Dil Direnişi
DİL DİRENİŞİ
“Dil yetisi insanlara özgü bir yetidir. Bizim ortak biyolojik doğamız doğrultusunda belirlenmiştir, düşünce ve kavrayışa derin bir biçimde nüfuz eder ve doğamızın temel bir bölümünü oluşturur.”
Noam Chomsky
Beytül Makdis okumaları sırasında karşılaştığım bir isim oldu Elizer Ben Yehuda. “İbraniceyi dirilten adam” olarak tarih hafızalarında yerini aldı. Siyonizmin belki de görünmeyen en büyük figürü oldu. Fesh edilen inançlardan sıyrılarak diri tuttuğu davasına Arz-ı Mev’ud hayaliyle sarıldı.
1858'de bugünkü Beyaz Rusya topraklarında dünyaya gelen Eliezer Ben Yehuda, üç yaşına geldiğinde o yıllarda Doğu Avrupa’da bulunan her yahudi çocuk gibi İbraniceyi öğrenmeye başladı. 12 yaşına geldiğinde Tevrat ve Talmud’u büyük oranda okuyabilecek seviyedeydi. Çocukluğunda din dili olarak öğrendiği İbraniceyi, güncel bir dile dönüştürmeyi kafasına koymuştu. 16 yaşına gelmeden Fransızca, Almanca ve Rusça da konuşmaya başlayan Ben Yehuda için, hayatta tek hedef vardı: İbraniceyi diriltip sinagoglardan ve tozlu kitap sayfalarından çıkarmak.
“Ortadoğu Tarihi ve Diplomasisi” eğitimi almak için Paris’te Sorbonne Üniversitesi’ne gitti. Burada onu en çok aldığı diğer dersler değil, İbranice dersi etkiledi. Bu dersin sadece İbranice konuşularak yapılıyor olması, onun İbranicenin pekâlâ günlük hayatta da konuşulan bir sokak dili olabileceği konusundaki fikrini pekiştirdi. Bunun için, günlük hayatta karşılaştığı herkesle İbranice konuşarak işe başladı. 13 Ekim 1881'de Paris'te bir grup arkadaşına ilk kez İbranice hitap eden Eliezer'in sözleri, “Modern dönemdeki ilk İbranice günlük konuşma” olarak kayıtlara geçti. Muhataplarının İbraniceyi anlayıp anlamadığını hiç önemsemeyen genç Eliezer taviz vermeyecekti.
Siyonizm ile tanıştı, İsrail topraklarında tekrar yaşam bulacak İbranicenin bütün dünya Yahudilerini birleştirebileceğine karar verdi.
Günlük hayatta mevcut olmayan bir dili insanlara öğretmek hiç de kolay bir şey değildi. Yeni kelimelerin karşılıklarını türetmek, oyun ve masallar yazmak, var olanları tercüme edip uyarlamak, okullar ve kurslar açmak, en önemlisi de insanları İbranicenin yeniden konuşulur hale getirilmesi gerektiğine ikna etmek gerekiyordu. Eliezer Ben Yehuda, sabır ve inatla bütün bunları başardı. Yahudi ailelerin “sadece İbranice” konuşmasını teşvik için kampanyalar düzenledi ve kendi ailesi de buna öncülük etti.
Ben Yehuda, tüm bunları yaparken İbranicenin günlük sözlüğünü ve dev bir lügatçesini hazırlamayı da ihmal etmedi. Üzerinde çalıştığı ve ölümünden sonra ikinci karısı Hemda tarafından tamamlanan lügatçe, bugün bile İsrail'in temel dil kılavuzu durumunda.
Eliezer Ben Yehuda 1922'de, Kudüs'te tüberkülozdan öldüğünde, İsrail'in kurulmasına daha 26 yıl vardı. Ama yeni devletin dili de kültür altyapısı da kurum ve metinleri de çoktan hazırdı. Ve bütün bunlar, ömrü boyunca tek başına deliler gibi çalışan bir adamın ve ondan ilham alanların çabalarıyla gerçekleşmişti.
Taha Kılınç“Kudüs Yazıları” kitabında bahsediyor bu hikayeden. Aslında bizim de köklerimizde mevcut olan bir çalışma disiplinini hatırlatması gereken bir hikaye diyor. “Klasik dönemlerde İslam dünyası da böyle adamlarla doluydu. Herhangi bir dünyevi menfaat peşinde koşmadan, sadece idealine odaklanan, şan şöhret derdine düşmeden ömür boyu gayret eden gizli kahramanlardı hepsi. Çoğunun yaşarken adı bile duyulmamıştı ama ne büyük işler başardıkları ölümlerinden sonra anlaşıldı.
Bu örnekler çabalarının sonucunu hemen görmek isteyen, az bir gayretle büyük neticeler elde etmeye odaklanan bizim nesle epey yabancı. Yapmamız gerekenleri büyük bir ciddiyetle ele alarak, deliler gibi çalışmaktan başka çare yok. Kahrolsun diye slogan attığımız devletlerin dünyevi görevlerini nasıl ciddiyetle yaptıklarını düşününce hele…”
Bize ışık tutması açısından Hasan el-Benna’nın tavsiyelerine kulak verelim.
“ Dilinizi düzgün konuşmaya çalışın. Çünkü bu Müslüman olmanın belirtisidir. Arapçayı öğrenin, çünkü Kur’an en güzel şekilde arapça ile anlaşılır. Okuma ve yazmanızı sağlamlaştırın. Müslümanların gazete ve dergilerini çokça mütalaa edin. Küçük de olsa kendinize ait bir kütüphaneniz olsun. İhtisas sahibi iseniz branşınızda derinleşin. Her yerde davanızı yaymaya çalışın. Önderlik senin her hallerine vakıf olmalıdır. ”
Dil toplumları birleştirir, nesilden nesile bırakılacak en kıymetli ve kıdemli bir hediyedir. Bizler kadim kültürünü ve müslümanca yaşama öğretisini miras almış bir milletiz. Peki, yüzyıllar boyunca olagelmiş ve insanoğlu var oldukça idame edecek hak-batıl mücadelesinde biz müslümanlar neredeyiz ?
İslam ile şereflenmiş, atacağı her adım bereketlenecek bir toplumun bu rehavetini gördükçe aklıma şu söz geliyor: “ Ey Allah adına koşanlar, daha hızlı koşun!”
Koşuyor muyuz?
Henüz Yorum yok