Unutarak Yemek İçmek Orucu Bozmaz

RAMAZAN GÜNLÜĞÜ 6

                                                                                                Hazırlayan: Mustafa KÜÇÜKTEPE

 

Bir Ayet:
"Oruç gecelerinde eşlerinizle ilişkide bulunmanız size helâl kılındı. Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise durumundasınız. Allah, nefislerinize karşı koyamayacağını bildiği için tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Bundan böyle eşlerinizle beraber olabilir ve Allah’ın sizin için takdir buyurduğu nesli arzu ve talep edebilirsiniz. Fecrin, beyaz ipliğe benzeyen aydınlığı siyah ipliğe benzeyen gece karanlığından ayrılıncaya kadar bütün gece yiyin için. Sonra güneş batıp akşam namazı vakti girinceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikâfa çekildiğinizde eşlerinizle geceleri bile ilişkide bulunmayın! Bunlar Allah’ın belirlediği sınırlardır; sakın bu sınırlara yaklaşmayın! İşte Allah insanlara âyetlerini böylece açıklamaktadır ki, günahları terkedip kendisine karşı gelmekten sakınabilsinler." (Bakara 187)

Bir Hadis:
"Sizden biriniz unutarak bir şey yer veya içerse orucunu tamamlasın, çünkü Allah ona ikram etmek üzere yedirmiş ve içirmiştir." (Buhari, Savm 26, Müslim, Sıyam 171)

Bir Konu:
U
nutarak yemek, içmek orucu bozar mı?

Unutarak yemek, içmek orucu bozmaz. Unutarak yiyen içen kişi, oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkar ve orucuna devam eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra yeme-içmeye devam eden kişinin orucu bozulur.

Hangi Şeyler Orucu Bozup Sadece Kazayı Gerektirir?

Yolculuk, hastalık, ileri derecede yaşlılık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak bozulan orucun, sadece kaza edilmesi gerekir. 

Ayrıca, kasıt olmaksızın yemek-içmek; beslenme amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mutat olmayan veya insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozar ve sadece kazasını gerektirir.

Bir Peygamber:

Salih (AS), Kur’ân-ı Kerîm’de Semûd kabilesine peygamber olarak gönderildiği bildirilen Hz. Sâlih’in (el-A‘râf 7/73; en-Neml 27/45), kavminin en itibarlı ailesine mensup olduğu rivayet edilir. Sâlih peygamber kendi milleti arasında güvenilir, hastaları ziyaret eden, zayıfları ve yoksulları gözeten, hayır işleriyle uğraşan bir kişi olarak tanınır; ayrıca “geleceğe dair kendisinden ümit beklenen bir kimse” olarak tanımlanır (Hûd 11/62).

Önceki peygamberlerde görüldüğü gibi kavminden küçük bir topluluk Sâlih peygambere iman ederken başta ileri gelenler olmak üzere çoğunluk onun peygamberliğini inkâr etti. Bunlar Sâlih’i büyülenmiş ve uğursuz olmakla, ayrıca şımarıklık ve yalancılıkla suçladılar (en-Neml 27/47; el-Kamer 54/23-25). Sâlih peygamberin tebliğinde ısrar etmesi üzerine ondan peygamberliğini doğrulayıcı bir mûcize getirmesini istediler ve ancak o zaman iman edeceklerini söylediler. Sâlih de onlara apaçık bir mûcize olarak dişi bir deveyi getirdi. Bu devenin mûcize olma yönü İslâm kaynaklarında sert bir kayadan canlı bir hayvan olarak çıkarılması, bütün kavmin tükettiği miktarda su içmesi ve içtiği su kadar süt vermesi şeklinde açıklanmıştır (M. Ali Sâbûnî, s. 306). Sâlih peygamber kavminden bir günü deveye, bir günü kendilerine tahsis etmek üzere su içme konusunda belli bir sıraya uymalarını istedi (eş-Şuarâ 26/155-156). Ayrıca kendilerine gönderilen bu deveye zarar vermemeleri, aksi takdirde ilâhî azabın üzerlerine ineceği hususunda onları uyardı (el-A‘râf 7/73; Hûd 11/64). Fakat devenin varlığından rahatsızlık duyan bir grup inkârcı deveyi öldürme planları yapmaya başladı. Kur’an’da bozguncu diye nitelendirilen ve dokuz kişiden oluştuğu belirtilen (en-Neml 27/48) bu grup içinden rivayete göre Kudâr b. Salif adlı bir kişi deveyi yakalayıp ayaklarını kesti, diğerleri de kılıçlarıyla onu parçaladılar. Ardından kendilerini korkuttuğu azabı getirmesi için Sâlih peygambere meydan okudular (el-A‘râf 7/77). Sâlih peygamberin onlara üç günün sonunda istedikleri azabın geleceğini bildirmesi üzerine (Hûd 11/65) kendisini ve ailesini öldürmek istediler (en-Neml 27/49). Fakat Allah, dördüncü günün sabahında korkunç bir gürültü ve yıldırımların ardından gelen, şiddetli bir sarsıntı ile onları helâk etti (el-A‘râf 7/78; Fussılet 41/17; el-Kamer 54/31). Helâkin ertelenmesiyle ilgili üç günlük süre içinde birinci gün inkârcıların yüzlerinin sarardığı, ikinci gün kızardığı, üçüncü gün karardığı ve bu şekilde içeriden bir bozulmanın ortaya çıktığı, üç gün tamamlandığında âsi kavmin tamamen yok olduğu belirtilmiştir (İbnü’l-Arabî, s. 125). Bir rivayete göre Sâlih peygamberle birlikte ona tâbi olan 120 kişi helâkten kurtulurken geri kalan 5000 kişi helâk olmuştur (M. Ali Sâbûnî, s. 310). Bunun üzerine Sâlih’in kendisine inanan toplulukla birlikte Mekke’ye göç ettiği nakledilir. Bir diğer rivayete göre ise Hz. Sâlih vefat edinceye kadar Filistin’de Remle yakınlarında yaşamıştır. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/salih--peygamber)

Esma-i Hüsna:
El-Alim: İşaretlemek, bilmek, anlamak, tanımak, hakikatini idrak etmek anlamlarındaki “a-l-m” kökünden türeyen Âlimbilen, anlayan ve tanıyan demektir. Alîm ve Allâm isimleri, âlim kelimesinin mübalağa içeren hali olup, çok bilen, en iyi bilen demektir. Bu sıfatlar; Allah’ın sırları, gizli olanları, olmuşu ve olacağı, görünen ve görünmeyen alemi, yerde ve göklerde olup bitenleri, geçmişi, hali ve geleceği, canlı ve cansız bütün varlıkları, insanların gizli aşikâr bütün yaptıklarını, küçük ve büyük her şeyi bildiğini ifade eder.

İlmi sonsuz olan Allah (c.c.) noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah Tealâ'nın ilmi bütün malumata şamildir,  her şeyi kuşatmıştır, ezelidir. Hiçbir gizli şey Allah'a gizli kalmaz. İlminden hiçbir şey eksik değildir.

Kıyamet saatinin bilgisini, gökleri ve yerdeki gaybleri sadece Yüce Allah bilir. Hz. Adem’e isimleri O öğretmiştir. 

El-Alîm esması, Kur’an’da ve Peygamberimizin (s.a.v.) hadislerinde çokça geçmektedir. 

 “Şüphesiz ki Allah, göklerin ve yerin gaybını (bütün sırlarını) bilendir. Muhakkak O, gönüllerin özünü de hakkıyla bilendir.” (Fatır, 38)

 “ O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Gizliyi de, âşikârı da bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.” (Haşr, 22)

 “Bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla (gayet iyi) bilendir.” (Ahzâb, 54)

 “(Münâfıklar,) Allah’ın kendilerinin sırlarını da, (mü’minler aleyhine yaptıkları) gizli konuşmaları (fısıltıları) da bildiğini ve Allah’ın (bütün) gaypları (bilinmeyen ve görünmeyenleri) çok iyi bilen olduğunu hâlâ bilip anlamadılar mı?” (Tevbe, 78)

Yukarıdaki ayette esma “Allâm” olarak gelmiştir. Mübalağa ifade etmektedir. Kesinlikle mutlak bilendir anlamındadır. 

Allah (c.c.) mutlak bilendir, bilginin sahibidir. Aynı zamanda ayetlere baktığımızda Allah’ın hudutsuz, eşsiz ve muazzam ilmini tasvir ediyor. 

 “De ki: “Rabbimin sözleri(ni/ilmini yazmak) için deniz(ler) mürekkep olsa, yardım olarak bir o kadarını daha getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce o deniz(ler) tükenirdi.”" (Kehf, 109)

Alîm sıfatında, Allah’ın amellerine göre kullarını ödüllendirmesi vardır. Kulun çabası dahilinde bilgi sahibi olması, bilmediği kapıların açılması Allah’ın kudretindendir. Bu esmanın kuldaki tezahürü bilgi sahibi olmasıdır. Fakat bilginin sahibin Allah olduğunu bilip, bilgisiyle kibirlenmemesi, insanlığa faydalı olmak için çabalaması esastır. Kulun ilim sayesinde elde ettiği şeref, ilmin Allah’ın sıfatların­dan oluşu sebebiyledir. Lakin en şerefli ilim, mâlumu yani bilineni en şerefli olandır. Bilinmişlerin en şereflisi şüphe yok ki, Allahu Teâladır. (https://www.sakuraakademi.com/el-alim)

 El-Alim esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 150’dir.

El-Kabız: Sözlükte “almak, tutmak, avucunda tutmak, sahip olmak; daraltmak” mânalarındaki kabz kökünden sıfat kuruluşunda bir isim olup Allah’a nisbet edildiğinde “rızkı daraltan; canlıların ruhunu alıp hayatlarına son veren” anlamında kullanılır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/kabiz)

“Kim Allah’a güzel bir borç verirse Allah da bunu kat kat fazlasıyla öder. Daraltan da genişleten de Allah’tır ve O’na döndürüleceksiniz.” 

Yer küresinin güneşe karşı olan konumuna bağlı olarak gün ortasından itibaren gölgeyi yavaş yavaş kısalttığı (Furkān 25/45-46):

​ “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi onu elbet hareketsiz de kılardı.

Sonra güneşi gölgeye yol gösterici kılmışızdır. Sonra da onu yavaş yavaş kendimize çekmekteyiz (kısmaktayız).” 

Ve kıyamet gününde bütün yeryüzü sanki avucunun içinde imiş gibi O’nun hâkimiyet ve tasarrufu altında bulunacağı ifade edilir (Zümer 39/67):

​“Onlar Allah’ı gereği gibi takdir edip tanımadılar. Kıyamet gününde bütün dünya O’nun avucundadır; gökler de O’nun kudret elinde dürülüp bükülmüştür. Allah, müşriklerin koştukları ortaklardan uzaktır ve yücedir.”

​Aynı kavram hadis rivayetlerinde de Allah’a izâfe edilmiştir. Dua bahislerinde yer alır. Kābız, doksan dokuz isme yer veren kaynakların dışında bazı durumlarda Allah’ın ismi olarak zikredilmiştir.

Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber döneminde fiyatlar aşırı derecede yükselmiş, ashap kendisine başvurarak fiyatları tesbit etmesini istemiş, o da şu cevabı vermiştir:

“Fiyat olgusuna hükmeden, rızkı daraltıp genişleten, insanların geçimine medar olan nimetleri lutfeden Allah’tır. Ben, can ve mal güvenliği konusunda hiç kimsenin şahsımdan davacı olmayacağı bir konumda rabbime kavuşmayı arzu ediyorum. (Tirmizî, Büyû- 49)

​Alimler, birbirine zıt manaların hâfıd- râfi‘, muiz- müzil gibi kābız ile bâsıt isimlerinin de karşıt anlamlı olmakla birlikte birbirlerini dengeleyip tamamladıklarını göz önünde bulundurarak bu iki ismin beraber kullanılmasının gereğini vurgulamış, Bakara sûresinde Allah’a nisbet edilen kabz-bast kavramları üzerinde çeşitli yorumlar yapmışlardır.

Kuşeyrî bu isimlere, “kalpleri bilgisizlik ve gaflet sebebiyle daraltıp yabancılaştıran; ilim ve mârifet yoluyla genişleten” mânasını vermiş, kabz ve bastın kalbin havf ve recâ hali olabileceğini söylemiştir.

​Bizlere düşen, kabzedenin Allah olduğuna inanmak, daralttığında genişletecek, genişlettiğinde daraltacak başka birisinin bulunmadığına inanmak, Kabz (daralttığında) hâlinde teslim, bast (genişlettiğinde) hâlinde vakur olmak. Kendi merhametini kabz ve bast hikmetine uygun kullanmak. İnsanlara karşı davranışlarında kalplerini rahatlatan, genişleten, teveccüh sahibi olmaktır. ( https://www.sakuraakademi.com/el-kabiz)

El-Kabız esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 903’dür.

El-Basıt: “Yaymak, genişletmek, uzatmak” anlamındaki bast kökünden sıfat kuruluşunda bir isim olup Allah’a nisbet edildiğinde “rızkı genişleten, lutuf ve keremini esirgemeyen; ruhları bedenlerine yayan” mânalarına gelir. Bâsıt “fâil” vezninde Allah’ın bir sıfatı olarak Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemekle birlikte “bast” kavramı, daha çok fiil kalıplarıyla olmak üzere on beş âyette Allah’a nisbet edilmiştir. Bunların çoğunda “rızkı (daraltan ve) genişleten”, bir kısmında da “insanların ilmî ve bedenî imkânlarını geliştiren” mânası hâkimdir. Yine bast kökünden gelen mebsûtatân kelimesi, “Onun iki eli açıktır, dilediği gibi harcar” (el-Mâide 5/64) meâlindeki âyette Allah’ın cömertliğini ifade eden bir deyim içinde kullanılmıştır. Bast bir âyette de Allah’ın semadaki bulutları dilediği gibi yayıp sermesi mânasında geçmektedir (er-Rûm 30/48). (https://islamansiklopedisi.org.tr/basit--esma-i-husna)

El-Basıt esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 72’dir.

El-Hafıd:Sözlükte “aşağıya indirmek, alçaltmak, değerini azaltmak” anlamına gelen hafd kökünden olup “aşağıya indiren, alçaltan, değerini azaltan” demektir. Hafd kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’de dört yerde geçmektedir. Bunların ikisinde Hz. Peygamber’e (s.a.v.) hitaben mü'minlere merhamet kanatlarını indirmesi;

  “Sakın ola ki, onlardan bazı gruplara verdiğimiz geçici dünya nimetine göz dikmeyesin! Onlardan yana üzülme, mü'minlere karşı da alçakgönüllü ol!” (Hicr, 88)

Birinde de mümin kişiye hitaben anne ve babaya alçak gönüllülükle merhamet kanatlarını germesi;

  “Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. "Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster" diyerek dua et.” (İsrâ, 24)emredilmektedir. Kıyametin kopuşunu tasvir eden diğer bir âyette;

“O, alçaltır, yükseltir.” (Vâkıa, 3)

​Kıyametin hem alçaltıcı hem de yükseltici olduğu (hâfıda, râfia) ifade edilmektedir.

Müfessir Taberî, buradaki alçaltma ve yükseltme kavramlarının, “dünyada böbürlenerek gerçeği kabul etmeyenleri cehenneme düşürme, hakkı benimseyenleri de Allah’ın rahmetine ve cennetine yüceltme” mânasına geldiğini belirtir.

 Hâfıd fiillerinin gerçek fâili Allah’tır. Allahu teâlâ, istediği kulunu yukarıdan aşağı alıverir. Şan ve şeref sahibi iken rezil eder ve bu muamelesi çok defa, kendisini tanımayan, emirlerini dinlemeyen âsîlerle, başkalarını beğenmiyen mütekebbirler ve hak, hukuk tanımayan zorbalar hakkında tecellî eder.

​Hâfıd esması, esmâ-i hüsnâ listelerinde geçtiği gibi hafd kavramı çeşitli hadislerde Allah’a nisbet edilmiştir. Rızık terazisinin Allah’ın elinde bulunduğu, dilediğine az (hafd) dilediğine çok (ref‘) rızık verdiği anlatılır.

​Esmâ-i hüsnâ alimleri, Hâfıd ismine genellikle “zorbaları ve zalimleri alçaltan, Allah dostlarını yücelten” mânası vermişlerdir.  ( https://www.sakuraakademi.com/el-hafid)

El-Hâfıd esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 1481’dir.

Bir Dua: La havle ve la kuvvete illa billahi’l aliyyi’l azim.“Bütün güç ve kuvvet, yalnızca en yüce ve en büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir.”

 

                                                                                                                             

Diğer Haberler

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler