Libya'da Türkiye'yi Dışlayan Senaryolar Sonuçsuz Kalacak
İstanbul
Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının paylaşımı sorunu, büyük güçlerin stratejik olarak yeni meydan okumaları ile bir belirsizlik sürecine doğru sürükleniyor.
Orta Doğu’da Arap Baharı’nın yol açtığı istikrarsızlık ve çatışmalar Yemen, Suriye, Libya üçgenindeki vekalet savaşlarında yaşanan şiddet, istikrarsızlık ve terör eylemlerinin yükselmesine sebebiyet verdi. 2011’de Birleşmiş Milletler Güvenli Konseyi’nin (BMGK) Kaddafi’ye karşı insani müdahale kararı NATO’nun askeri güç kullanması ile neticelendi. Fakat Kaddafi sonrasında başlayan iç savaş, el-Kaide ve DEAŞ terör örgütlerinin ülkedeki varlıklarını güçlendirmelerine ve eylemlerini artırmalarına zemin hazırladı. Bu kaotik dönemde ABD’nin Libya Büyükelçisi Christopher Stevens silahlı saldırı sonucu öldürüldü. 2014’te Hafter kuvvetleri ile BM’nin hukuken tanıdığı mutabakat hükümeti arasında kısmi ateşkes ilan edildi. Gelinen aşamada Türkiye ile Libya’nın meşru hükümeti arasında imzalanan deniz yetki alanları sözleşmesi ve askeri eğitim işbirliği anlaşmalarının ardından Hafter kuvvetlerinin Trablusgarp hükümeti kontrolündeki şehirler ve yerleşim yerlerini hedef alan saldırılarının yoğunlaştığı gözlemlendi. Türkiye-Libya anlaşmasını fiili ve hukuki olarak işlemez hale getirmek maksadıyla Hafter kuvvetlerine askeri ve finansal desteğini artıran Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, Fransa ve Yunanistan bir yönüyle Türkiye karşıtı bir blok oluşturdular. Hafter kuvvetleri, Rusya’nın Wagner paralı askerlerinin yanı sıra sahra altı ülkelerin silahlı gruplarından teşekkül eden birliklerle, meşru hükümetin kontrolündeki petrol sahalarını ve tesislerini ele geçirmek için savaş hukukuna aykırı olarak sivil hedefleri, hastaneleri, okulları bombalamaya devam ediyor.
Uluslararası hukuku ve BMGK kararlarını hiçe sayan darbeci Hafter güçlerine karşı Türkiye, meşru hükümetin ayakta kalması ve Libya halkına yardım maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) askerini bölgeye gönderme kararı alarak, darbeci Hafter’e hak ettiği dersi vermekten geri durmayacağı mesajını verdi. Nitekim TBMM onayı ile TSK’nın eğitim unsurları Libya’ya gönderildi. Türkiye ikinci adımı atarak, Rusya Devlet Başkanı Putin ile Moskova’da ateşkes için acil bir insani girişim başlattı. Buna mukabil Hafter, Körfez ülkelerinin baskısıyla ateşkes anlaşmasını imzalamaktan vazgeçerek toplantıyı terk etti.
Avrupa Birliği’nin siyasi zafiyeti
Ankara’nın müteakip stratejisinin “bekle gör” odaklı olmaktan ziyade, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz bu süreçte üzerimize düşeni yapmış olduk. Uymadıkları anda da gereğini yapacağız” ifadesiyle dile getirdiği üzere aktif ve her duruma hazırlıklı bir mahiyet arz ettiği söylenebilir.
Libya’daki kaosun yeni bir kitlesel göçe sebebiyet verebileceğini, öte yandan dünya petrollerinin yüzde 2,8’ine sahip Libya’nın enerji arz güvenliğinin tehlikeye düştüğünü gören Avrupa Birliği hızla harekete geçerek Libya krizini ele almak üzere Berlin’de uluslararası bir konferans düzenlenmesi için harekete geçti. Fakat Avrupa Birliği’nin yanı başındaki Libya’da yıllardır devam eden kaosun aşılması için müdahalede geciktiği, hatta bazı üye ülkelerin meşru hükümete karşı darbeci generale destek vermek suretiyle kaosun daha da derinleşmesine sebebiyet verdiğini ifade etmek gerekiyor. Nitekim Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Türkiye-Rus işbirliği karşısında AB’nin siyasi zafiyetini itiraf ederek Brüksel’in krizle ilgili ortak bir siyasi yaklaşım sergileyemediği değerlendirmesinde bulundu. Borrell, AB’nin Libya’yı Türkiye’ye kaptırdığını, Türkiye ve Rusya’nın elinin daha güçlü olduğunu ifade etti. Bu çerçevede Berlin Konferansı’nın, Doğu Akdeniz’deki stratejik düelloda oyun dışı kalmak istemeyen Avrupa Birliği’nin inisiyatif alma girişimi olduğu söylenebilir.
Berlin’de BM ve AB gözetimde 16 dünya lideri bir araya gelerek Libya’da ateşkes için mutabakata vardı. Toplantı öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rus lider Putin Berlin’de bir araya geldiler. Putin, “Türkiye ile ilişkilerimiz son derece samimi, bu çatışmayı da sona erdireceğiz” ifadesini kullanırken, konferansa ev sahipliği yapan Şansölye Angela Merkel, dört saat süren toplantının ardından, “Kapsamlı bir plan konusunda anlaştık. Geçici ateşkesi kalıcı hale getirmeyi umuyoruz. Libya’ya silah ambargosu uygulanmasında fikir birliği içinde olduğumuzu söyleyebilirim” açıklamalarında bulundu. Merkel ayrıca Mısır, Rusya, BAE ve Türkiye’nin ortak tavır almasının mutabakata varılmasını kolaylaştırdığını söylerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Libya’da barışa giden yolun Türkiye’den geçtiğini, meşru Libya hükümetinin Hafter’in saldırısı altında kaldığını vurgulayarak, Trablusgarp hükümetinin düşmesi halinde Avrupa’ya yönelik şiddet ve terörün artabileceğini, yeni sorunların ve tehditlerin ortaya çıkacağı uyarılarını yineledi.
Meşru hükümetin mali kaynakları tehdit altında
Konferans sonrası yayımlanan 55 maddelik sonuç bildirgesinde, ateşkesin başlamasından itibaren tarafların askeri faaliyetlerine son vermeleri, kalıcı barış için 5+5 formülünde askeri komite kurulması, kapsayıcı siyasi sürece dönülmesi, Hafter’in kontrolündeki petrol kuyularının tüm ülkeye ait olduğu ve gelirin adil biçimde paylaşılması gerektiği, ekonomi ve kalkınma için komiteler oluşturulması hususlarını içeren maddeler öne çıktı.
Bununla birlikte Berlin Konferansında kalıcı ateşkesin sağlanamadığı, savaşan taraflara silah sevkiyatının önlenmesi yolunda belirsizliklerin sürdüğü ve şiddetin sonlandırılamadığı söylenebilir. Nitekim, Hafter yanlısı güçler müzakereler sürerken Trablusgarp’ı bombardıman altında tutarak, Libya’daki gaz ve petrol sahalarını kontrol altında aldı. Fizan’da bulunan eş-Şerare ve el-Fil sahalarında petrol ihracatı durduruldu. Libya Ulusal Petrol Şirketi, Brega, Ra’s Lanuf, Hariga, Zuveytina ve Sidre limanlarından ihracatı durdurmak zorunda kaldıklarını açıkladı. Aşiretler ise petrol gelirlerinin Trablus üzerinden dağıtılmasına karşı çıktıklarını bildirdi.
Son gelişmeler dikkate alındığında Hafter ve destekçilerinin petrol hilali olarak adlandırılan Trablus, Misrata, Sirte üçgenini ele geçirerek petrol boru hatları ve limanları abluka ve işgal altına almayı hedeflediği söylenebilir. Bir başka ifadeyle, Hafter’in meşru hükümetin para kaynaklarını ve Merkez Bankasını ele geçirerek teslim olmasını hedeflediğini söylemek mümkün.
"Barışa giden yol Türkiye’den geçiyor"
Libya’da darbeci Hafter kuvvetlerinin Berlin sonrasındaki saldırgan tutumunda bir değişiklik beklenmeyeceği söylenebilir. Buna mukabil Hafter kuvvetlerinin meşru hükümet ve Türk ordusu unsurlarına karşı kuvvet kullanması halinde, Ankara’nın kayıtsız kalmayacağı net bir şekilde anlaşılmıştır.
Berlin Konferansıyla ilgili olarak Almanya’nın, Rusya’nın yanı sıra Fransa ve Yunanistan’a karşı Avrupa Birliği içinde önemli bir inisiyatif aldığı söylenebilir. Bununla birlikte Berlin’in iyimser çabalarına karşın Hafter güçleri saldırılarını artırarak petrol ve gaz sahalarını ele geçirmek amacıyla askeri kuvvet seçeneğini barışa tercih etmiş görünüyor. Berlin’de konferansın ardından yayımlanan sonuç bildirisiyle parlayan iyimserlik ve barış umudunun saman alevi şeklinde sönen basit bir diplomatik girişime dönüşme riski Doğu Akdeniz güvenliğine yönelik başlıca tehdit olmaya devam ediyor.
Türkiye, meşru hükümete verdiği kararlı destekle Doğu Akdeniz’de oyun değiştirme gücüne sahip olduğunu ortaya koymuş durumda. Ankara, Doğu Akdeniz’deki paylaşım planında hukuki düzlemi doğru kullanarak Trablus hükümetiyle hukuken geçerli anlaşma yaparak BM’ye gönderdi. Böylece Ege ve Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge (MEB) ve deniz yetki alanlarındaki haklılığını hukuken teyit etmiş oldu. Ayrıca Türk Deniz Kuvvetleri Mavi Vatan tatbikatlarıyla Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını sahaya yansıttı. Bu çerçevede Yavuz Sondaj gemisi 8. bölgede sondaj faaliyetlerini sürdürmekte. Ankara, Rusya ve İtalya’nın da desteğini alarak Yunanistan’ın Berlin Konferansında devre dışı kalmasını sağladı. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yunanistan’ın Hafter’i Atina’ya davet etmesiyle ilgili olarak, “Miçotakis oyunu yanlış oynuyor. Attığı adımlar doğru değil” açıklamasında bulundu. Ankara gerek masada gerek sahada yürüttüğü çok vektörlü dış politika ile bölgesel hayati çıkarlarından vazgeçmeyeceği yolundaki nihai iradesini açıkça ortaya koymuştur. Berlin Konferansında varılan mutabakatta özellikle ateşkes ihlallerinin yaptırım mekanizmasına ilişkin belirsizliğe mukabil Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Barışa giden yol Türkiye’den geçiyor” ifadesi, bundan sonraki sürecin doğrultusunu da tayin eder nitelikte.
Sonuç olarak Libya’da darbeci Hafter kuvvetlerinin Berlin sonrasındaki saldırgan tutumunda bir değişiklik beklenmeyeceği söylenebilir. Uluslararası hukuk bağlamında maalesef kalıcı barış ve ateşkes sağlanamamıştır. Çözüm BMGK’ya havale edilmiştir. Bu durum, Güvenlik Konseyi üyesi ABD’nin Rusya’yı dengelemek için Serrac-Hafter ikilisine ne tür destek vereceği sorularını açıkta bırakmıştır. Ayrıca Fransa’nın Türkiye karşı tutumunun İngiltere ve Rusya tarafından nasıl dengelenebileceği tam netlik kazanmamıştır. Silahsızlanma ve petrol gelirlerinin adil bir şekilde dağıtımı konusu da cevapsız kalmıştır. Buna mukabil Hafter kuvvetlerinin Trablus hükümeti ve Türk ordusu unsurlarına karşı kuvvet kullanması halinde, Ankara’nın kayıtsız kalmayacağı ve askeri güç kullanma seçeneğinin de masada olduğu net bir şekilde anlaşılmıştır.
Nitekim, Ankara’nın müteakip stratejisinin “bekle gör” odaklı olmaktan ziyade, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz bu süreçte üzerimize düşeni yapmış olduk. Uymadıkları anda da gereğini yapacağız” ifadesiyle dile getirdiği üzere aktif ve her duruma hazırlıklı bir mahiyet arz ettiği söylenebilir. Yeterince bağlayıcı hukuki ve askeri yaptırımlarla donatılmamış durumdaki mevcut ateşkes uygulamalarında, sahada ciddi ölçekte kırılmalar yaşanmasının kuvvetle muhtemel olduğunu ve BM denetçileri ve tüm tarafların Libya krizinde farklı senaryolarla karşılaşmalarının sürpriz olmayacağını söylemek mümkündür.
[Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesidir]
Henüz Yorum yok