İsrail’in Yeni Afrika Politikası BAE Üzerinden Yürüyor
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 3 Şubat’ta gerçekleşen Uganda ziyareti sırasında Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah Burhan ile görüşmesi, İsrail’in Afrika kıtasındaki politikaları açısından yeni bir konseptin açığa çıkışına da işaret etti. Bu konsept çerçevesinde, kıtada ilişkilerin askıda olduğu veya hiç diplomatik bağlantının olmadığı çoğunluğu Müslüman ülkelerle, aracı devlet/devletler vasıtasıyla dirsek temasına geçilmesi, İsrail-Afrika ilişkileri bakımından yeni bir dönemin alametifarikası olarak kabul ediliyor. Netanyahu’nun Sudan ile temasa geçme isteği, İsrail’in bu ülkedeki çıkarlarının getirdiği bir zorunluluk olduğu kadar, kıta genelindeki yeni diplomatik konseptin izlerini taşıyan siyasi ve ekonomik tesirlerin de bir sonucudur.
Netanyahu-Burhan görüşmesiyle somutlaşan Afrika’daki yeni İsrail siyasetinin üç temel dinamiğinden bahsedilebilir. Bunların en önemlisi, İsrail’in bölgedeki nüfuzunun, politikalarını da meşrulaştıracak şekilde arttırılması hedefidir.
Netanyahu-Burhan görüşmesiyle somutlaşan Afrika’daki yeni İsrail siyasetinin üç temel dinamiğinden bahsedilebilir. Bunların ilki, Netanyahu tarafından “İsrail Afrika’ya, Afrika İsrail’e dönüyor” sloganıyla formüle edilen ve İsrail’in bölgedeki nüfuzunun, politikalarını da meşrulaştıracak şekilde arttırılması hedefidir. Bu durumun Afrika açısından, alt başlıkları Kudüs’ün statüsünün İsrail lehine tanınması, Washington’ın sözde barış projesine Afrika kıtasından (özellikle Müslüman ülkelerden) destek aranmasıdır. İkinci önemli dinamik, İsrail’in Afrika kıtasındaki yeni diplomatik konseptinin çok dikkat çeken bir ayağı olarak, çoğunluğu Müslüman olan ülkelerle siyasi ilişkiler kurulmasıdır. Bununla bağlantılı üçüncü dinamik ise İsrail’in Afrika kıtasındaki yeni açılımının aracı devlet veya devletler vasıtasıyla yapılmasıdır. Dolayısıyla, Netanyahu-Burhan görüşmesinin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) aracılığıyla yapılması, üç ayaklı yeni diplomatik konseptin en önemli başlığını teşkil ediyor. Bir başka ifadeyle, Körfez ülkelerinin (özellikle ekonomik nüfuzları vasıtasıyla) Afrika kıtasında İsrail’e siyasi alan açmalarından bahsedilebilir.
İsrail-Afrika ilişkilerinde beş tarihi dönemeç
İsrail-Afrika ilişkilerini tarihsel süreç ve yaşanan kırılmalar bağlamında beş dönem halinde incelemek mümkündür. 1956-1973, 1973-1982, 1982-1992, 1992-2006 ve 2006 yılından günümüze kadar gelen koşullarda, İsrail’in Afrika kıtasındaki diplomatik çabalarının, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde yaşanan gelişmelere bağlı kırılmalar doğrultusunda gelişme göstermesi veya ilişkilerin akamete uğraması söz konusudur. İsrail’in bu dönemlerdeki dış politikası doğrultusunda, kıtadaki temel yaklaşımları arasında güvenlik/eğitim alanındaki değişim ve eğitim programları, teknik konulardaki işbirliği, iktisadi teşebbüsler, ekonomik yardımlar ve karşılıklı ticaretin öncelikli olduğu görülmektedir.
İsrail’in 1948 yılındaki kuruluşu ile Afrikalı devletlerin bağımsızlıklarını kazandığı dönemin aynı tarihsel sürece denk gelmesi nedeniyle, ilk dönemlerde belirgin bir diplomatik ilişkinin olduğu söylenemez. 1950’li yıllarda Afrika’da pek çok devletin bağımsızlığını elde etmesiyle birlikte, İsrail’in diplomatik ilişki kurduğu ilk ülkelerden biri Gana olmuştur. 1950’li yılların ortasında Gana ile başlayan siyasi ilişkiler, sosyalist enternasyonal aracılığıyla Gana’da diplomatik misyon kurulmasıyla resmiyet kazanmış ve bunu 1960’lı yılların başından itibaren Fildişi Sahili, Nijerya, Sierra Leone ile yakınlaşma takip etmiştir. Bu ülkelerle İsrail arasında siyasi ve ekonomik işbirliği içeren ilişkiler, dönemin basını tarafından “dünyanın en tuhaf gayrı resmî ittifakı” şeklinde yorumlanmıştır. İsrail’in 1960’lı yıllarda 32 Afrika ülkesinde diplomatik misyon açmasının yanında, kıta genelinde değişik sektörlerde faaliyet gösteren bin 800 İsrailli uzmanın varlığı, Afrika-İsrail ilişkilerinin ilk dönemlerinin somut örnekleri arasındadır. İsrail’in bu dönemlerde Afrika’da tutunma çabalarına karşın, Mısır’la gerginleşen ilişkilerinin 6 Gün Savaşı ile sonuçlanması, İsrail açısından kısıtlı olsa da müspet seyreden bir dönemin kapanmasına neden olmuştur.
İlişkilerin kısıtlı kalmasındaki ana etkenlerden biri de kıtada devam eden bağımsızlık mücadelelerinin kendilerini Filistin davasıyla özdeşleştirmiş olmasıdır. 1973 Yom Kippur Savaşı’nın ardından, İsrail’in Afrika’daki nüfuzunun zayıflamış olsa da tamamen sona erdiği söylenemez. Özellikle 1974 yılında kıtadaki odak noktalarının değişmesiyle birlikte, Güney Afrika’da Apartheid rejimiyle ilişkiler geliştirilmiş, Kenya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Etiyopya, Angola gibi ülkelerle geliştirilen siyasi, ekonomik ve askeri işbirlikleriyle yeni bir dönem açılmıştır. Nijerya, Gana ve Fildişi Sahili ile ilişkiler ise bu ülkelerin zengin doğal kaynakları nedeniyle yeniden onarılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde İsrail’de üretilen silahların yüzde 30’unun kıtaya ihraç edilmesi önemli göstergeler arasındadır. Bu dönemde İsrail-Afrika ilişkilerinde yaşanan en önemli gelişmelerden biri, 1977 yılında Mısır ile İsrail arasında imzalanan barış anlaşması olmuştur. Bu anlaşma İsrail’in 1980’li ve 90’lı yıllarda Afrika kıtasında daha rahat adımlar atmasını kolaylaştırmış, fakat Filistin davasının Birinci İntifada ile Afrika kamuoyunda geniş yer bulması ve siyaseti konsolide etmesiyle birlikte, İsrail sahip olduğu siyasi ve ekonomik nüfuz alanlarını kaybetmemiş olsa da yeni alanlar açmakta zorlanmıştır.
İsrail-Afrika ilişkilerini 1990’lardan 2000’li yılların ortalarına kadar etkileyen üç temel dinamikten bahsedilebilir: 1. 1993 yılında Özerk Filistin Devleti’nin kabul edildiği Oslo Barış Anlaşması’nın yansımaları İsrail-Afrika ilişkilerinde yeni bir dönemin açılmasına az da olsa katkı sağlamış, İsrail’in Afrika’ya açılma siyasetinin önündeki politik bariyer kalkmıştır. 2. Güney Afrika’daki Apartheid rejiminin yıkılması ve Nelson Mandela’nın iktidara gelmesiyle birlikte İsrail Büyükelçisi ülkeden ayrılmaya zorlanmıştır. 3. SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte, ABD’nin bir dönem kıtadaki yegâne siyasi nüfuz sahibi güce dönüşmesi, Afrika siyaseti cephesinden İsrail ile bağların normalleşmesini beraberinde getirmiştir.
İsrail açısından olumlu ve olumsuz bu gelişmeler ışığında, 1990’lı yılların sonlarına doğru, kıtada Sierra Leone, Gana, Eritre, Nijerya, Etiyopya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Kenya, Kamerun, Angola ve Liberya, (daha sonraki dönemde) Güney Afrika, (Sudan’ın parçalanması sonrasında da) Güney Sudan ile ikili ilişkilerin tesis edilmesi, siyasi, ekonomik ve stratejik çıkarlar yumağında İsrail-Afrika ilişkileri açısından önemli dönüm noktaları arasında sayılabilir. 2000’li yıllarla birlikte İsrail’de sağ siyasetin yükselişi ve Filistin’deki yeni işgal ve yerleşim alanlarının inşa edilmesi kararları, İsrail’in Afrika kıtasında sürdürülebilir ve uzun dönemli dış politika izlemesinin önündeki politik bariyerleri teşkil etmiştir. Bu bariyerlerin İsrail’in Afrika politikasına yansıması, İsrail’i kıtada büyük ölçüde üçüncü taraflar veya aracılar vasıtasıyla etkinlik göstermeye mecbur bırakmasıdır. Kıtadaki ilişkilerini 1956 yılından yakın zamanlara kadar İngiltere, Sosyalist Enternasyonal ve ABD’nin gölgesinde sürdüren İsrail’in, Afrika’daki ilişkilerini içinde bulunduğumuz yeni dönemde yeni stratejisi çerçevesinde Mısır, BAE ve Suudi Arabistan üzerinden sürdürdüğü ise yadsınamaz bir gerçektir.
İsrail’in Afrika’daki diplomatik maşası: BAE
İsrail’in kıtadaki siyasi, ekonomik ve askeri öncelikleri kadar önemli olan dış politika başlıkları arasında, kıtada ilişkilerin kesildiği veya diplomatik ilişkilerin henüz sağlanamadığı ülkelerle yakınlaşma çabaları da var. Bu durumun başlıca sebepleri arasında, 2017 yılında ABD’nin Kudüs tasarısıyla ilgili olarak BM’de yapılan oylamada Afrika kıtasından sadece Togo ve Güney Sudan’ın İsrail lehine oy kullanmış olması gösterilebilir. Öyle ki dünya üzerindeki 194 ülkenin 54’ünün Afrika kıtasında olması ve bu ülkelerin uluslararası kuruluşlarda önemli bir oy gücüne sahip olmasından dolayı, İsrail Afrika kıtasının stratejik önemini BM’deki Kudüs oylamasından sonraki dönemde çok daha fazla dikkate almaya başlamıştır. Bu yüzden Arap ve Müslüman çoğunluğun bulunduğu Kuzey Afrika ülkeleri ve Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu Sahel ülkeleriyle ilişkileri, aracılar vasıtasıyla yeniden ele alarak düzeltmek, İsrail için Afrika’daki öncelikli konuların arasına girmiştir. Bu bakımdan BAE, İsrail’in Afrika kıtasındaki kirli ilişkiler ağının yeni halkası olarak son dönemde ortaya çıkmıştır. BAE’nin kıtadaki ekonomik nüfuzunu Afrika ülkeleriyle İsrail arasında bir köprü olarak kullanmasının en önemli örnekleri arasında Sudan ve Libya geliyor. İsrail’in Libya üzerindeki nüfuzunu artırma çabalarında, BAE’nin Libya’da darbeci Halife Hafter’e verdiği desteğin ciddi bir vasıta olması ve Sudan’la ilişkilerin normalleşmesine giden yolun kilidi sayılabilecek Uganda’daki Netanyahu-Burhan görüşmesinin arka planındaki ülkenin yine BAE olması, bu durumun somut örnekleri arasında.
İsrail’in Afrika’daki şaibeli adımlarının maşası olan, siyasi, ekonomik ve stratejik hamlelerine köprülük yapan BAE’nin Fas, Tunus, Libya, Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerinde, Sudan, Çad, Nijer, Mali ve (en son 2010 yılında İsrail ile ilişkilerini kesen) Moritanya gibi ülkelerde İsrail için siyasi alan açıp ilişkilerin düzeltilmesinde veya geliştirilmesinde nasıl ve ne şekilde rol alacağını, başarılı olup olamayacağını önümüzdeki dönemde daha net görebileceğiz. Bu meyanda, Netanyahu’nun Batı Sahra’nın Fas lehine tanınması yönünde ABD nezdinde yürüttüğü lobi çalışmalarının yansımaları da netleşmiş olacaktır.
[Osman Kağan Yücel Afrika Araştırmaları Merkezi’nde (AFAM) araştırmacı ve Afrika Koordinasyon ve Eğitim Merkezi’nde (AKEM) ise koordinatör yardımcısıdır]
Henüz Yorum yok