Rabbimiz! Üzerimize Sabır Yağdır.

RAMAZAN GÜNLÜĞÜ 14

                                                                                                                                                Hazırlayan: Mustafa KÜÇÜKTEPE

Bir Ayet:
"Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tabii ki bundan tiksinir! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur." (Hucurat 12)

Bir Hadis:
Peygamber efendimize, “Birisinin arkasından söylediklerimiz doğru ise, onda bu kötü nitelik varsa yine de yasak olan gıybet gerçekleşir mi?” diye soranlar şu cevabı almışlardır: “Söylediğiniz onda varsa gıybet etmiş olursunuz, yoksa yaptığınız iftira olur” (Müslim, “Birr”, 70).

Bir Konu:
Zan, Tecessüs Ve Gıybet.

Yukarıdaki âyette üç kötü huy ve alışkanlık ele alınmış, etkili bir üslûpla yasaklanmıştır: Gerçek bilgi ve kanıta değil, tahmine dayalı hüküm (zan), insanların gizliliklerini araştırmak (tecessüs) ve insanları arkalarından çekiştirmek (gıybet).

 Zan: Sözlükte “kuşkulanmak, kesin bilgiye ulaşmak, itham etmek” anlamlarındaki zan (zann) masdarından isim olup hem “yakīnin zıddı, kuşku, kesinleşmemiş kanaat” hem de “ilim, düşünüp taşınarak ulaşılan kesin bilgi” mânasına gelir. Zan kavramının bazı hadislerde olumlu ve olumsuz anlamlarda kullanılması dikkate alınarak İslâm ahlâk kültüründe bir kimsenin kesin bilgisi olmamakla birlikte başka biri hakkında iyi kanaat beslemesine “hüsn-i zan”, kötü düşünce ve kanaate sahip olmasına “sû-i zan” denilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu terkipler yer almamakla birlikte zan kavramı bir kimseyle ilgili iyi veya kötü kanaat beslemeyi ifade edecek şekilde geçer. Meselâ İfk Hadisesi’ne dair bir âyette (en-Nûr 24/12) müminlerin birbirleri hakkında iyi zanda bulunmaları gerektiği bildirilmiş, Fetih sûresinin 6 ve 12. âyetlerinde inkârcıların Hz. Peygamber ve müminlerin âkıbetine dair bozuk niyetleri ve beklentileri için “kötü zan” (zannu’s-sev’) ifadesi kullanılmıştır. Hucurât sûresinin 10-12. âyetlerinde müminlerin kardeş olduğuna vurgu yapılarak kardeşlikle bağdaşmayan davranışlar çerçevesinde, “Zannın çoğundan sakınınız, çünkü bazı zanlar günahtır” buyurulur. İslâm âlimlerinin genel yorumuna göre burada bilhassa suizan yasaklanmış ve dolaylı olarak bir kimse hakkında -aksini gösteren açık deliller olmadıkça- hüsnüzanda bulunmak gerektiğine, zira suizannın ahlâkî ve insanî zararlara yol açacağına dikkat çekilmiş, kural olarak dışarıdan bakıldığında iyi görülen bir kimse hakkında kötü zan beslemenin haram olduğu kabul edilmiştir. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/zan)

Tecessüs: Sözlükte “araştırmak, dikkatle bakmak” anlamındaki cess kökünden türeyen tecessüs “gözetlemek, bir haberi araştırmak, iyice öğrenmek” demektir. Ahlâk terimi olarak bir kimsenin özel durumunu merak edip öğrenmek için onun bilgisi ve rızası dışında gizlice araştırma yapmayı ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’de tecessüs ve tahassüs masdarlarından birer fiil bulunmakta olup ilkinde (el-Hucurât 49/12) suizan ve gıybetle birlikte tecessüs de yasaklanmış, ikincisinde (Yûsuf 12/87) Hz. Ya‘kūb’un Yûsuf’u ve kardeşini aramak için Mısır’a gönderdiği oğullarına verdiği tâlimat içinde, “Yûsuf ve kardeşiyle ilgili bilgi toplayın” şeklinde bir cümle yer almıştır. Tahassüs kavramının burada iyi niyetle bilgi toplamayı ifade ettiği görülmektedir. Buna karşılık  Hucurât sûresindeki tecessüsten insanların gizli kalmasını istedikleri hallerine vâkıf olmak için yapılan kötü niyetli araştırma eylemi kastedilmiştir. Taberî bu âyetteki “velâ tecessesû” ifadesini, “Birbirinizin gizli hallerini gözetlemeyin, kusurlarını ortaya dökmek amacıyla sırlarını araştırmayın. İnsanların bilmediğiniz sırlarını bırakın da görülebilen durumuyla ilgilenin, onları bununla övün veya kınayın” şeklinde yorumlamıştır. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/tecessus)

Gıybet: Sözlükte “uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak” gibi anlamlara gelen gayb kökünden isim olup aslında hem iyi hem de kötü sözlerle anmayı ifade etmekle birlikte terim olarak genellikle “kötü sözlerle anma” mânasında kullanımı yaygınlık kazanmıştır.

İslâm âlimleri âyet ve hadislerdeki beyanlara dayanarak, ayrıca insan onurunu zedeleyen, toplumda dargınlık ve düşmanlıklara yol açan bir davranış olmasını dikkate alarak gıybetin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. 

Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haramdır. İslâm âlimleri, bir zarar doğurma ihtimali yoksa sözle veya fiilî olarak gıybet edene engel olunması, bu mümkün olmazsa En‘âm sûresinin 68. âyetinin hükmü uyarınca gıybet edilen meclisin terkedilmesi, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde başka şeylerle uğraşılması gerektiğini belirtmişlerdir.

Gıybet esas itibariyle haram olmakla birlikte bazı şartlar onun bu vasfını ortadan kaldırır. Gazzâlî’nin İḥyâʾında ve onu örnek alan diğer bazı kaynaklarda haksızlık yapan kişiyi ilgili mercilere şikâyet etmek, kötülüğe engel olma çabasında destek aramak, fetva sormak, insanları kötülüklerden ve zararlardan korumak, lakabıyla meşhur olan birini bu lakapla tanıtmak, zulüm, haksızlık, fesatçılık, ahlâksızlık gibi tutum ve davranışları hayat tarzı haline getirmiş kimseleri kınamak maksadıyla bunların aleyhinde konuşmanın meşrû olduğu belirtilmiştir. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/giybet)

 Hz Aişe kendisinin rivayet ettiği olaylardan biri, Hz. Peygamber’in eşlerinden Safiyye bnt. Huyey ile alâkalıydı. Hanımları arasında, Hz. Peygamber’e en çok düşkün olan Hz. Âişe, Resûlullah’la birlikte bulunduğu bir gün, Safiyye bnt. Huyey hakkında hoş olmayan bazı sözler söylemişti. Hz. Peygamber’e, Safiyye’nin boyunun kısa oluşunu ima edercesine eliyle işaret ederek,

 “Ey Allah’ın Resûlü, sana Safiyye’deki şu hâl yeter.” demişti. Allah Resûlü (sav), hemen Âişe’yi ikaz ederek, “Sen öyle bir söz söyledin ki, o söz denize karışsaydı denizin suyunu bozardı.” buyurmuştu.

Oruç tutmak aynı zamanda kötü huylardan da uzaklaşmak demektir.Gıybet gibi mü'min kardeşinin etini yemekle eş değer olan günahtan, zandan, insanların gizli açık şeylerini araştırıp ortaya çıkarmak gibi kötü huylardan da uzaklaşmak gerekir.

Bir Peygamber:
Hz. Şuayb
, Kur’an’da Şuayb adı on bir yerde geçer (el-A‘râf 7/85, 88, 90, 92 [iki defa]; Hûd 11/84, 87, 91, 94; eş-Şuarâ 26/177; el-Ankebût 29/36); gönderildiği kavmin ismi Medyen (el-A‘râf 7/85; Hûd 11/84; el-Ankebût 29/36) ve Eyke (eş-Şuarâ 26/176) şeklinde zikredilir. İslâm kaynaklarında Hz. Şuayb’ın risâlet görevi yaptığı yerin Hûd ve Sâlih peygamberlerin yurdu gibi Kuzeybatı Arabistan ve Akabe körfezinin doğu kıyıları olduğu kabul edilir.

Kur’an’da Hz. Şuayb’ın, kavmini Allah’tan başka tanrı olmadığına inanmaya, kendisinin peygamberliğini benimseyip sadece Allah’a kulluk etmeye (eş-Şuarâ 26/176-179; el-A‘râf 7/85), ölçü ve tartıyı doğru yapmaya, insanlar arasında adaleti gözetmeye, haksızlıkta bulunmamaya, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmamaya (el-A‘râf 7/85-86, 90; Hûd 11/84-86; eş-Şuarâ 26/181-183) davet ettiği; uyarıları dikkate almadıkları takdirde Nûh, Hûd, Sâlih ve Lût peygamberlerin kavimlerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelebileceği konusunda onları uyardığı, özellikle Lût kavminin kendilerine çok uzak olmadığını hatırlattığı (Hûd 11/89) haber verilir. Bazı kaynaklarda, Hz. Şuayb’ın Allah’ın emirlerini kavmine tebliğindeki tatlı üslûbu ve güzel anlatımından dolayı “hatîbü’l-enbiyâ” diye nitelendirildiği ifade edilir (Taberî, Târîḫ, I, 327; İbn Ebû Hâtim, VIII, 2814; Kurtubî, VII, 248). Medyen kavminin Hz. Şuayb’ın yaptığı uyarıları dikkate almaması yüzünden şiddetli bir deprem (el-A‘râf 7/91; el-Ankebût 29/37), şiddetli bir ses (Hûd 11/94) ve “gölge günü” azabı ile (eş-Şuarâ 26/189) yok edildiği, bu cezadan sadece Şuayb’a inananların kurtulduğu bildirilir. Hz. Şuayb ve ona inananlar bazılarına göre Mekke’ye gitmişler ve orada ölmüşler, bazılarına göre ise aynı yerde yaşamaya devam etmişlerdir.            ( https://islamansiklopedisi.org.tr/suayb)

Esma-i Hüsna: 
El-Mecid, Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. Sözlükte “asil, şerefli ve seçkin olmak” anlamındaki mecd (mecâde) kökünden türeyen mecîd “asil, şerefli, cömert olan” demektir. Aynı kökten türeyen mâcid de bu mânaya gelmekle birlikte sıfat-ı müşebbehe olan mecîdin daha zengin içerikli olduğu kabul edilir. Mecîd ve bununla birlikte esmâ-i hüsnâ listesinde yer alan mâcid Allah’a nisbet edildiğinde “yetkinliğin karşıtı olan her türlü nitelikten münezzeh, lutuf ve ikramı bol” anlamına gelir. Dilciler, mecd kökünün temel mânasının bolluk ve genişlikten ibaret olduğunu söylerler.

Mecd kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de sadece mecîd şeklinde dört âyette yer almaktadır. Bunların ikisi “çok şerefli” mânasıyla Kur’an’ın sıfatı durumundadır.

Genellikle âlimler, mecîd ismini Allah Teâlâ’nın zâtına ve sıfatlarına yönelik olmak üzere iki açıdan yorumlamışlardır. Zâta yönelik yorum O’nu acz ve eksiklikten, yani yaratılmışlık özelliklerinden berî ve münezzeh tutmayı, fiillerine yönelik yorum da lutuf ve ihsanının çok olduğunu belirtmeyi amaçlamıştır. Bunların ikisi de zât-ı ilâhiyyeyi yetkin sıfatlarla niteleme noktasında birleşir. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/mecid)

El-Mecid, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 57’dir.

El-Bais, Ölüleri diriltip kabirlerinden kaldıran, gönüllerde saklı olanları ortaya çıkaran anlamına gelmektedir. Ayrıca ihtiyaçlarına göre insanlara peygamberler gönderen anlamına gelir. Ölüleri dirilten, her canlıyı ölümünün ardından yeniden dirilten anlamına gelmektedir. Kışın ölmüş gibi âdetâ cansız gibi görünen mevcudatı ve tabiatı baharda yeniden canlandırması ve onları yeniden yaratması. Mahşer günü mahlukatı diriltip kabirlerinden çıkarması, ölümden sonra yeniden diriltmesi anlamlarını taşır. Sebepleri yaratan ve ölüleri diriltendir. İhtiyaçlarına göre insanlara peygamberler gönderen

Peygamberler gönderen Peygamberleri gönderen, mahlukatın hepsini ahirette yeniden diriltmiş olan. Peygamberimizi göndermekle bize hatırlatma yapan Allah, bizi bu dünyaya göndermiş ve sınamaktadır. Ölümümüzden sonra bizleri ahirette yeniden dirilterek, hesaba çekecektir. ( https://www.nukteler.com/el-bais-esmasinin-zikri-faziletleri-faydalari/)

El-Bais, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 573’ tür.

Eş-Şehid, Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. Sözlükte “bir şeyin mahiyetine vâkıf olmak, onu bilmek, sözle ifade etmek” anlamındaki şehâdet kökünden türeyen şehîd “kesin olarak bilen, bildiğini haber verme konusunda güvenilen kimse” demektir. Bu kelime Allah’a nisbet edildiğinde “her şeyi gözetlemiş gibi bilen, hiçbir şey ilminden gizli kalmayan” mânasına gelir. Râgıb el-İsfahânî şehâdeti “iç veya dış duyular yoluyla meydana gelen bilginin ifade edilmesi” diye açıklamakta ve zât-ı ilâhiyye için kullanılan “âlimü’l-gaybi ve’ş-şehâde” nitelemesini “insanların duyularına ve sezişlerine gizli kalan hususları bilen” şeklinde yorumlamaktadır.

Âlimler, şehîd isminin temel mânasının “bilen” olduğu ve şâhidden daha zengin bir muhtevaya sahip bulunduğu hususunda ittifak etmiştir. Şehîd “müşahede yoluyla meydana gelmiş ilme sahip olan varlık” demektir. Buradaki müşahede Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre işitme dışındaki duyu vasıtalarıyla elde edilen bilgidir (el-Emedü’l-aḳṣâ, vr. 67a). İnsanlar duyu organları ile bilgi edindikleri halde Allah bu tür vasıtalardan münezzehtir (Halîmî, I, 200). Allah’ın hem gizli hem de âşikâr olanı bildiğini ifade eden âyetler şehîd isminin muhtevasına duyular ötesini de katmakta ve ona “her şeyi aslî hüviyetiyle tam olarak bilen” mânasını kazandırmaktadır. Bazı âlimler şehîd isminin “şahit olmak, tanıklık etmek” anlamına da gelebileceğini belirtmiş ve bu tanıklığın âhiret hayatında sorguya çekilecek insanların dünyadaki davranışlarıyla ilgili olacağını söylemiştir. Bunun yanında şehîdin “kendisine şahitlik edilen” (meşhûd) mânasında kullanılması da muhtemeldir, çünkü müminler Allah’ın birliğine tanıklık etmektedir. Bu görüş zât-ı ilâhiyyeye doğrudan bir nitelik atfetmemekte, “tapınılan” anlamındaki mâbud kelimesinde olduğu gibi yaratılmışlara özgü bir sıfata zât-ı ilâhiyyenin konu teşkil ettiğini belirtmektedir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî şehîd ismine “mübeyyin” (çeşitli delil ve hüccetleri vazedip açıklayan) anlamının verilmesini doğru bulmamaktadır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/sehid--esma-i-husna)

El-Şehid, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 319’ dur.

Bir Dua: Efrig aleyna sabren ve sebbit ekdamena vensurna alel kavmil kafirin.  “Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı yere sağlam bastır ve inkarcılara karşı bize yardım et.”

Diğer Haberler

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler