Kadir Gecesi Bin Aydan Daha Hayırlıdır
RAMAZAN GÜNLÜĞÜ 26
Hazırlayan: Mustafa KÜÇÜKTEPE
Bir Ayet:
“Biz Kur'ân'ı kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için iner. O gece, tanyerinin ağarmasına kadar bir esenliktir." (Kadir, 1-5)
Bir Hadis:
Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü, dedim, şâyet Kadir gecesine tevâfuk edersem nasıl dua edeyim?" Şu duayı okumamı buyurdu: "Allahümme inneke afuvvun, tuhibbu'l-afve fa'fu anni. (Allahım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet." (Tirmizi, Da'avât 89, (3508)
Bir Konu:
Kadir Gecesi. Kadir gecesi dini literatürde en önemli, en değerli, en kutsal gecedir. Bu gecenin feyzi, bereketi, affı mağfireti diğer gecelerden kat be kat fazladır. Bunu Kur’an-ı Kerim’deki Kadir suresinden öğreniyoruz. "Biz Kur'ân'ı kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için iner. O gece, tanyerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (Kadir, 1-5)
Kadir gecesi, Kur’an’ın indirildiği ya da indirilmeye başladığı gecedir. Bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu, Yüce Allah tarafından bildirilmektedir.
Bu gece büyük bir gecedir çünkü bu geceyi gerçek yüzü ile kavrayabilmek insanın kavrama yeteneklerini aşar. "Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin." Sıradan insanların zihinlerinde bu gece ile ilgili olarak yaygın hale gelen birçok efsaneye sarılma ihtiyacı duymadan belirtelim ki bu gece yüce Allah'ın Kur'an'ı indirmeye başlamak için onu seçmesi açısından büyük bir gecedir. Bu ışık yağmurunu bütün varlık alemine akıtmak için insanın vicdanına ve hayatına Allah'ın nurundan çağlayan esenliği eksiksiz tamamlamak için seçtiğinden dolayı büyük bir gecedir. Bu gece, Kur'an'ın inanç sistemini ve yeryüzüne ve vicdanlara yaydığı terbiyeyi içermesi bakımından büyük bir gecedir. Bu gece melekler ve özellikle de Cebrail yanlarına bu gecede inen şu Kadir suresinin bir cinsi olması bakımından Kur'an'ı alarak indikleri için ve şu surenin kelimelerinin olağanüstü bir ifade ile canlandırdığı kainat çapındaki şenlikte yeryüzü ile gökyüzü arasına dağılıp yayıldıkları için büyük bir gecedir. Resulullah bizlere her yıl bu mübarek geceyi kutlamamızı, Ramazanın son on gecesinde bu geceyi bekleyip araştırmamızı teşvik ederek bu yolu çizmiştir bizlere. Buhari ve Müslim'de yer alan bir hadiste Resulullah "Kadir gecesini Ramazanın son on gecesinde arayın" buyurmuştur. Yine Buhari ve Müslim'de yer alan bir hadiste Rasulullah'ın "Kim kadir gecesini imanla ve sevabını Allah'tan bekleyerek ihya eder değerlendirirse geçmiş günahları bağışlanır" buyurduğunu görmekteyiz. (Seyyid Kutup Fizilalil Kur'an)
Hakkında müstakil bir sure inmiş olan mübarek Kadir gecesi, mü'minlere Rabbimizin büyük bir lütuf ve ikramıdır. Üzerimizdeki nimetlerin en büyüklerindendir. Bu geceden gafil olmamak için Ramazanın içinde bulunduğumuz bu son günlerini ve gecelerini dua ve ibadetle geçirmek, bol bol istiğfar etmek gerekir. İbadetleri çoğaltarak, dünya ve dünyalıklardan sıyrılmaya çalışalım.
Anlatılır ki, Alman Hans ile Hasan iki samimi arkadaştır, yiyip içtikleri ayrı gitmemektedir. Yine bir gün çilingir sofrasındayken Hasan Hans’a demiş ki:
“Hans sen Hristiyansın, ben Müslümanım, benim arkadaşım Hristiyan olmamalı, gel sen Müslüman ol.” Hans demiş ki: “Seni kıramam sen benim en iyi arkadaşımsın. Olmaya olurum ama siz de namaz diye bir ibadet var ben onu yapamam, her gün abdest al namaz kıl… Olmaz yapamam…”
Başka bir gün Hasan Hans’a yine “Hans, gel Müslüman ol” demiş, Hans “ Siz de oruç diye bir ibadet var ben öyle bir ay oruç tutamam, aç kalamam.”
Başka bir gün bir eğlence mekanında beraberlerken Hasan yine Hans’a “Yahu Hans, ne kadar inatçısın, kaç zamandır gel Müslüman ol diyorum i türlü olmuyorsun” demiş. Bunun üzerine Hans “Sizin ibadetler zor,ben yapamam ayrıca ben su yerine içki içerim siz de o da yasak, şu da yasak, bu da yasak ben yapamam” demiş.
Hasan demiş ki, “Ya arkadaşım, benim hiç namaz kıldığımı, oruç tutuğumu gördün mü? İçkiyi beraber içiyoruz, eğlence mekânlarında beraberiz, ben de senin gibiyim. Bak arkadaşım, biz de bir Kadirin Gecesi var, hocalarımız derki bu geceyi ihya eden seksen yıl ibadet etmiş gibi sevap alır, günahları affedilir. Ben de o geceyi takip ederim içki içmem, eğlenceye, zinaya gitmem. Abdest alır iki rekat namaz kılar, dua eder, seksen yılı kaparım. Hem Tanrı’nın rahmeti de geniş o affeder zaten…”
Hikâyenin sonunda Hans, Müslüman oldu mu bilmiyoruz. Ya da Hasan, Hristiyan oldu mu bilmiyoruz. Ancak İnanan insanların Hasan gibi düşünmesi doğru bir anlayış olamaz. Bu geceyi güzel bir biçimde ihya edip değerlendirmemiz gerektiği doğrudur. Fakat istediğin kadar günah işle, sonra gel Kadir gecesi gibi ulvi bir gecede nasılsa Allah’ın rahmeti geniş diyerek affedilmeyi bekle, tüm hatalarından arınmayı um… bu biraz Hristiyanlıktaki günah çıkarma düşüncesi gibi olacaktır,
böyle düşünmek sakat bir anlayıştır. Bir mümine böyle düşünmesi yakışık almaz. Her mümin, üzerine düşen görevi yerine getirir ve Rabbinin rahmetinden, lütfundan istifade etmek, mağfirete ulaşmak için Kadir gecesi gibi ulvi ve rahmeti geniş geceleri ve günleri birer fırsat bilir ve değerlendirir.
İnananlar elbette Kadir gecesini gereği gibi ihya edip gecenin feyz ve bereketinden istifade eder. Fakat ‘Her geceyi Kadir bil’ sözü gereğince tüm gecelerini kadir gecesini değerlendirdiği gibi ihya etmeye gayret eder. Müslüman sadece Kadir gecesi, sadece Ramazan Müslümanı olmamalıdır.
Yazımızı bir hadis-i şerifle bitirelim. Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü, dedim, şâyet Kadir gecesine tevâfuk edersem nasıl dua edeyim?" Şu duayı okumamı söyledi: "Allahümme inneke afuvvun, tuhibbu'l-afve fa'fu anni. (Allahım! Sen aff edicisin, affı seversin, beni de affet." (Tirmizi, Da'avât 89, 3508)
Bu duayı biz de sürekli tekrar edelim. Gecenin feyzi, bereketi, rahmeti tüm inananların üzerine olsun. ( https://www.kayserianahaber.com/kutlu-vakitler-4-_m5396.html)
Bir Peygamber:
Hz. Muhammed, Kabul gören kanaate göre Fil Vak‘ası’ndan elli (veya elli beş) gün sonra Rebîülevvel ayının 12’sinde Pazartesi günü Mekke’de dünyaya geldi. Hz. Muhammed’in babası Abdullah akranları arasında çok beğenilen bir gençti. Dedesi Abdülmuttalib, Zemzem Kuyusu’nu yeniden ortaya çıkarıp onardığı sırada Kureyş’in bir kısım eşrafı tarafından rencide edilince on oğlu olduğu takdirde birini kurban etmeyi adamış, daha sonra çocukları arasında çektiği kura o esnada en küçük oğlu Abdullah’a çıkınca onu kurban etmeye karar vermişti. Buna başta kızları olmak üzere pek çok kimse karşı çıkmış, Abdülmuttalib de oğlunun yerine 100 deve kurban etmişti. Bundan dolayı Hz. Peygamber, hem bu olayı hem de büyük ceddi Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kastederek, “Ben iki kurbanlığın çocuğuyum” demiştir (Hâkim, II, 559; Muhammed b. Abdülbâkī ez-Zürkānî, I, 97 vd.; Aclûnî, I, 230-231). Abdullah on sekiz yaşlarında iken Âmine ile evlenmiştir. Yaygın olan rivayete göre ticaret için gittiği Suriye’den dönerken Yesrib’e (Medine) uğramış ve orada hastalanarak vefat etmiştir.
Annesi Âmine, Kureyş kabilesinin Benî Zühre koluna mensup Vehb b. Abdümenâf’ın kızıdır. İslâm kaynaklarında, Hz. Muhammed’in ana rahmine intikalinden doğumuna kadar geçen zaman içinde bazı fevkalâde olayların meydana geldiğine dair rivayetler yer almaktadır. Kendisinin peygamberlerin sonuncusu olduğunu ifade ettiği bir konuşmasında annesinin bir rüya gördüğünden bahsetmekte ve bundan önemli bir kişiye hamile olduğu sonucunu çıkardığını, doğacak çocuğa Muhammed veya Ahmed adını vermesinin telkin edildiğini belirtmektedir (Müsned, IV, 127, 128; İbn Sa‘d, I, 98-99; Uyar, s. 6-16; hadis rivayetlerinin değerlendirilmesi için bk. Müsned [Arnaût], XXVIII, 379-382, 395-396). Doğum esnasında diğer annelerin çektiği sancıları çekmeyen Âmine, kayınpederi Abdülmuttalib’e haber göndererek bir torunu olduğunu müjdelemiştir. Abdülmuttalib torununun doğumu şerefine verdiği ziyafette ona Muhammed adını vermiştir. Bazı rivayetlerde bu ziyafet sırasında Muhammed’in dedesi tarafından sünnet ettirildiği nakledilirse de kendisinin sünnetli olarak doğduğu rivayeti daha meşhurdur (bu konudaki değerlendirmeler için bk. Erul, s. 37-38).
Âmine’nin çocuğunu fazla emziremediği anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed’i bir süre Ebû Leheb’in câriyesi Süveybe emzirdi; daha sonra, Mekkeli ailelerin çocuklarını çölün sağlıklı havasında büyüyüp fasih Arapça öğrenmeleri için bedevî kabilelerinden bir sütanneye teslim etmeleri geleneğine uyularak Hevâzin kabilesinin Sa‘d b. Bekir koluna mensup Halîme bint Ebû Züeyb’e verildi. Hz. Muhammed çocukluğunun ilk iki yılını sütannesiyle ve sütbabası Hâris, sütkardeşleri Abdullah, Üneyse ve Şeymâ ile geçirdi. Halîme iki yıl sonunda çocuğu ailesine teslim etmek üzere Mekke’ye götürdü. Ancak Âmine çöl havasının oğluna yaradığını gördüğü, bazı rivayetlere göre ise o sırada Mekke’de veba salgını bulunduğu için (İbn Sa‘d, I, 112) onun bir müddet daha Halîme’nin yanında kalmasını uygun buldu. Hz. Muhammed dört veya beş yaşına kadar sütannesinin yanında kaldı. Kaynaklar, Halîme ve ailesinin Muhammed’i yanlarına aldıktan sonra bolluğa kavuştuktan başka olağan üstü nitelikte bazı olaylarla karşılaştıklarını kaydeder.
Altı yaşına gelen Muhammed’i câriyesi Ümmü Eymen’le birlikte yanına alan Âmine, Abdülmuttalib’in annesi dolayısıyla ailenin dayıları sayılan Benî Neccâr mensuplarını ve Abdullah’ın kabrini ziyaret etmek amacıyla Yesrib’e gitti. Yesrib’de bir ay kadar kaldıktan sonra dönüşte Medine’ye yaklaşık 190 km. mesafede bulunan Ebvâ’da hastalanıp vefat etti. Ümmü Eymen, Muhammed’i Mekke’ye götürüp dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti.
Abdülmuttalib, Muhammed’e gereken ihtimamı gösterdi. Dârünnedve’deki toplantılara başkanlık ederken yanına aldı, ona baba şefkatini ve sevgisini hissettirdi. Abdülmuttalib ölümünden önce, sekiz yaşında olan Muhammed’in bakımını Abdullah ile anne-baba bir kardeş olan Ebû Tâlib’e vasiyet etti. Ebû Tâlib, Muhammed’i çocuklarından daha fazla sevdi, onun uğurlu olduğuna inandı ve iyi yetişmesi için gayret sarfetti. Hz. Peygamber’in ikinci annem dediği hanımı Fâtıma bint Esed de ona kendi çocuklarından daha çok ihtimam gösterdi. Ebû Tâlib nübüvvetten sonra da yeğeninin yanında yer aldı ve kendisini korumak için elinden geleni yaptı. Hz. Muhammed, dokuz (veya on iki) yaşında iken ticaret amacıyla Suriye’ye giden amcasına katıldı. Kervan Suriye topraklarındaki Busrâ’da konakladı. Hz. Muhammed’in burada rahip Bahîrâ ile görüşüp görüşmediği ve bu esnada aralarında nelerin konuşulduğu hususu tartışmalı bir konudur.
Hz. Muhammed’in, kalabalık bir aileye sahip olan Ebû Tâlib’e yardım için on yaşlarında iken onun veya başkalarının koyunlarını güttüğü bilinmektedir. Nübüvvetten sonra kendisine sorulan bir soru üzerine her peygamberin koyun güttüğünü ifade etmiştir (Buhârî, “İcâre”, 2; İbn Sa‘d, I, 125-126). Hz. Muhammed’in Ficâr savaşlarının ilk grubunun dördüncüsüne amcalarıyla birlikte katıldığı, fakat fiilen savaşmadığı bu konudaki farklı rivayetler içinde tercih edilen bir görüştür. Onun bu dönemdeki yaşının on dört, on beş, on yedi veya yirmi olduğu zikredilmektedir. Bu savaşın hemen ardından da Hilfü’l-fudûl toplantısına iştirak etti. Bu hareket içinde yer alanlar haksızlığa uğrayanları koruyacaklarına dair yemin etmişlerdi. Hz. Peygamber nübüvvetten sonra bu ittifaktan övgüyle bahsetmiş, böyle bir fazilet antlaşmasına tekrar çağrıldığı takdirde tereddüt göstermeden katılabileceğini söylemiştir (Müsned, I, 190; İbn Sa‘d, I, 128-129; hadisin sıhhati için bk. Müsned [Arnaût], III, 193-194).
Mekke’deki Kureyş kabilesi mensuplarının ticaretle uğraştığı bilinmektedir. Kumaş ve tahıl ticareti yapan Ebû Tâlib’e yardım etmek suretiyle ticaret hayatına başlayan Hz. Muhammed amcasının yaşlandığı yıllarda kendisi ticarete devam etti ve Mekkeli bir zatla ticarî ortaklık kurdu (Müsned, III, 425; İbnü’l-Esîr, II, 253-254; III, 170; IV, 214; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 56-57). Bu dönemde çeşitli yerlere ticaret amacıyla seyahat etti. Ergenlik çağında Hubâşe panayırına, bir veya iki defa Yemen’e, ayrıca Doğu Arabistan’daki Muşakkar ve Debâ panayırlarına, hatta Habeşistan’a gittiği bilinmektedir. Böylece bir taraftan ticareti öğrenirken diğer taraftan Arabistan’ın çeşitli yerlerinde yaşayan insanları yakından tanıma, onların dil ve lehçelerini, dinî, siyasî ve içtimaî durumlarını öğrenme imkânını elde ediyordu (Hamîdullah, İİFD, sy. 4 [1980], s. 327-342). Kaynakların ittifakla belirttiğine göre Câhiliye devrinin yaygın kötülüklerinin hiçbirine bulaşmadan temiz bir hayat yaşayan Hz. Muhammed çevresinde iffeti, mertliği, merhameti ve hak severliğinin yanı sıra ticaret hayatında güvenilirliği sebebiyle “Muhammedü’l-emîn” (el-emîn) unvanıyla temayüz etti (İbn Sa‘d, I, 121, 156).
Hz. Muhammed yirmi yaşını geçtiği sırada ticarî seyahatlere çıkma teklifleri alıyordu. Hastalandığı için bizzat gidemeyen bir tüccarın mallarını götürüp başarılı bir sonuç elde edince yeni teklifler aldı. Onun Hatice bint Huveylid ile evlenmesi de bu ticarî gelişmelerden sonra gerçekleşti. Nesebi önceki kuşaklarda Hz. Muhammed’in nesebiyle birleşen, iki kocadan dul kalmış olup zengin ve soylu bir hanım olan Hatice tavsiye üzerine Hz. Muhammed’e ortaklık teklifinde bulundu (İbn İshak, s. 59; İbn Sa‘d, I, 129). Yapılan anlaşmadan sonra Hz. Muhammed, Hatice’nin yardımcısı Meysere ile birlikte Suriye’ye gitti ve kârlı bir yolculuğun ardından Mekke’ye döndü. Neticeden memnun kalan Hatice’nin Hz. Muhammed’e güveni arttı ve ona karşı olan takdir hisleri güçlendi. Hatice bizzat kendisi (İbn İshak, s. 60; İbn Hişâm, I, 189) veya Nefîse bint Ümeyye (Münye) adlı bir kadın aracılığıyla Hz. Muhammed’e evlilik teklifinde bulundu, Hz. Muhammed de bu teklifi kabul etti. Amcaları Hatice’yi onun amcası Amr b. Esed’den istediler; evlilik gerçekleşince Hz. Muhammed Ebû Tâlib’in evinden Hatice’nin evine taşındı. Bu evlilik sırasında kendisinin yirmi beş, Hatice’nin kırk yaşında olduğu söylenmekle birlikte Hatice’nin daha küçük yaşlarda bulunduğu da rivayet edilmektedir. İbn Abbas’tan nakledilen, Hatice’nin yirmi sekiz yaşında olduğu yolundaki rivayet, bu evlilikten yedi (veya altı) çocuğun dünyaya gelmiş olması göz önüne alındığında daha isabetli görünmektedir
Kâbe’nin tamirinden sonra Hz. Muhammed’in Allah’a nasıl ibadet edileceğini araştırmaya daha fazla yöneldiği farkedilmekteydi. Mekkeliler’in ve diğer Arap kabilelerinin putlarına hiç ilgi göstermeyen Hz. Muhammed aklı ve hisleriyle putlara tapmanın faydasızlığını anlamıştı. Muhtemelen o da tek tanrı inancına dayalı Hz. İbrâhim’in dini üzere olmaya çalışan az sayıdaki Hanîfler gibi düşünüyordu. Ancak ne yapacağını bilememenin ıstırabıyla inzivaya çekildi ve risâletinin birkaç yıl öncesinden itibaren ramazan aylarında dedesi Abdülmuttalib ile diğer bazı Kureyşliler’in yaptığı gibi Hira dağındaki mağarada münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Yiyeceği tükenince şehre iniyor, fakirlere yardımda bulunuyor, Kâbe’yi tavaf ediyor ve yiyecek alarak mağaraya dönüyordu. Zaman zaman Hatice’yi de yanına alıyordu. Hz. Âişe, Resûlullah’a gelen vahyin sâdık rüyalarla başladığını, Hira mağarasına da ondan sonra gittiğini nakleder (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 3, “Tefsîr”, 96/1; Müslim, “Îmân”, 252). (https://islamansiklopedisi.org.tr/muhammed)
Esma-i Hüsna:
El-Kadir, Kâdir, güç ve kudret sahibi demektir. Kâdir, bir şeyi dilediğinde yapan veya yapmayandır. Kâdir için dileme, bir şeyi yapmak için mutlaka olması gereken bir şart değildir. Allah, kıyameti şu anda da gerçekleştirmeye kadirdir. Eğer O, bunu dilerse yapabilir. Ancak kıyamet şu an gerçekleşmediğine göre Allah, bunu şu an için dilememektedir. Allah'ın ezeli ilmiyle kıyamet için bir süre ve saat belirlemesi, O'nun güç ve kudretinde kusur olduğunu göstermez.Mutlak Kâdir, her varlığı tek başına ve kendi dilemesi ile hiç kimseden yardım alma ihtiyacı duymadan yoktan var edendir. bu da ancak Allah için geçerlidir. Kulların gücünü yaratan O'dur.Yararlı zararlı, iyi kötü bütün her şeye gücü yeten, mutlak kadir olan ve kudreti her şeyi kuşatan O'dur.
Gerçekleşen her olay Allah'ın bilgisi dahilindedir ve O'nun "Ol" demesiyle meydana gelir. Yeryüzünde her yaprağın düşüşü O'nun izniyledir, yine hiçbir dişi O'nun izni olmadan gebe kalamaz ve hiçbir canlı O'nun bilgisi dışında doğuramaz. Kainatta gerçekleşen her olay ancak O'nun dilemesiyle vuku bulur. O, iman etmeyen bir kavmin yerine hemen yenisini getirebilecek güçtedir. Dilediğine görülmemiş bir mülk verir, dilediğinden bütün mülkünü çekip alır. İman etmeyen bir kavme, azap hiç ummadıkları bir anda ve hiç ummadıkları bir şekilde gelir. Dilerse yeryüzünün tüm bereketini çekip alır, onu kurutur ve üzerinde yaşama dair hiçbir iz bırakmaz. Dilerse genişliği yeryüzü kadar olan bambaşka bir dünya yaratır. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak hiçbir kuvvet yoktur. O istediğini istediği gibi yapmaya güç yetirendir.
"Şüphesiz Allah her şeye kadirdir." (Bakara, 148)
"Evet O, her şeye kadirdir." (Ahkaf, 33)
Yerde ve gökte ne varsa hepsine kudreti yetiyor ve artıyor. Bildiğimiz ve bilmediğimiz alemlerin tümüne ve onların hareketlerine intizam sağlayan şüphesiz Hz.Allah'tır.
El-Kadîr ism-i şerifi, arzu ettiği şeye gücünün yetmesi ve düşmanlarının kendisine zarar vermemesi için,"Ya Kadir Celle Celalühu" diyerek 305 kere okunur.
El-Kadîr ism-i şerifi, 2 rekat namazdan sonra "Ya Kadir Celle Celalühu" diyerek 100 veya 200 defa zikreden, ibadette zahiren va batınen kuvvetli olur.
Dileklerin kabulü için her gün 100 kere “Ya Kadir” esması okunur. https://www.muhammed.net/2020/01/el-kadir-esmasnn-zikri-anlam-fazileti.html
El-Kadir, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 305’tir.
En-Nur, Sözlükte “aydın ve ışıklı olmak” mânasındaki nevr kökünden türemiş bir isim olan nûr “aydınlık, ışık” demektir. Ayrıca apaçık olan, nesne ve olayların mahiyetini ortaya koyup aydınlatan şeye de nur denir. Kelime Allah’a nisbet edildiğinde “nur kaynağı” veya sıfat olarak “nurlandıran, her şeyi aydınlatan” diye açıklanır (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “nvr” md.; Kāmus Tercümesi, “nvr” md.). Râgıb el-İsfahânî nurun dünyevî ve uhrevî olmak üzere ikiye ayrıldığını belirtir. Dünyevî olanı, ay ve güneş gibi aydınlık saçan ve gözle algılanan nur ile zihin ve kalp yoluyla (basiret) idrak edilen nurdur; bu ikincisinin örnekleri aklın ve Kur’an’ın nurlarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi dördüncü sûresi Nûr ismiyle anılmaktadır. Bunun sebebi 35. âyetinin, “Allah göklerin ve yerin nurudur” diye başlaması ve âyette nur kelimesinin iki defa daha zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmesidir. Bundan başka kıyametin hallerinden bahseden âyette, “Yeryüzü rabbinin nuruyla aydınlanır” denilmekte (ez-Zümer 39/69), iki âyette de nur kelimesi hem Allah lafzına hem O’na ait zamire izâfe edilmektedir (et-Tevbe 9/32; es-Saf 61/8). Allah çeşitli âyetlerde “nuru yaratma” kavramıyla nitelendirilmiştir.
Ebû Zer el-Gıfârî’den gelen bir rivayete göre kendisi Resûlullah’a, “Rabbini gördün mü?” diye sormuş, o da, “O bir nurdur, nasıl görebilirim!” şeklinde cevap vermiştir (Müsned, V, 157, 171; Müslim, “Îmân”, 291-292; Tirmizî, “Tefsîr”, 53/5).
Esasen Nûr sûresindeki âyet de bütün âlimler tarafından zât-ı ilâhiyyenin nur olduğu şeklinde anlaşılmamış, “göklerin ve yerin nurunu yaratan, oralardaki varlıklara yol gösteren” gibi anlamlara geldiği kabul edilmiştir (Nevevî, III, 12-13).
Müfessirler ve esmâ-i hüsnâ müellifleri, Nûr sûresinde yer alan ve o münasebetle doksan dokuz isim listesine giren nûr ismini mecazi olarak zât-ı ilâhiyyeye nisbet etmişlerdir. İçeriğini de “nuru yaratan, onunla semâvât ve arzı nurlandıran” şeklinde belirlemişlerdir. Bu nurlandırma, insanların gözle algıladıkları gibi hem madde dünyasını hem kalple idrak edilen mânevî âlemi kapsamaktadır.Gazzâlî nûr ismini, aklî imkân statüsünde bir varsayım da olsa yokluk karanlıklarından münezzeh olan, bu sebeple bütün içeriğiyle apaçık niteliği taşıyan ve duyularla algılanamayan” şeklinde izah eder. Zira yaratılmışlar çapında kendi sınırını aşan her şey yine onların nazarında zıddına dönüşür. https://islamansiklopedisi.org.tr/nur-esma-i-husna
En-Nûr, ism-i şerifinin zikrine devam ederek her gün 256 defa okumaya devam eden kimse, anlamsız üzüntü ve kuruntulardan, boş sıkıntı ve kederlerden kurtulur, mutlu ve huzurlu olurlar.
Her gün 256 defa “Ya Nur” ism-i şerifini zikreden kimsenin basireti açılır, gönlü nurlu olur, içi ve dışı aydınlanır.
“Ya Nur” ism-i şerifini sürekli zikreden kimsenin yüzünde pozitif olarak hasıl olan aydınlık ve nur belirir. Halk arasında çok sevilen, sayılan ve aranan birer kişi haline gelir.
5 vakit namazdan sonra 256 kere “Ya Nûr celle celâlühû” zikrine devam eden kimsenin imanı kuvvetlenir, yüzü nurlanır, herkes tarafından sevilir.
5 vakit namazdan sonra 256 kere “Ya Nur” ism-i şerifini okuduktan sonra Nûr suresinin 35. ayetini okuyan kimsenin zihni açılır, hafızası kuvvetlenir.
Nur suresinin 35. ayetini 7 defa okuduktan sonra 100 kere “Ya Nur” ism-i şerifini okuyan kimsenin gönlü ilahi nurla dolar.
Her gün 256 kez “Ya Nur” ism-i şerifini okumaya devam eden kimse, anlamsız üzüntü ve sıkıntılardan ve kederlerden kurtulur, mutlu ve huzurlu olur.
Hasta olan kişi her gün şifa ayetleri ve 256 kere “Ya Nûr celle celâlühû” ism-i şerifi okunursa o hasta Allah’ın izniyle şifa bulup iyileşir.
“Ya Nur” ism-i şerifini sürekli zikreden kimse çok kısa zamanda müşküllerini rüyasında görüp halletmeye başlar. Olacak hadiseleri apaçık görür.
Sebebi bilinmeyen bir hastalığa yakalanan kimse yemek esnasında her lokmayı yerken “Ya Nur” ism-i şerifini zikrederse, eceli gelmemişse Allah’ın izniyle şifaya kavuşur.
Hergün 256 kez “Ya Nur” ism-i şerifini zikreden kimsenin kalbini iman nuru ve hikmet kaplar. Kalbi ve bedenleri nurlanır. Doğru yolu bulur.
“Ya Nur” ism-i şerifini herkes tarafından sevilip sayılmak ve anlamsız gem ve kederden kurtulmak için zikrine devam etmek gereklidir. https://www.nukteler.com/en-nur-esmasinin-zikri-faziletleri-ve-faydalari/
En Nur, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 256’dır.
El-Hadi, Her şeye istikamet kazandıran, yol gösteren, yön veren; kullarına hidayet veren, doğru yola ulaştıran.
Hâdî; kullarına kendisini tanıma yollarını gösterendir. Hâdî; lütuf ile rehberlik edendir. Hâdî; kullarına kurtuluşun ve cennetin yollarını gösterendir. Hâdî; her canlıya hayatını sürdürmesi için gerekli şeyleri yapmaya sevk eden ve bu duyguları bahşedendir. https://dinirehberim.com/el-hadi-anlami-zikir-sayisi.html
Ya Hâdi ismini sürekli okuyup vird edinen kimsenin eşi ve çocukları kendisinin severler, itaat ederler ve bağlanırlar.
Herhangi bir idareci veya amir Ya Hâdi ismini vird edinirse emri altındakiler itaaat ederler, Sevgi ve muhabbetlerini kazanır, emirlerine rahatça yerine getirirler.
Beş vakit namazdan sonra 400 kere “Ya Hâdi celle celâlühû” zikrine devam eden bütün işlerinde başarılı olur. Hakkında hayırlı olmayan işlere de girişmez. Birbirlerini sevmeyen arkadaş, dostlar, karı-koca, iki kardeş vs. için temiz bir kaba (20) defa yazıp, üzerine (1600) kere “Ya Hadi” okuyarak haberleri olmadan içirilirse, araları düzelir, dargınlık, kıskançlık, kırgınlık ve nefret gider. Yerine dostluk, kardeşlik ve barış alır.
Her gün 21 kere “Ya Hâdi celle celâlühû” ism-i şerifini okuyan hidayet mertebelerine erişir.
Hafızası zayıf olanın her gün 1600 kere “Ya Hâdi celle celâlühû” ism-i şerifini okuyup dua ederse, anlayış kabiliyeti artar, hafızası kuvvetlenir. https://www.nukteler.com/el-hadi-esmasinin-zikri-fazileti-faydalari/
El-Hadi, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 400’dır.
Bir Dua: Allahümme inneke afüvvün kerimun tuhibbul afve fağfu anna. “Ey Allah’ım sen affedicisin, kerimsin, affetmeyi seversin. Bizi de affeyle.”
Henüz Yorum yok