ZEYNEP BERBEROĞLU
Ey Kudüs
Ey Kudüs;
Selam sana umut şehri, buruk sevdam… Gözlerimin aradığı gönlümün kavuşamadığı rüyam. Dağı, taşı hüzün kokan mekan. Selam sana
Müslümanların en ince sızısı, selam sana gözyaşlarımın en nadide parçası, selam sana insanlığın kanayan yarası. Ömerce, Selahaddince selam…
Çok mu yalnız bıraktık seni? Ne bu kızgın bakışlar? Yoksa küs müsün bize? Biliyoruz Fatihleri bekliyorsun. Toprakların kanla değil yağmur sularıyla ıslansın istiyorsun. Yakupça ümit ediyorsun güneşli günleri. Güneşin, Bilalleri yakmadığı günleri. Hz. Bilal’i de yatırmışlardı kızgın kumlara, üstüne de büyük bir taş koymuşlardı. Bilal sıcağa alışkındı ama sıcak canını hiç bu kadar acıtmamıştı. Bilal-i Habeşi’ yi kurtarmak ashaptan en sadık olana nasip olmuştu. Belki, seni de davasına, sevdasına sadık Ebubekirler kurtarır. Hamzalar şahlanır topraklarında. Ardından ebabiller gelir yardıma.
Biliyorum gücün kalmadı artık. Seni mesken tutan Nebiler hatrına diren. Mücahit ruhlu nesiller yetişiyor. Dünyada sahip olunabilecek her şeye sahipken, şehadete kefensiz kavuşan Musablar yetişiyor. Musab’ın İslam ‘a ne kadar yakıştığını düşünürken elini dağlayan, gönlündeki yangından elinin yandığını fark etmeyen Habbablar boy gösteriyor. Asiyeler gizleniyor Firavun saraylarında. Maşita ve ailesinin kokusu geliyor şehre her adım atışımda. Hüzün peygamberi miraçta almıştı kokuyu. Ben de Rasul’ün geçtiği yollardan o kokuyu alıyorum. Birkaç ize daha rastlıyorum bu diyarda. Neden bize dargınsın şimdi anlıyorum. Onlarca peygamberin gezdiği topraklarda İslâmiyet galip gelsin, bileklerindeki zincirler kırılsın istiyorsun. Gizli gizli gözyaşı döküyor ve vaad edilen günü bekliyorsun.
Biz de bekliyoruz ey yorgun şehir. İslam’ın uyanmasını bekliyoruz. Beşiği sallayan eller dünyayı sallar, gizlenmiş Amineleri arıyoruz. Kıble Mescid-i Haram’a çevrilince, ümmet bana sırtını döndü demişsin. Bu ümmet kendinden vazgeçer mi? Hüznün ardına, ruhlara ferahlık veren şehre hiç sırt döner mi? Senin için sahurun evde iftarın cennete yapıldığı yer diyorlar. Ve üstadlar seni Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi ‘nin üzerinde bir tüle benzetiyorlar. Ey naif şehir! Bakma elimizden bir şey gelmediğine ve sanma ki elimizden bir şey gelmiyor. Senin tutsaklığında yetim kalmış ümmetin duası semaya yükseliyor. Bulutlar senin için gözyaşı döküyor ve yağan yağmur bizim canımızı çok acıtıyor.
Hep böyleydin değil mi Kudüs? Zalimler galip gelirken mazlumlar mahcup gelirdi sana. Senin yanında olmak büyük fedakarlıklar, ağır sorumluluklar ciddi bedeller ödemek gerektirdi çoğu zaman. Bu satırları yazarken bile bir tutam hüzün sindi üzerime. Peygamberlerin sokaklarında yürüdüğü, güldüğü ama hep öldürüldüğü şehir değil misin? Değilsin işte… Sen vefa şehrisin. Artık topraklarında umutlar, sevdalar, kimlikler filizlenecek. Mazlumların korkudan değil mutluluktan çığlık atacak. Kendini siper eden insanlar değil belki ama insanlık dirilecek. Topraklarında ölüm olmayacak artık, aksine ümmet küllerinden tekrar dirilecek.
Duyguların aciz Fatihinden şehirlerin güçlü yetimine…
Henüz Yorum yok