Anne Babana Gönül Alıcı Sözler Söyle
RAMAZAN GÜNLÜĞÜ 16
Hazırlayan: Mustafa KÜÇÜKTEPE
Bir Ayet: "Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle." (İsra, 23)
Bir Hadis: Peygamber Efendimiz (sav) bir keresinde minbere çıkarken, her adımda "âmin" dedi: Bir adım çıktı, "âmin..."; bir adım daha çıktı, "âmin..."; bir adım daha çıktı, "âmin..." Hutbesi bittikten sonra: "Yâ Rasûlallah! Minbere çıktığınız zaman 'âmin' dediniz, her adımınızda bunu neden söylediniz?" diyerek sebebini sordular. Buyurdu ki: "Cebrail (a.s.) üç dua etti, ben de onlara amin dedim. - Birisi: Cebrail (a.s.): 'Annesine, babasına veya sadece onlardan birine ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hayır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa, ona yazıklar olsun/burnu yerde sürtünsün!' dedi, ben de amin dedim.” İkincisi: "Cebrail (as): 'Sen peygamber olarak bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salat-ü selâm getirmezse; ona yazıklar olsun!.. Onun burnu yere sürünsün!' dedi. Ben de ona amin dedim." “Üçüncüsü: "Cebrail (as): 'Ramazana eriştiği halde bir insan, Ramazanın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allah'ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allah'ın affını, mağfiretini kazanamamışsa; yazıklar olsun o kula!.. Burnu yerde sürtsün!' diye dua etti. Ben de ona amin dedim.” buyurdular... " ( Buharî, el-edebu’l-müfred- 1419/1998, Riyad- 1/338; Taberanî-evsat- h. no: 8994; Bezzar, h. no: 1405; Mecmau’z-zevaid, 10/164)
Bir Konu: Ana Babaya Saygı: Anne ve Baba, çocukların dünyaya gelmesini sağlayan, onlara bakıp büyütüp yetiştirmekle yükümlü kişilerdir. Anne size kanını, yaşamını ve gücünü verdiğine ve doğumumuzdan sorumlu olduğuna göre, ona olan minnettarlığınızı, ona saygı duyarak göstermelisiniz. Size para, eğitim ve koruma sağlayan babaya da minnettarlık göstermelisiniz. Kişiye en yakın olan annesidir. Hiç kimse sizin bir derdinize anneniz kadar üzülmez. Anne ve Baba çocukları için yaşar, yaptıkları her şeyi çocukları için yaparlar. Ama maalesef çocuklar kendilerini düşünerek onlara gereken özeni göstermezler. Siz çocukları hiçbir karşılık beklemeden seven bir tek ebeveynlerinizdir. Bir anne çocuğundan hiçbir şekilde vazgeçmez. Ne kadar kızsa da bu gelip geçicidir. Anne çocuğu için o kadar özveride bulunur ki, çocuk ne yapsa annesinin hakkını ödeyemez. Ancak ebeveynlerine itaat ederek ve maddi manevi daima onların yanında olarak hayattaki en önemli görevini yerine getirmiş olur. En güzelini ata sözümüz söylemiş: 'Anaya babaya hizmet, Allah’a ibadet'. Ana hakkını inkar eden kişilerin işi hiçbir zaman rast gitmez. Anasına, babasına haksızlık eden kişiler toplumda sevilmedikleri gibi Allah da böyle kimselerin yardımcısı olmaz. Davranışlarınızla ebevenylerinize mutluluk vermelisiniz. Ebeveynler, çocukları kendilerine itaat ettikleri için mutlu olmalıdırlar. İyi ve hayırlı evlat olarak tanınmanız sizi yükseltecektir. Ne kadar vasıflı yetişmiş olursanız olun bu sizin sadece egonuzu körükleyecektir, ebeveynlerinize ve yaşlılara karşı olan tevazu ve saygınızı arttırmayacaktır. Bu nedenle, tevazu, hürmet ve saygı niteliklerinizi geliştirmelisiniz. Ancak o zaman bu ülkenin birer iyi vatandaşı olabilirsiniz. Büyük bir insan olmayı düşünmeden önce iyi bir vatandaş olmayı hedeflemelisiniz. İsim ve şöhret bugün elde edilebilir fakat bunlar yarın kaybolabilirler. Fakat elde edilen iyi bir isim ebedi olacaktır. Bundan böyle ebeveynlerinize hizmet ederek iyi bir isim kazanın. Anne ve babadan sağlam olarak gelen beden iyi korunup bakılmalı, kusurlu hale gelmemesi için, titizlikle korunmalıdır. İşte bu, anne babaya saygının ilk parçasıdır. Ebeveynlerimizin, bizim sağlığımızla ne kadar ilgili olduklarını, endişelendiklerini hatırlayın. Sağlığımıza dikkat ederek onları mutlu edelim. Eğer siz, anne babanıza saygı gösterirseniz, başkaları da size saygı gösterecektir. Günümüzün insanı başkalarından saygı beklerken, kendisi kimseye saygı duymuyor. Siz insanlara saygı göstermezseniz, onların sizi saymalarını nasıl beklersiniz? İnsanoğlu, saygıyı hak eden bir birey demektir. Sizler de birer insan olarak doğduğunuza göre, saygı gösterin ve karşılığında saygı bulun. Bugün üzerinde çalışmanız gereken karakter özelliği budur. Siz başkalarına saygı gösterdikçe, onlar da size saygı duyacaklar. Buna karşılık, insanlara hakaret ederseniz, cezasını çekersiniz. En azılı düşmanınızla karşılaştığınız zaman bile onu ‘merhaba’ diyerek sevgiyle selamlayın. Ona kardeşinizmiş gibi hitap edin. O zaman o da size, ‘merhaba kardeşim,’ diyerek karşılık verecektir. Oysa ki ondan nefret eder ve sert sözlerle karşılarsanız, o da size aynı şekilde davranacaktır. Herkese saygı gösterin, karşılığında saygı bulacaksınız. Yaşlılara ve evinize ziyarete gelenlere karşı kaba davranmayın. Ebeveyniniz evde olsalar da olmasalar da onları içeriye davet edin ve bir bardak soğuk su veya ayran ikram edin. Onlarla sevgi içinde konuşun. Telefonla konuşurken bile saygılı bir şekilde konuşmalısınız. Ancak başkalarına saygı gösterdiğiniz takdirde onların saygısını kazanabilirsiniz. Sevgili Çocuklar, kontrolsüz konuşmayın. Kelimelerinize saygı gösterirseniz, başkalarının saygısını kazanırsınız. İyi çalışmalı ve iyi notlar almalısınız fakat bu yeterli değildir. Kendinize güveni geliştirmelisiniz ve vicdanınızın söylediklerini takip etmelisiniz. Vicdanınızı memnun ettiğinizde, yaşamda kesinlikle yüksek bir mertebeyi elde edeceksiniz. En iyi ABD Başkanlarından biri olarak kabul edilen Abraham Lincoln, fakir bir ailede dünyaya geldi. Çocukluğunda yiyecek doğru dürüst bir yemeği bile yoktu. Giysileri yırtık ve kirli idi. Zengin ailelerden olan öğrenci arkadaşları onu işaret ederek giysileri ile alay ederdi. Lincoln aşağılanmayı daha fazla kabul edemedi. Birgün okuldan ağlayarak döndü. Annesi nedenini sorunca okul arkadaşlarının fakirliği ile alay ettiğini söyledi. Kendisine yeni bir çift giysinin dikilmesini istedi. Annesi onu şöyle söyleyerek avuttu: “Oğlum, bırak onlar ne derse desin, herkese saygılı ol. Kimseden nefret etme. Aile durumumuzu anla ve uyumlu davran. Bu kıt kanaat durumumuzla sana yeni bir elbise alamayız. Giysini tertipli ve temiz tut, kendine güveni geliştir, kendine saygını yükselt.” Annesinin bu sözleri Lincoln’un yumuşak kalbinde silinmez bir etki yarattı. Annesinin öğretilerini takip etti ve sonunda Amerika'nın Başkanı oldu. Kendine güveninden dolayı böyle bir mertebe kazanmayı haketti, herkese saygı duydu. Eğer başkalarından saygı bekliyorsanız, insan yaşamının temeli olan öze saygıyı geliştirmelisiniz. Kim ki kendisi saygıdan yoksunsa, başkalarından saygı göremez. İnsan başkalarına saygı duymalı ve tüm kalbi ile sevgisini onlarla paylaşmalıdır. Bu insanın öncelikli görevidir. ( http://www.insanidegerleregitimi.com/sayfa.php?degerID=12 )
Bir Peygamber: Hz. Musa, Hem Yahudilik ve Hıristiyanlığa hem de İslâm’a göre büyük bir peygamber ve İsrâiloğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarıp hürriyete kavuşturan bir liderdir. Hz. Mûsâ, Kur’ân-ı Kerîm’in otuz dört sûresinde 136 yerde zikredilmektedir ve Kur’an ile sahih hadislerde geçmiş peygamberler arasında kendisinden en çok söz edilen peygamberdir. Kur’an’da onun dünyaya gelişi, saraya intikali, Medyen’e gidişi, peygamber olarak seçilişi, İsrâiloğulları’nı kurtarmak için Firavun’a gönderilişi, Firavun’la mücadelesi ve İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkarışı, Sînâ’da ilâhî emirleri alışı, çöldeki olaylar ve İsrâiloğulları’na rehberlik edişi anlatılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm, Mûsâ’nın dünyaya geldiği dönemde Mısır’ın ve İsrâiloğulları’nın durumunu naklederken Firavun’un halkını çeşitli zümrelere böldüğünü, bir kısmını güçsüz bulup baskı ve zulüm yaptığını, erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını sağ bıraktığını bildirmektedir (el-Bakara 2/49; el-A‘râf 7/141; İbrâhîm 14/6; el-Kasas 28/4). Mûsâ dünyaya geldiğinde annesine çocuğunu emzirmesi, endişelendiği takdirde onu bir sandığa koyarak nehre bırakması ve kaygılanmaması bildirilerek; oğlunun kendisine geri getirileceği ve ileride peygamber olacağı müjdelenir. Annesi onu daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca söyleneni yapar ve çocuğu bir sandık içinde nehre bırakır, Mûsâ’nın ablasına da kardeşinin âkıbetini uzaktan gözlemesini söyler. Firavun’un ailesi onu nehirde bulup alır; Firavun’un karısı öldürülmemesini, evlât edinilmesini ister. Mûsâ, Mısırlı hiçbir sütanneyi kabul etmeyince ablası ona bir sütanne bulmayı teklif eder, böylece Mûsâ tekrar annesine kavuşturulmuş olur (Tâhâ 20/38-40; el-Kasas 28/7-13). Nehre bırakılan Mûsâ câriyeler tarafından bulunup Firavun’un hanımı siye’ye getirilmiş, o da hem kendisi hem Firavun için sevinç vesilesi olabileceğini söyleyerek çocuğun öldürülmemesini istemiş, Firavun hanımının hatırı için çocuğun hayatını bağışlamıştır (Sa‘lebî, s. 128-130). Bir rivayete göre Mûsâ kendisini kucağına alan Firavun’un sakalını yolmuş, diğer bir rivayete göre ise elindeki sopayla Firavun’un başına vurmuştur. Buna öfkelenen Firavun, Mûsâ’nın öldürülmesini emretmiş, fakat siye onun daha çocuk olduğunu ve ne yaptığını bilmediğini söylemiştir. Bunu ispatlamak için de bir tarafa ateş, bir tarafa mücevher koymuş, Mûsâ mücevhere uzanınca Cebrâil elini ateşe yöneltmiş, ateşi alan Mûsâ onu ağzına götürmüş ve bu yüzden dilinde tutukluk oluşmuştur (a.g.e., s. 131). Mûsâ ilâhî nezaret altında yetiştirilmiş, gençlik çağına gelip olgunlaşınca kendisine hikmet ve ilim verilmiştir (Tâhâ 20/39; el-Kasas 28/14). Hz. Mûsâ’nın kaza ile bir Mısırlı’yı öldürmesi olayı Kur’ân-ı Kerîm’de ve diğer İslâmî kaynaklarda da geçer. Bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî’ye yardım ederken Mısırlı’nın ölümüne sebep olur. Pişman olarak affedilmesini diler ve Allah da onu affeder. Bir gün sonra başka bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî’nin tekrar kendisinden yardım istemesi üzerine Mûsâ ona haksız olduğunu söyleyince bu defa Mûsâ’nın bir adam öldürdüğünü ifşa eder. Mısır’ın ileri gelenleri Mûsâ’yı öldürmek için plan yapar. Bunu haber alan Mûsâ oradan kaçar ve Medyen’e gider. Medyen suyunda iki kıza hayvanlarını sulamada yardımcı olur. Kızların babası Hz. Mûsâ’yı çağırıp başından geçenleri dinler, ona emniyette olduğunu ve sekiz yıl çalışması karşılığında kızlarından biriyle evlenebileceğini söyler. Mûsâ bu teklifi kabul eder ve orada kalır (Tâhâ 20/40; el-Kasas 28/15-28). İslâmî kaynaklara göre hakkında ölüm kararı çıkınca nereye gideceğini bilemeyen Mûsâ’ya bir melek yol göstermiş ve onu Medyen’e götürmüştür. Mısır’dan sekiz günlük mesafedeki Medyen’e varan Mûsâ peygamber Şuayb’ın kızlarından Safura ile evlenmiş ve Medyen’de on yıl kalmıştır (a.g.e., s. 132-134). Hz. Mûsâ, süresini tamamlayınca ailesiyle birlikte Medyen’den ayrılır. Tûr civarına geldiğinde dağda ateş görür. Yolu soracak birini bulmak veya bir ateş parçası almak için yaklaştığında vadinin sağ yamacından gelen bir sesle kendisine ayakkabılarını çıkarması emredilir ve peygamber olarak seçildiği bildirilir; asâ ve beyaz el (yed-i beyzâ) mûcizeleri verilir. Bu iki mûcize, Firavun ve adamlarına karşı Mûsâ’nın haklı ve yetkili olduğunu göstermek üzere Allah tarafından verilmiş iki delildir (Tâhâ 20/17-23; en-Neml 27/10-12; el-Kasas 28/31-32). İslâmî kaynaklara göre Mûsâ, Medyen’deki süresini tamamlayınca hanımını ve sürüsünü alarak yola koyulur. Soğuk bir kış akşamında Tûr’a varır. Dağda ateş görür, yaklaştığında kendisine seslenilir ve Firavun’a gitmesi istenir. Mûsâ’nın burada bir oğlu olur. Hanımı oğluyla birlikte Şuayb’ın yanına döner (a.g.e., s. 136-139); Mûsâ da Hârûn ile beraber İsrâiloğulları’nı kurtarmak üzere Firavun’a gitmekle görevlendirilir (el-A‘râf 7/103; Yûnus 10/75; Tâhâ 20/25-35, 42-46; Furkān 25/36; eş-Şuarâ 26/10-15; el-Kasas 28/32-35; el-Mü’min 40/23-24; ez-Zuhruf 43/46; en-Nâziât 79/16-17). Mûsâ, Hârûn ile birlikte Mısır’a dönerek Firavun’a Allah’ın elçileri olduklarını bildirip ondan İsrâiloğulları’nı kendileriyle beraber göndermesini isteyince Firavun şöyle der: “Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yılını aramızda geçirmedin mi? Sonunda o yaptığın işi de (adam öldürmeyi) yaptın! Sen nankörün birisin!” Hz. Mûsâ o işi bilmeden yaptığını, korkunca da kaçtığını söyler. Firavun, inkâr ettiği gibi Mûsâ’nın tanrısına çıkmak için Hâmân’dan bir kule yapmasını ister, ayrıca kendisini tanrı kabul etmezse onu hapsedeceğini Mûsâ’ya bildirir. Mûsâ Firavun’a, Allah’ın elçisi olduğunu söyler ve inanması için ona asâ ve beyaz el mûcizelerini gösterir. Bunun üzerine Firavun Mısır’ın önde gelen sihirbazlarını toplar. Sonunda Mûsâ’nın asâsı sihirbazların oyuncaklarını yutar. Sihirbazlar Mûsâ’ya iman edince Firavun tarafından cezalandırılırlar (el-A‘râf 7/104-126; Yûnus 10/83; Tâhâ 20/47-76; eş-Şuarâ 26/16-51; el-Kasas 28/36-37; ed-Duhân 44/17-21). Firavun küfründe ısrar eder, İsrâiloğulları’na baskı ve zulüm daha da artar (el-Bakara 2/49; İbrâhîm 14/6; el-A‘râf 7/127; el-Mü’min 40/23-25; ez-Zuhruf 43/51-54). Bunun üzerine Mûsâ dokuz mûcize gösterir. Bunlar asâ, beyaz el, tûfan, çekirge, haşere, kurbağa, kan, karanlık, Kızıldeniz’in yarılması olarak gösterildiği gibi asâ, beyaz el, denizin yarılması, kayadan su fışkırması, bulut, levhalar, Cenâb-ı Hak ile konuşma, bulutun gölge yapması ve Mûsâ’nın yetmiş kişiyi seçmesi olarak da gösterilir (Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “Mûsâ” md.). Firavun ve Mısır halkına bu musibetlerden her biri geldiğinde onlar Mûsâ’ya İsrâiloğulları’nı salıvereceklerini söyler, fakat azap kalktığında sözlerinden dönerler (el-A‘râf 7/130-135; el-İsrâ 17/101). Bir gece vakti Mûsâ’ya yola çıkması emredilir, Firavun ve adamları da onların peşine düşer. Mûsâ asâsı ile denize vurur ve deniz yarılır. İsrâiloğulları denizi geçer, ancak Firavun ile askerleri boğulur (el-Bakara 2/50; el-A‘râf 7/136; el-Enfâl 8/54; Yûnus 10/90, 92; el-İsrâ 17/103; Tâhâ 20/77-78; eş-Şuarâ 26/52, 53, 60-66; el-Kasas 28/40; ed-Duhân 44/23; ez-Zâriyât 51/40). İsrâiloğulları denizi geçtikten sonra Mûsâ’nın önderliğinde Tûr’a gelirler. Otuz ve on gecelik bir süreyle dağa çağrılan Mûsâ yerine Hârûn’u bırakarak dağa çıkar. Rabbini görmek istediğini söyleyince dağa bakması emredilir, dağ paramparça olur. Daha sonra Hz. Mûsâ’ya ilâhî emirleri ihtiva eden levhalar verilir (el-A‘râf 7/142-145; Tâhâ 20/80). Tûr’dan dönüşte kavminin bir buzağı yapıp ona taptığını gören Mûsâ öfkelenerek levhaları yere atar ve Hârûn’u hırpalar. Ardından kavminden seçtiği yetmiş kişiyle tövbe eder (el-Bakara 2/54, 92; el-A‘râf 7/148-156; Tâhâ 20/85-97). Nihayet Mûsâ kavminden kendilerine vaad edilen topraklara girmelerini ister, fakat onlar kabul etmezler; bunun üzerine oraya girmeleri yasaklanır ve kırk yıl çölde yaşamaya mahkûm edilirler (el-Mâide 5/21-26). Hz. Mûsâ’ya karşı çıkan Firavun, Hâmân ve Kārûn helâk edilir (el-Ankebût 29/39). ( https://islamansiklopedisi.org.tr/musa--peygamber )
Esma-i Hüsna: El-Hakk, Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. Hak kelimesi “gerçek, doğru ve sabit olmak, gerekli ve lâyık olmak, olabilirlik niteliği taşımak, sürekli var olmak, gerçeğe uygun bulunmak; bir şeyi sabit ve gerekli kılmak” anlamlarında masdar ve bu anlamlara dayalı bir sıfat olup Allah’a nisbet edildiğinde “bizzat ve sürekli olarak var olan, gerçekliği mevcut bulunan, varlığı ve ulûhiyyeti fiilen tahakkuk eden” mânasına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de hak kelimesi yirmisi harf-i ta‘rifsiz olmak üzere 247 yerde geçmektedir. Buna aynı kökten türeyen on dört isimle yirmi altı fiil sîgası da eklenince sayı 287’ye ulaşır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥḳḳ” md.). Bu zengin kullanım içinde hak kavramı Allah’a pek çok yerde nisbet edilmekte olup bunların bazısında esmâ-i hüsnâdan biri olarak doğrudan zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmektedir (bk. el-Kehf 18/44; el-Hac 22/6, 62; en-Nûr 24/25; Lokmân 31/30). Hak bir âyette, “görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibi” mânasındaki melik ismiyle birlikte kullanılırken (Tâhâ 20/114) bazı âyetlerde, doksan dokuz isim listesinde yer almayan “besleyip geliştiren” anlamındaki rab (Yûnus 10/32), “ulûhiyyeti veya adaleti apaçık” anlamındaki mübîn (en-Nûr 24/25; Beyzâvî, III, 192), “gerçek dost ve yardımcı” mânasındaki mevlâ (el-En‘âm 6/62; Yûnus 10/30) isimleriyle muhteva zenginliği kazanmaktadır. Hak, muhtelif âyetlerde hakkın Allah’tan, Allah nezdinden olduğu, O’nun vaadinin mutlaka gerçekleşeceği belirtilmek suretiyle de O’na nisbet edilmiş, ayrıca çeşitli ilâhî fiillerin hakla vuku bulduğu anlatılmıştır. limler hak kavramında iki temel mâna tesbit etmişlerdir: Var oluş ve gerçeğe uygunluk (vücûd ve mutâbakat). Buradaki var oluş zât-ı ilâhiyyeye izâfe edildiğinden zamanın hem başlangıcı hem de sonu itibariyle sınırsız (ezelî ve ebedî) olarak kabul edilir. Buna göre hak, sıfat anlamıyla vâcibü’l-vücûd (varlığı kendinden ve zaruri olan) kavramıyla birleşir. Nitekim Gazzâlî hakkı bu mânasıyla zâtî isimlerden saymış ve onun esmâ-i hüsnâ içinde lafza-i celâlden hemen sonra geldiğini söylemiştir. https://islamansiklopedisi.org.tr/hak--esma-i-husna
El-Hakk, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 108’dir.
El-Vekil, Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. Sözlükte “işinin görülmesini başkasına havale etmek” anlamındaki vekl (vükûl) kökünden türeyen vekîl “işin havale edildiği kimse” demektir. Terim olarak “bütün yaratıkların işlerinin görülmesinde güvenilip dayanılan, bu konuda tam yeterli olan varlık” mânasına gelir. Vekîl on dört âyette zât-ı ilâhiyyeyi nitelendirmekte, O’nun güvenilecek en güzel varlık olduğu, kendisine güvenen kimseyi koruduğu ve her şeyi gördüğü ifade edilmektedir. Vekîl ayrıca on civarındaki âyette Resûlullah’a nisbet edilerek onun insanlara karşı zor kullanacak ya da insanların kötü davranışlarına kefil olacak bir karakterde yaratılmadığı anlatılmaktadır. Kırk civarındaki âyette ise “tevekkül” kelimesi geçmekte, “Kendisi için ölümün söz konusu edilemeyeceği ebedî hayat sahibine güvenip dayan” âyetinde (el-Furkān 25/58) görüldüğü gibi Allah’a tevekkül emredilmekte, peygamberlerle müminlerin tevekkül, dua ve niyazları dile getirilmektedir. Kulun vekîl isminden nasibi Allah’ın tabiatla ilgili kanunlarına, sosyolojik gerçeklere ve dinî hakikatlere uygun olan hususlarda tam bir teslimiyetle O’nu vekîl kabul etmesi, bir sonuç elde edebilmek için acele etmemesi ve gerçekleşen sonuca rıza göstermesidir. https://islamansiklopedisi.org.tr/vekil--esma-i-husna
El-Vekil, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 66’dır.
El-Kaviyy, Her şeye gücü yeten sınırsız kudret sahibi, asla yorgunluğa ve zaafa uğramayan, kayıtsız şartsız her şeye kadir olan, güç ve kuvveti sonsuz olan demektir. Pek Kuvvetli, Kavî, kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sâhibi olan, Güç ve kuvveti sonsuz olan, Kudreti en üstün ve hiç azalmaz olan… El-Kaviyy esmasının zikri fetih için uygundur. İstanbul’un fethinde bu ismin Fatih Sultan Mehmet tarafından da zikredildiği rivayet edilmektedir. Yavuz Sultan Selim de Mısır’ın fethinde bu ismin zikrini yaptığı belirtilmektedir. Vücudunda takatsizlik veya kansızlık bulunan bir kimse, her gün 116 defa El-Kaviyy isminin zikrine devam ederse zafiyeti ve kansızlığı gider, kuvveti bulur. El-Kaviyy ism-i şerifini zayıf bir mazlum okusa zalimin zulmünden emin olur. Her gün evinden çıkmadan 126 defa El-Kaviyy ism-i şerifini okuyan kimse, bütün zahmet ve meşakkatlerden kurtulur. İşleri kolayca yürür. Kalp ve ruh kuvveti kazanır. 5 vakit namazdan sonra 116 kere “Ya Kaviyy celle celâlühû” zikrine devam eden kimse her türlü güçlüğe karşı emin olur. “Ya Kaviyy celle celâlühû” ism-i şerifini her gün okumaya devam eden kimse her isteği yerine gelir, muradına erer, dilek ve isteklerine kavuşur. Her gün 116 kere “Ya Kaviyy, Ya Kadir celle celâlühû” zikrine devam edenin bedeni kuvveti artar. Ya Kaviyy ismini zikredenin himmeti artar. Ağır bir yük kaldırırken Ya Kaviyy ismi zikredilirse Allah’ın izniyle zorluk çekilmez. El-Kaviyy ism-i şerifini yolculuk sırasında okuyan kimse, kaza, bela ve hastalıklardan korunur, yorgunluk hissetmez. El-Kaviyy ism-i şerifini cılız ve zayıf olan kimseler okurlarsa kuvvetlenirler. El-Kaviyy ism-i şerifini zalimi perişan etmek için 1000 defa niyet edilerek okunur. Güçsüz olanlar, mazlumlar, El-Kaviyy ism-i celilini 1000 defa okurlarsa maksatlarına Allah’ın izni ile ulaşırlar. Bir tehlike veya sıkıntıya düşen kimse: “Bismillâhirrahmânirrahimve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azim.” derse, mutlaka Allah-u Teala dilediği bela ve musibetleri ondan uzaklaştırır. El-Kaviyy ism-i şerifini vird edinen kimse maddi ve manevi yüklerin altından kalkma gücüne sahip olur. Ruhu güçlenir. El-Kaviyy ism-i şerifini, kalb, ruh ve bedenin kuvvetli olması ve düşman tarafından mağlup edilmemek için, “Ya Kaviyy Celle Celalühü” diyerek 116 kere okunur. Rüzgarın, suyun, ateşin felaketinden korkanlar El-Kaviyy ism-i şerifini okurlarsa, korktuklarından emin olurlar. https://www.nukteler.com/el-kaviyy-esmasinin-zikri-fazileti-faydalari/
El-Kaviyy, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 116’dır.
Bir Dua: “Rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele salihan terdâhu ve edhılnî bi rahmetike fî ibâdikes sâlihîn."
“...Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!
Henüz Yorum yok