Başkan Fevzi Konaç Dilipak Hakkında Açıklamalarda Bulundu!

Başkan Konaç" bizim gücümüz birbirimize yetmeye başlamışsa bu gidişin sonunun hayırlı olmadığını görüyorum."
 
Cihannüma Derneği Kayseri İl  Başkanı Av.Fevzi Konaç; son günlerde gündemde olan Yazar Abdurrahman Dilipak ile ilgili olarak yaptığı açıklamada; "Elbette herkes Abdurrahman Ağabeyin fikirlerini ve görüşlerini beğenmek, yazılarını tasvip etmek zorunda değildir. Ama hiç kimse 40 yıllık mücadele ve dava adamı birini haksızca linç etmek hakkına da sahip değildir" dedi.
 
  Abdurrahman Dilipak ile 1987 yılında tanıştığını aktaran Konaç; "Yıl 1987. Marmara Üniversitesinde öğrencilik hayatımın hemen başında tanımıştım. anne, baba öğüdü gereği siyasetten uzak duracak, marjinal gruplara karışmayacak, sağcı, solcu arkadaş edinmeyecektim. Üstelik akıl sağlığımı korumak için sofu ve dindarlardan, tarikat mensuplarından uzak duracaktım. Anadolu’dan İstanbul’a gitmiş ürkek bir genç yüreği taşıyan ben, bütün bu telkinlerin etkisiyle çok dikkatliydim. Kadere bakın ki, bu satırları kaleme alırken hayatımın nasıl bir değişime uğradığını bir kez daha müşahede ediyorum. Milli Gençlik Vakfı’nın terbiyesini almış ve her birine gıyabında ayrı ayrı dua ettiğim onlarca arkadaşımın, kardeşimin sıcak dostluğu ve rehberliğinde bir yıl sonra ağa takılmıştım. Tabirimi hoş görün ama “bir manita yapıp, Kadıköy sahillerinde el ele dolaşmak hayali ile gittiğim okulumda, bir öğrenci evinde kendimi ilk kez bir gazetecinin önünde, diz çökmüş şekilde bir sohbet halkasında buldum. Dediler ki; 'bugün evimize Milli Gazete yazarı Abdurrahman Dilipak gelecek ve hasbihal edeceğiz' Milli Gazete nedir? Köşe yazarı nedir? gibi, aslında daha önce hiç muhatap olmadığım bu yeni kavramlar bana bir şey ifade etmiyordu. Daha doğrusu böyle ortamlarda hiç bulunmamıştım. Sevecen, sempatik, konuşkan, öğrenci ruhundan anlayan yaklaşımıyla o gece bana çok güzel bir insan tanımanın hazzını yaşatmıştı. Hatta, aslında hiç de vakıf olmadığım bir konuda kendisine soru sormuş, soruyu sorarken bayılacak gibi heyecanlanmıştım. Çünkü önemli bir adamın önündeydim belli ki. Bize o akşam Müslüman bir gencin sorumluluğundan ve mücadele etmesi gereken hususlardan, Afgan cihadından, yeryüzündeki mazlumların yaşadığı sömürüye, ülkemizde yaşanan hak ihlallerinden, güçlü bir medyanın değerinden olmak üzere geniş bir yelpazede çok güzel bir sohbet yapmıştı. Ve ben acemi kuş, bu güzel sohbetin etkisiyle kafese girmiştim. Karar verdim ve dindar olmalıydım" dedi.
Onun inandığı yolda yürürken bu ülkenin inanan insanlarının aleyhine hiçbir tavrı ve tasarrufu olmadığına şahidim.  
40 yıllık dava adamını haksızca linç etme hakkına kimsenin sahip olmadığını ifade eden Konaç sözlerini şöyle sürdürdü; "Nerede bir mazlum görse koşmuş, Müslümanların izzetini korumak için çırpınmıştı. Çok çile çekti, 28 Şubat’ı iliklerine kadar yaşadı. Evini ve imkanlarını kaybetti. Düzeni dağıldı. Yüzlerce dosyada yargılandı ama o hiç yılmadı, geri adım atmadı. Bizim dilimizle Uhud Okçular Tepesini hiç terk etmedi. Hatırlayın. Kayseri’de otuz gencimizin bir basket maçı esnasında “Kahrolsun İsrail” diye slogan atmasından sonra açılan davada ceza yargılamalarının yapıldığı duruşmaya gelmişti. Mahkeme salonunda davaya müdahil olma talebinde bulunmuş, eğer bu söz suç ise bende Kahrolsun İsrail diyorum ve yargılanmak istiyorum demişti. O gün kendisiyle uzun uzun sohbet etmiş ve konuyu değerlendirmiştik. Demem o ki; ümmetin nerede derdi var ise o orada olmuş, nerede bir mazlum var ise o onun yanında olmayı dert edinmişti. 33 yıllık değişim serüvenimde Abdurrahman Ağabey adeta hep deniz fenerim olmuştu. İnsanız, kimi zaman üslubuna katılmamış, kimi zaman çıkışını doğru bulmamış olsam da, gönlümdeki yerinde hiçbir değişiklik olmadı. Onun inandığı yolda yürürken bu ülkenin inanan insanlarının aleyhine hiçbir tavrı ve tasarrufu olmadığına şahidim. Peki tartışmalar kısmen soğumuşken bu yazı neden? Merak edecek kardeşlerim için buraya bir parantez açayım. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili bu tartışmalar yaşanırken, ihtilafı kaşımamak adına susmayı tercih etmiştim. 81 ilde aynı anda suç duyurusunda bulunan Ak Partili Hanım Kardeşlerimizi tasvip etmediğimi açıkça belirtmiş ve aklı selime davet etmiştim. Bir üst akıl devreye girmeli ve tarafları uzlaştırmalı beklentim olmuştu. Ama ne yazık ki en üst perdeden olmak üzere Cumhurbaşkanımızın eleştirileri ile birlikte iş hukuka intikal etmiş, düşülen bu duruma hüzünlenmiştim. Yanlış anlaşılan bir yazının bedeli kırk yıllık bir dava adamına böyle bir fatura kesmeyle sonuçlanmamalı idi.
Bizim gücümüz birbirimize yetmeye başlamışsa bu gidişin sonunun hayırlı olmadığını görüyorum.
Acı ki, bazılarını tenzih ederek ifade etmeliyim ki; bu onurlu mücadelenin ruhunu zerre kadar bilmeyen, hayatının hiçbir döneminde Dilipak ailesinin yaşadığı çilenin binde birini yaşamamış yeni yetme bir kısım kadınlar, yaptıkları iş çok önemli bir işmiş gibi adliyeler önünde poz vermiş ve içimi acıtmıştı. Yine de fitne döneminde susmanın hayrına sığınmıştım. Ta ki; Abdurrahman Dilipak Ağabeyin eşi Asiye Ablamızın birkaç gün önce yazdığı bir yazısını okuyana kadar. O yazıda benim tekamül sürecimin ve yaşadıklarımın bir bölümü gizliydi. 33 yıldır bu camianın içinde hasbelkader olan biri olarak ablamızın ifadeleri canımı acıttı. Ben hüzünlüyüm. 28 Şubat’ta karakollarda hesaba çekilirken, resmi kurumların kapılarından ve okullardan kovulurken, aynı çilelere muhatap olarak beraberce gözyaşı dökmüş insanların, bugün böyle bir çatışmanın iki tarafı olması benim içimi yakıyor. 
"40 yıllık mücadele ve dava adamı birini haksızca linç etmek" 
Dilipak ailesine reva gördükleri tavır yüreğimi incitiyor. Ak Partili hanımların Sn. Cumhurbaşkanımız’dan habersiz ve izinsiz bu eylemi yapmayacaklarını tahmin ediyorum. Sn.CB buna müsaade etmemesi gerekirdi diye düşünüyorum. Ama bugüne kadar kime karşı bu kadar organize, bir saldırı mantığıyla hak arama adına topyekün hareket ettiklerini de ayrıca merak ediyorum. Bizim gücümüz birbirimize yetmeye başlamışsa bu gidişin sonunun hayırlı olmadığını görüyorum. Asiye Dilipak’ın yazısında “Bir çoğu ile 30 yılı aşkın dostluğumuz vardı, evimize gelmişler, evlerine gitmiş, aynı masada yemek yemiştik. Bir tanesi bile telefonu açıp “durum nedir” diye sorma zahmetine katlanmadı.” şeklinde geçen ifadelerden sonra şunu söylemek benim insani ve İslami görevimdir diye düşünüyorum. Yapılan şikayetler asla kabul edilebilir değildir. Niyetini ve asıl hedefinin ne olduğunu anlatan Abdurrahman Ağabeyin beyanlarına itibar edilmesi, bunca yıllık çizgisi gereği onun hakkı idi. Bir insan Allah’ın hukukunu çiğneyecek bir şey yapmışsa bile Alemlerin Rabb’i af kapısını kapatmıyorken, biz insanlar olarak ne hale geldik de, bunca yıllık bir dava ağabeyimizi gözümüzü kırpmadan linç etmekten geri durmuyoruz O günlerde yapılanlar, yazılanlar, çizilenler bizim inanç ve değerlerimiz gereği bize yakışmamıştı. Elbette herkes Abdurrahman Ağabeyin fikirlerini ve görüşlerini beğenmek, yazılarını tasvip etmek zorunda değildir. Ama hiç kimse 40 yıllık mücadele ve dava adamı birini haksızca linç etmek hakkına da sahip değildir. Allah bundan razı olmaz.
 

Diğer Haberler

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler