EMİN GÖNEN

İçten İçe Yenilmek

İÇTEN İÇE YENİLMEK

 

     İçten içe çürümek gibi bir şey…

     Dışardan şaşalı görkemli zaferlerle gururlu ve mağrurken içten içe yenilmek. Tamda işte bu gururlu, görkemli zaferlere yenilmek. Hırsa, gurura, öfkeye yenilmek. Yenerken içten içe neye dönüştüğümüzü görememek.  Zafer sarhoşluğu ile giderek kavgalı olduğumuz nesneye benzediğimizi idrak edememek. Yüzde bilmem kaç oyla bilmem kaçıncı defa kazanırken kendi değerlerimizi, kendi hikayemizi, kendi kimliğimizi, bizi biz yapan duruşumuzu kaybetmek.  Özümüzdeki asaleti, hakka ve haklılığa olan bağlılığımızı içten içe tüketmek.

     Başlangıçta girdiğimiz fakir ama asil mücadeleden, hesapsız adanıştan geriye ganimetten en büyük payı almayı hesaplayan bir topluluğa dönüşmek her zaferin kaçınılmaz neticesi midir yoksa bizim özbeöz kendi savruluşumuz mu? “Hayrını koruyacak kadar şerrin olsun” atasözü bizden olmayanı bir şekilde sindirmeyi, itibarsızlaştırmayı, baskılamayı kapsıyor muydu? Haklı olmak haksızlık yapmayı mübah kılıyor muydu?

     Kim ne derse desin muktedir olmanın ihtirasıyla kazanılan imkanları kaybetmemin hırsıyla biz olmaktan çıktık. Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer, içten içe, içe doğru büyüyen bir çöküşü doğuruyor sanki. Bir zamanlar itilen, kakılan, hor görülen, aşağılanan, kendilerine benzetilmeye çalışılan, ötekileştirilenlerdik. Şimdi kendinden olmayanı kendi gibi düşünmeyen herkesi kim olursa olsun düşman edinen, ötekileştiren, itibarsızlaştıran, tartışmaya, eleştirilmeye müsamahası olmayan bir yapıya dönüştü ruh halimiz. Tamda yaralandığımız yerden vuruyoruz şimdi. Tamda acı çektiğimiz yerden intikam alıyoruz. Oysa bizim işimiz intikam almak değil ıslah etmekti.

    Eskiden bir medya gücü yoktu mesela mütedeyyin insanların, devlet içinde ufacıkta olsa kurumsal bir temsil alanı da… derdini anlatamazdı, fikrini duyuramazdı. Duyursada hep çarpıtılırdı sözleri. İftira atılsa kendini aklayamazdı. Çünkü kendini aklayacak bir platform bulamazdı.  Şimdi aynı kişiler gücü ele geçirince kendinden olmayan herkesin itibarının, şahsiyetinin üzerine indiriveriyor medya balyozunu. Eğer bizden değilse ya da bizden yana değilse en makul söz bile tarafımızca makbul değil mantığı hakim maalesef. Hatta makbul olmayı bırakın bağlamından koparılıp çarpıtılması revadır.  

    Oysa yok etmek alt etmek değil ıslah etmek değimliydi asıl amaç? Kibir kulelerini yıkıp tevazuyla yönetmeyecek miydik? Hak en büyük güç sebebi olmayacak mıydı? Gücün adaletini değil adaletin gücünü yaygınlaştırmayacak mıydık?

    Haklı ya da haksız olmaktan bahsetmiyorum. Bazen usul asıldan önemlidir. Bazen ne söylediğinizden ya da ne yaptığınızdan çok, nasıl söylediğiniz ve nasıl yaptığınız önemlidir.  Haklı olabilirsiniz doğru ve ulvi bir hedefiniz olabilir. Ancak hakkı haksızlık yaparak savunmamalısınız ya da doğru hedefe doğru ve temiz adımlarla ulaşmalısınız. Aksi takdirde haklılığınız haksızlığa dönüşecek, ulvi hedefiniz kirlenecek ve aslını yitirecektir. İşte burada içten içe yenilgi başlayacaktır. Bu durum bana Aliya İzzetbegoviç’in savaş ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir sözünü hatırlatıyor. Siz, siz olmaktan çıktıktan sonra kazanmanın ne önemi var. Değerlerinizi yitirdikten sonra zaten içten içe kaybetmişsinizdir.

Toplum olarak bize düşen her kim olursa olsun haksız olanı ikaz etmek ve yine her kim olursa olsun haklı olanın hakkını kendisine teslim etmektir. Aidiyet duyduğumuz ideolojilere, izm’lere, fikir guruplarına olan bağlılığımızın gözümüzü kör etmesine izin vermemek kendi fikir sağlığımıza yapacağımız en önemli iyilik olacaktır. Her türlü çatışmaya kutuplaşmaya imkan vermemek toplumsal ödevimiz olmalıdır. Farklı fikirlerle tartışabilmek, farklı fikirler konusunda bilgi sahibi olmak önyargılarımızın önüne geçecektir. 
Saygılarımla  06.12.2020

1 Yorum

Hasan ince

Hasan ince

08 Aralık 2020
Çok güzel izah etmişin Emin kardeş yüreğine sağlık

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri