KUDÜS...
KUDÜS…
Medeniyetlerin beşiği, gelişip serpildiği, büyüyüp geliştiği ve nihayet yaşlanıp zayıfladığı bir mekân, KUDÜS.
Neredeyse bütün peygamberlerin bir şekilde yollarının Kudüs’ten geçtiğini düşünürsek ve de Rabbül Âleminin “Biz her millete Peygamber gönderdik” (Nahl 16/36) ayetinin bize bildirdiğini ön değer alırsak, Kudüs’ün bütün insanlık tarihinin kavşak noktasında olduğu gerçeği kendiliğinden ortaya çıkmış olur.
Bu bilgi, salt “varlık” olarak bir insanın düşünce dünyasında bile, söz konusu toprakların önemini ortaya çıkaracak, bu kavşak noktasında bulunmanın, burayı kontrol etmenin ne kadar mühim bir mesele olduğu mutlaka belirecektir.
Müslümanlar için ise bu elbette, hem kadim İslam medeniyetin en önemli merkezlerinden biri olması ve hem de Allah’ın mesajını Müslümanlara ulaştıran Peygamberlerin yaşadığı yerler olarak, Onların hatıralarının var olduğu mekânlar olması hasebi ile de çok daha fazla önem kazanmaktadır.
Mekân, insanın varlığını, her şekli ile (uhrevi, dünyevi, metafizik ya da bilfiil olarak) olgunlaştıran, olumlu ya da olumsuz değişimine sebep olan bir etkendir. Örneğin, Kudüs’e ilk gittiğimde, kendi kendime, “yanı başımızda bu kadar peygamber yaşamış ama ben bunu bilmiyormuşum. Tüm Peygamberlerin hep Arabistan yarımadasında yaşadığını hayal edip durmuşum…” şeklinde düşünmüştüm. Mihmandarımızın Peygamberlerimiz ile ilgili anlattıklarını duydukça ürperiyor, Kudüs, şimdiye kadar Filistinli Müslümanların eza cefa ve zulüm gördüğü bir mekân olmaktan çıkıyordu. Hz. İbrahim’in, Hz. Yakub’un, Hz. Muhammed’in ve diğer Peygamberlerin (selam üzerlerine olsun) yürüdüğüm sokaklarda yürümüş olması, insanlara Allah’ın mesajını iletiyor olmasını gözümde canlandırdıkça, mekân anlam yükleniyor, Filistinli Müslümanların kendi toprakları için değil, aslında tüm Müslümanların hatıralarını korumak ve yaşatmak için mücadele ettiklerini anlıyordum.
Aslında tüm Peygamberlerin, Allah’ın insanlar için seçtiği tek din olan İslam’ı insanlara anlatıyor olmasına rağmen, Yahudilerin kendilerini, Hristiyanların ise Peygamberlerini kutsamaları sonucunda, ortaya inkâr ve şirkten beslenen iki ayrı yaşam biçimi ortaya çıkmış oldu. Temelinde şirk ve inkâr olan bu yaşam biçimleri tabi ki İslam ile çatışacak, İslam’ın barış ve huzur temeline dayalı yaşam biçimini bozmaya ifsat etmeye çalışacaktı. Nitekim Kudüs’te tarih boyunca yaşananlar da bu minval üzere olmuştur.
Yahudiler Tanrı tarafından seçilmiş ırk, seçilmiş kavim olarak gördüklerinden, diğer bütün insan ırklarını kendilerine hizmetkâr olarak görmekteler. İtikatları bunu gerektiriyor. Ne zaman ki Hz. İsa (selam üzerine olsun) onlara göre bir marangoz olsa bile, karşılarına çıkıp yanlışlarını ve zulümlerini yüzlerine haykırdığında, toplumda o kadar büyük bir manipülasyon ve algı oyunları yapmışlar ki, daha düne kadar toplumun hayranlıkla baktığı, örnek aldığı, güven ve saygı duyduğu insanı Zeytin Dağında yakalayıp, çarmıha germiş ve oradan 8 duraklı “Elemli yol”dan Kıyame Kilisesine kadar yürütmüşlerdir. Tek nedeni vardır, Yahudilerin iddialarının yanlış ve tutarsız olduğu gerçeğini ifade ederek onların Roma İmparatorluğu nezdindeki güçlerine zarar veriyor olması.
İnsanoğlu nankör ve vasat ayarda istikrarla durmayı beceremez bir varlıktır. Hristiyanlar; Allah’ı, Allah’tan Peygambere mesaj getiren Cebraili ve nihayetinde kendilerine Allah’ın mesajını getiren peygamberi tanrılaştırarak, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesi ile Şanı yüce ve tek İlah olan Allah’a şirk koşmuşlardır. Bu tüm hayat biçimlerini şekillendirmiş, o kadar karanlık bir noktaya sürüklenmişlerdir ki, yaşadıkları bu sürecin geçtiği zaman aralığına “Karanlık Çağ” ismini vermişlerdir. Karanlık Çağ ve bu çağda yaşananlar ile ilgili olarak internette bolca kaynak bulunmaktadır. Dileyen taraflı, tarafsız kaynaklara bakarak bu tarihi yaşanmışlığı inceleyebilir.
Bu yaşananların nüvesinin atıldığı mekândır Kudüs. İnsanoğlunun hizaya sokulduğu ve nisyanına istinaden, tespihin ipi kopartıldığında her bir tanenin saçılıp şuursuzca dağıldığı gibi yeryüzüne dağılmaya başladığı yerin adıdır Kudüs. İşte bunun için önemlidir, bunun için başlangıç noktasıdır. Suyun başıdır yani. İnsanlık tarihinin en ortak kavşağıdır, buradan başlamayan her yürüyüş sonuçsuz kalmaya, meyvesiz ve nesepsiz kalmaya mahkûmdur.
Müslüman bireyler olarak bizlerde, bir yürüyüşe başlayacaksak önce kendi nefsimizden, tüm kavgaların, tüm savaşların yapıldığı, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile batılın bir birine meydan okuduğu ve hesaplaştığı yer olan kalbimizden başlamalıyız. Çünkü buradan başlamayan her yürüyüş insanı yanlış istikamete sürükleyecektir. Tıpkı gömleğin ilk düğmesini yanlış bağlamış olmak gibidir. Doğrudur, düğmeler iliklere geçiyordur, fiil hikmetine uygun bir şekilde gerçekleştiriliyordur ancak, sonuç eksik, yanlış ve kısır olacaktır. Tekrar tüm düğmeleri iliklerinden çıkarmak ve yeniden doğru düğmeyi doğru iliğe takmak zorundayızdır.
İnsanlık tarihi içinde bu böyledir. Bir yerden başlanacaksa eğer o yer insanlık tarihinin kalbi olan Kudüs olmalıdır. Selamet ve bereket yurdu olan Kudüs topraklarından nifak ve nisyanı temizleyerek başlamak gerek. Müslümanların barışı ve adaleti yeryüzüne hâkim kılma amacına ulaşmak için önce ve birinci olarak Kudüs’ü barış ve selamet yurdu haline tekrardan getirmeliyiz. Böylece şuursuz bir şekilde yeryüzüne dağılmış, isyan, küfür, adaletsizlik, edepsizliğin içine gark olmuş, itibarsızlaşmış insanoğlunu yeniden olması gerektiği gibi esfelessafilin değil ahsenitakvim olarak yaşama şerefine kavuşturabiliriz. Bunu ancak ve ancak, Allah’ın yeryüzünde selamet ve adalet garantisi olarak ifade ettiği İslam ve Hz. Muhammed’in(selam üzerine olsun) sahih sünneti gerçekleştirebilir.
Selam bu müjdenin muhataplarının ve bu müjdeyi kendine dert edinip bilinçli ve şuurlu bir şekilde çabalayanların üzerine olsun. 23-02-2021
Erdal ERGENÇ
Henüz Yorum yok