuz davranışları, bu uyumsuz davranışlara karşı alınan önlemler, varsa gözlenen ya da ölçülen özel yetenekleri, okula başlamaya hazırlanma süreci, aile ilişkileri, ebeveyn tutumları şeklinde sıraladı.
 
“Neden ve niye kelimelerini kullanmadan çocuklarla konuşmak”
Okulöncesi ve ilkokul döneminde çocuğu olan ailelere ve her bir gelişim döneminde çocuğu olan ailelere önemli tavsiyelerde bulunan Koç, “Çocuğun yapması gerektiği halde yapmadığı ya da yapmaması gerektiği halde yaptığı davranışları konuşmaya başlarken ‘neden’ ve ‘niye’ kelimelerini kullanmadan yapmak gerekir. ‘Neden’ ve ‘niye’ ile başlayan konuşmalarda çocuğun önceliği, ne yaptığını ve yaptığının sonuçlarını düşünmeden, saldırı altında olan benlik yapısını korumaktır” diyerek bu dönemde en iyi yöntemin, davranışı yapanı konuşmak yerine, davranışı ve davranışın sonuçlarını konuşmanın yanında alternatif davranışları konuşmak olduğunu sözlerine ekledi.
 
“İstenmeyen çocuk değil istenmeyen yaptığı davranışlarıdır”
Çocuklarla iletişimde duyguları temel iletişim aracı olarak kullanmayan ebeveynlerin, bilişsel, fiziksel, duygusal, baş etme ve affetme, esneklik gibi kavramlardan mahrum bir yetişkin yaşama robot hazırladığına dikkat çeken Koç, “Duyguların iletişim aracı olarak kullanılması anlaşılmanın ve hatta var olmanın en işlevsel yoludur. Çocuklarda istenen davranışları artırmanın ve istenmeyen davranışları söndürmenin yolu bu davranışların diğer insanlar üzerindeki duygusal etkilerini fark etmesine ve kabullenmesine bağlıdır. Çocuğa ne yaptığını hatırlatma yerine yaptığı şeyin sizde oluşturduğu duyguyu söyleyin. Bu ayını zamanda çocuğun benliği ile davranışı arasında önemli bir koruyucu bariyer görevi de görür. Yani istenmeyen çocuk değil istenmeyen yaptığı davranışlarıdır. Çocuk bu ayrımı fark edince kendisinin değil davranışının değişmesi gerektiğini bilir. Sadece öğrenmesi gereken şey istenmeyen davranış yerine hangisinin öğrenileceğini ve nasıl öğrenileceğini bilmesidir. Burada en işlevsel öğretme yöntemi model olmaktır” diyerek açıklamalarına devam etti.
Ebeveynlerin çocuklarına daha çok maddi miras bırakabilmenin kaygısını yaşadığını dile getiren, Prof. Dr. Mustafa Koç, “Psikolojik miras, çocuğun yerinde ve zamanında isteklerinden vazgeçebilmesi, yerinde ve zamanında ihtiyaçlarını erteleyebilme becerisidir. Bu beceri başarmanın, tahammül etmenin, psikolojik sağlamlığın, kendini toparlama gücünün, kendine yetmenin, kendini taşıyabilmenin kısacası kendini yönetebilmenin anahtarıdır” dedi.

Diğer Haberler

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler