Müslümanın Sıkıntısını Giderenin Kıyamet Günü Allah da Onun Sıkıntısını Giderir

RAMAZAN GÜNLÜĞÜ 10

                                                                                                  Hazırlayan: Mustafa KÜÇÜKTEPE

Bir Ayet:  "Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir." (Ali İmran, 92)

Bir Hadis: "Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir." (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60;Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Bir Konu:  İnfak etmek.  Yukarıdaki ayetle muhatap olan o zamanki müslümanlar bu ilahi direktifin anlamını gerçekten kavradılar. Sevdiklerinden fedakârlık ederek, mallarının en değerli olanlarını Allah yolunda dağıtarak iyiliğe ulaşma çabasına girdiler. Zira iyilik bütün güzel şeylerin bütünüdür. Daha büyük ve daha üstünlerini elde etmek umuduyla cömertlik örnekleri verdiler:

İmam-ı Ahmed bin Hanbel rivayet ediyor. Abdullah b. Ebu Talha’nın oğlu Ebu İshak’tan, O da Enes b. Malik’ten işittiğini kaydeder. Enes der ki: “Ebu Talha Medine’li müslümanların en zenginiydi. En çok sevdiği malı da Beyraha bahçesi idi. Bu bahçe Mescidi Nebevi’nin karşısındaydı. Hz. Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) oraya girer, orada bulunan tatlı bir kaynaktan içerdi. Enes der ki: `Sevdiğinizden dağıtmadıkça iyiliğe ulaşamazsınız’ ayeti inince, Ebu Talha dedi ki: “Allah `Sevdiğinizden dağıtmadıkça iyiliğe ulaşamazsınız’ buyuruyor. Benim en sevdiğim malım ise Beyraha bahçesidir. Onu Allah yoluna bağışlıyorum. Onun iyiliğini umuyor ve Yüce Allah katında bana azık almasını ümit ediyorum; Ey Allah’ın Resulü, Allah’ın sana gösterdiği şekilde onu kullan.” Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) `Çok güzel! Çok güzel! Bu kârlı, verimli bir arazi bu kârlı bir arazi… Ben işittim… Ben, onu, akrabalarına dağıtmanı uygun görüyorum’ buyurdu Ebu Talha da; `Öyle yaparım ey Allah’ın Elçisi!’ dedi ve onu akrabaları ile amcaoğulları arasında paylaştırdı.” (Buhari, Zekat, 44; Müslim, Zekat, ı4; (Bkz. Nevevi, Şerhu Müslim, VII, 84-86))

Buhari ve Müslim’de; Hz. Ömer’in şöyle dediği kaydediliyor: “Ey Allah’ın Resulü, Hayber’de payıma düşen arazi kadar benim yanımda değerli hiçbir malım olmadı. Onu ne yapmamı önerirsin?” dedim. Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) “Aslını bırak, ürününü Allah yolunda vakfet.” buyurdu.

Sahabilerin çoğu bu şekilde davrandı. Kendilerini İslâm’a kavuşturduğu günde iyiliğin tümüne kavuşturan Rablerinin direktiflerine sarıldılar. Bu yönelişleri onları malın köleliğinden, nefsin cimriliğinden ve egoistlik sevdasından özgürlüğe kavuşturdu. Bu aydınlık ufuklara özgürce, serbestçe ve rahatça yükseliverdiler. (Seyyid KUTUP)

Bir Peygamber:  İshak Peygamber Kur’an’da İshak kelimesi on yedi yerde geçmektedir. Altı yerde İbrâhim, İsmâil ve İshak sıralamasıyla (el-Bakara 2/133, 136, 140; Âl-i İmrân 3/84; en-Nisâ 4/163; İbrâhîm 14/39), bir yerde Hz. İbrâhim’e (es-Sâffât 37/112), bir yerde Sâre’ye müjdelenmesi (Hûd 11/71) şeklinde, dokuz yerde ise İsmâil zikredilmeden İbrâhim’e İshak ve Ya‘kūb’un verilişi, İbrâhim, İshak ve Ya‘kūb sıralamasıyla (el-En‘âm 6/84; Hûd 11/71; Yûsuf 12/6, 38; Meryem 19/49; el-Enbiyâ 21/72; el-Ankebût 29/27; es-Sâffât 37/113; Sâd 38/45) zikredilmektedir. Kur’an’a göre Hz. İbrâhim, putperest kavmi tarafından ateşe atıldıktan (el-Enbiyâ 21/68; es-Sâffât 37/97) ve ilâhî yardımla kurtulduktan sonra kavmini terkederek bereketli diyara ulaştırılır (el-Enbiyâ 21/70-71). İbrâhim sâlihlerden bir evlât vermesi için Allah’a dua eder (es-Sâffât 37/100). Duası kabul edilir ve kendisine uslu bir erkek çocuk müjdelenir. Bu çocuk belli bir yaşa gelince İbrâhim’den oğlunu kurban etmesi istenir. Baba ve oğul emre uyarlar ve imtihanı başarırlar. Karşılığında kurban edilecek oğul yerine büyük bir kurbanlık koç verilir, kendilerine iyi bir nam bırakılır ve sâlihlerden bir peygamber olmak üzere İshak müjdelenir. Kendisi ve İshak mübarek kılınır (es-Sâffât 37/101-113). Bu ifadelerden İshak’ın Hz. İbrâhim’in ilk çocuğu olmadığı, ilk çocuğunu kurban etme imtihanını başarıyla verdiği için ikinci çocuğu olarak müjdelendiği ve onun peygamber kılındığı anlaşılmaktadır.  ( https://islamansiklopedisi.org.tr/ishak)

Esma-ı Hüsna: 

Eş-Şekur: Az iyiliğe çok mükâfat veren, kendi rızâsı için yapılan iyi işleri daha ziyadesiyle karşılayan. Sözlükte “yapılan bir iyiliğin sahibini övgü ile anmak” mânasındaki şükr (şükrân) kökünden türeyen şekûr “çokça teşekkür eden” demektir. Allah’a nisbet edildiğinde “az da olsa kulun iyi bir ameline fazlasıyla karşılık veren” anlamına gelir.

Eş- Şekûr ayetlerde Allah’a nisbet edilmiş, bunların üçünde el-gafûr isminden sonra, birinde el-halîm isminden önce yer almıştır. Eş-Şekûr’un bu kullanılışı, kelimenin içeriğinde kulun günahını bağışlaması veya cezalandırılması hususunda acele etmeyip iyilik yapması için fırsat verme unsurlarının bulunduğuna işaret etmektedir.

​Bir âyette şâkir ismi zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmiştir. İki âyette, iyi amellerde bulunan müminlerin bu çabalarının şükranla karşılanacağını ifade eden meşkûr kelimesi geçmektedir. Şükran ve mükâfatın fâili Allah olduğundan şükür kavramının burada meşkur ifadesini zât-ı ilâhiyyeye nisbet edildiğini söylemek mümkündür. Şekûr ismi İbn Mâce ve Tirmizî’nin rivayet ettiği esmâ-i hüsnâ listesinde yer almaktadır.

​Ebû Hüreyre’den nakledilen iki hadisten birinde Hz. Peygamber, yola sarkan bir dikeni arka tarafa doğru iten, diğerinde ise meskûn yerlerden uzak bir yol üzerinde gördüğü susamış köpeğe su vermek için kuyunun dibine inen, pabucunu doldurduktan sonra onu ağzıyla tutup yukarıya çıkan ve hayvanın susuzluğunu gideren kimselerin davranışlarını Allah’ın şükranla karşılayacağını ve günahlarını bağışlayacağını bildirmektedir. (Buhârî, “Ezân”, 10; Müslim, “Birr”, 127)

​Ebû Hüreyre hadislerinde insanlara eziyet veren bir şeyi bertaraf etme, susamış bir hayvana su verme fiillerinin bile Allah’ın mağfiretine vesile olduğu belirtilmektedir. Ebû Süleyman el-Hattâbî bu tür ifadelerin basit de görünse daima elden gelen iyi şeyleri yapmaya teşvik niteliği taşıdığını söyler ve bu gibi fiillerin çoğuna gücü yetmeyenlerin azı terketmemesi gerektiğine işaret ettiğini belirtir. 

Şekûryapılan ihsanı açığa vurma manasına ge­lir vee sadece Cenab-ı Hakk'a mahsustur. O, çokça sena edilmeye layıktır. Öyle ki Sübhan Tealâ, az bir taata pek çok dereceler lütfeder. 

Şükür kavramının temel mânasında “artmak, ortaya çıkmak, minnet ve övgü duygularını ifade etmek” unsurları mevcuttur. Âlimler, bu anlamlardan hareketle kulun gerçekleştireceği küçük bir ameli bile Cenâb-ı Hakk’ın fazlasıyla mükâfatlandıracağı hususuna dikkat çekerler. Kulun güzel davranışları Allah’ın lutfettiği imkânlar sayesinde meydana geldiğinden aslında O’na yönelik hamd ve şükür niteliği taşır. 

​Allah’ın bu tür davranışları ödüllendirmesi din terminolojisinde aynı kavramla ifade edilerek “kuluna teşekkür eden” anlamında şekûr ismi kullanılmıştır. Kişinin büyüklerine karşı saygılı davranması onun görevi ise de asil insanlar bu davranışa teşekkürle mukabele eder. Bu da karşılıklı sevgi ve saygıyı çoğaltır. Aynı durum kul ile Allah arasında düşünüldüğü takdirde kuldan itaat ve saygı (takvâ), Allah’tan şefkat ve mükâfat şeklinde ortaya çıkar. Şekûr ismi Kur’an’da ve hadislerde gafûr ve halîm isimleriyle kullanıldığından âlimler bu ismin muhtevasına ilâhî mağfireti de dahil etmiştir.

​Kur'ân-ı Kerim'de eş-Şekûr dört defa geçmektedir:

1. "Çünkü Allah, onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir. Şüphe­siz O, çok bağışlayan, şükrün karşılığını bol bol verendir." (Fatır, 30)

2. "(Cennette şöyle) derler: Bizden tasayı gide­ren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok ba­ğışlayan, çok nimet verendir." (Fatır, 34)

3. "Kim bir iyilik işlerse onun sevabını faz­lasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir." (Şura, 23)

4. "Allah çok mükâfat verendir, ceza vermek­te acele etmeyendir." (Tegabün, 17)

​Şükür; iyiliği iyilikle karşılamak demektir. Şükür, Alla­hu teâlâ'ya karşı kulun yapması gereken bir vazifedir. Çünkü Allah onu yaratmış ve sayısız ni'metlerine müstağrak kılmış­tır ve bu ni'metlere karşı kullarını şükran veya küfran yollarından herhangi birini seçmek üzere serbest bırakmıştır.

​Kul şükrederse Allah onun şükrünü karşılıksız bırakmaz. Kul serbestliğini şükür yolunda kullanır; elindeki ni'metleri Allah'ın razı olacağı bir surette sarfederse, Allah onun da şük­rünü karşılıksız bırakmaz, iyiliği daha geniş iyiliklerle karşı­layarak ni'metini arttırır, iyiliklerin çoğalmasına meydan ve­rir, çünkü Allahu teâlâ Şekûr'dur. Ni'met, esasen kendisinin olduğu halde, şükreden kullarına ni'metlerini arttırarak şükür muamelesi yapar. 

Şekûr ismine dair âyet ve hadisler Allah’ın yaratıklara ve özellikle insana olan lutuf, muhabbet ve merhametinin enginliğini göstermesi bakımından ayrıca önemlidir. Allah’ın insanla ilgili fiilî sıfatları içinde yer alan Şekûr, Gafûr, Halîm ve Hamîd isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.

​Kul, bazen gördüğü bir iyiliğe karşı sadece teşekkür etmekle yahut gördüğü iyiliğe karşı daha fazla iyilik yapmakla Şakir (şükredici) olur. 

​“Ey Nûh ile taşıdıklarımızın soyundan gelenler! Bilesiniz ki Nûh çok şükreden bir kul idi.” (İsra, 3)

​Peygamberimiz (sav) buyurmuşlardır: "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez!" (Tirmizi, Birr 35, (1955), Ebu Davud, Edeb 12, (4811) O'na karşı ne kadar şükretse yine de tam şükretmiş olamaz. Zira nimet ve ihsanları sayısızdır.

Allah'a itaat etmek suretiyle şükretmeye kalkışsa yine de şükretmiş sayılamaz, zira itaat etmesi bile, Allah tarafından kendisine bahşedilen başka bir nimettir. Hatta şükür nimeti bile, şükrü gerektiren bir nimettir. Öyleyse Allah'ın nimetlerine karşı yapılacak en iyi şükür: O nimetleri masiyet (dünya) yollarında kullanmayıp, ta'at (ibadet) yollarında kullanmaktır.   ( https://www.sakuraakademi.com/es-sekur)

Eş-Şekur, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 526’dır.

El-Aliyy Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. “Yükseklik ve yücelik; şan, şeref, kuvvet ve kudret sahibi olmak” mânasındaki ulüv ve alâ’ kökünden türetilmiş bir sıfat olup Kur’ân-ı Kerîm’de sekiz yerde Allah’ın ismi olarak geçer. Bunların beşinde kebîr, ikisinde azîm, birinde de hakîm ismiyle beraber yer alır. Kebîr ile azîm, alî isminin mânasını teyit etmekte, hakîm ise çeşitli yollarla peygamberlere bildirilen vahyin yüce Allah’ın hikmetine uygun bir şekilde tecelli ettiğini vurgulamaktadır. Alî ismi esmâ-i hüsnânın içinde, “yücelik ve hükümranlıkta kendisine eşit veya kendisinden daha üstün bir varlık bulunmayan, mutlak olarak yüce olan, örf, akıl ve din açısından övgüye değer bütün müsbet nitelikleri kendisinde toplayan, yine örf, akıl ve din açısından yerilmiş bulunan ve ulûhiyyetle bağdaşmayan bütün menfi niteliklerden münezzeh bulunan kemal sahibi ulu Allah” anlamına gelir (bk. et-Taʿrîfât, “ʿalî li-nefsih” md.). Alî isminin ve bunun gibi yücelik (ulüv) mânası ifade eden, naslarda Allah’a nisbet edilmiş bulunan diğer kavramların nasıl anlaşılması ve yorumlanması gerektiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Arşın üzerinde olmak (istivâ’), gökte bulunmak (fi’s-semâ’), kullarının üstünde olmak (fevka ibâdih) gibi ilk bakışta mekân çağrışımı yapan ve duyu bilgisinin ifade ettiği mânalara delâlet eder gibi görünen nasları ilâhî kudret, ilim ve hâkimiyetle te’vil edenler bulunduğu gibi bu metodu benimsemeyenler de olmuştur. Fakat önemsiz bazı gruplar hariç, te’vil metodunu benimsemeyenler de Allah’a hiçbir zaman mahlûka ait sıfat ve özellikler nisbet etmemişlerdir. Bu inceliği göstermek üzere Râgıb el-İsfahânî alî isminin yer aldığı bir âyeti açıklarken, “Allah öylesine yücedir ki âlimlerin tanıtımı, âriflerin bilgisi O’nu kuşatamaz”

Alî ve benzeri isim ve sıfatların ifade ettiği yüceliğin Allah’a nisbeti üç ayrı şekilde düşünülebilir: 1. Yücelik ve kudrette hiçbir şeyin Allah’a denk olmaması. Bu durumda alî tenzîhî sıfatlarından olur. 2. İlâhî kudret ve yüceliğin her şeye hâkim olması. Bu durumda ise alî mânevî sıfatlardan biri sayılır. 3. Allah Teâlâ’nın her şeyi fiilen tasarrufu altında bulundurup idare etmesi. ( https://islamansiklopedisi.org.tr/ali--esma-i-husna)

El-Aliyy, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 110’dur.

El-KebirZatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu ve pek büyük. Kebir, “kebere” kökünden gelmektedir ve büyük an­lamındadır. Kebir, büyük olan, kadri yüce olan demektir. Mütekebbir kelimesi de aynı kökten gelir, büyük ve büyüklenen demektir. Ekber ismi ise ismi tafdil olup, en büyük demektir. Ezanda, kamette, namazda, zikir ve tesbihatta çokça geçmektedir. En yüce, en ulu, en büyük demektir. Genellikle, el-Alî ve el-Mütealî isimleriyle bitişik kullanılmıştır.

Sübhanu'l-Kebîr, medhedenlerin methinin üs­tünde yücedir. Allah'ın büyüklüğünü hislerin müşa­hede etmesi, aklın idrak etmesi mümkün değildir. Hiçbir şeyle onu anlamak mümkün değildir.

​Zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilenlerden altısı kebîr, biri doksan dokuz isim içinde yer alan mütekebbir, biri “azamet, yücelik ve hükümranlık” anlamındaki kibriyâ kelimesidir. “Büyük, daha büyük, yegâne büyük” mânasına gelen ve muhtelif hadis rivayetlerinde Allah’a nisbet edilen ekber Kur’an’da Cenâb-ı Hakk’ın halk, rızâ, makt (gazab) gibi sıfatlarıyla bağlantılı olarak beş âyette yer alır.

El-Kebîr ismi, Kur'ân-ı azimde beş defa geçmek­tedir:

1. "O görüleni de görülmeyeni de bilir; çok bü­yüktür, yücedir."  (Ra’d, 9)

2. "Böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisi­dir. O'nun dışındaki taptıkları ise batılın ta ken­disidir. Gerçek şu ki Allah, evet O, uludur, büyük­tür." (Hac, 62)

3. "Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; Ondan başka taptıkları ise hiç şüphesiz bâtıldır. Gerçek­ten Allah çok yüce, çok uludur." (Lokman, 30)

4. "Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür." (Sebe, 23)

5. "Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ın­dır."  (Mü’min, 12)

Rabb Sübhânehu ve Teâlâ yücelik, büyüklük, azamet ve ululuk sıfatlarıyla nitelenmiştir. O, herşeyden büyüktür, herşeyden yücedir ve herşeyden uludur. Dostlarının kalbinde O'nun çok saygın ve yüce bir mevkii vardır. Onlar gönüllerini Allah'a saygı ve O'nu yüceltme duygusu ile doldurmuşlardır. O'na boyun eğmişler ve O'nun büyüklüğü karşısında hep tevazu göstermişlerdir.  

​İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet edilen bir hadiste Resulullah (s.a.v.) her türlü acılardan ve humma gibi hastalıklardan kurtulmak için ashaba şöyle dua öğ­retmişti:

"Zat ve sıfatları anlaşılamayacak kadar ulu Al­lah'ın ismiyle, fışkıran kanın her türlü şerrinden ve cehennemin sıcağının şerrinden yüce Allah'a sığınırız."

Bu ismin, Kur'an'daki bütün kullanımlarında yücelik bildiren "el-Aliyy" ve "el-Müteâli" isimlerine bitişik olarak geçtiği görülür:

"Bu, Allah'ın hak olmasından ve O'ndan başka taptıkları şeylerin bâtıl olmasındandır. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür." (Hac, 62)

"O, görüleni de görülmeyini de bilir, çok büyüktür, yücedir."  

Göklerde ve yerde eşsiz tek büyük O'dur. Kâinatın büyük­lüğü, elbette ki Yaradan'ın büyüklüğüne delâlet eder. Bulut­suz berrak bir gecede, başını gökyüzüne kaldıran ve orada sayı­sız yıldızların ışıldadıklarını gören aklı başında, iz'ânı yerin­de bir insanın bu büyüklüğe hayran olmaması mümkün mü­dür? O parlayan yıldızların herbiri, bizim güneş gibi güneştir ve herbiri başlı başına bir âlemin merkezidir.  Allah’ın zâtî-tenzihî isimleri grubu içinde mütalaa edilen kebîr alî, azîm, celîl ve müteâlî isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.

İbn Arabi’ye göre dünyevi uhrevi üstün dereceleri elde etmek bu ismin tecellisine bağlıdır.

Gazali ise, kulun kemalinin aklı, takvası ve ilmi ile ölçülebileceğini söyler. Ona göre yücelik ifade eden bu ismin tecelligahı olan kişiler ilimiyle amil olan, etrafını da irşad eden, herkese örnek olan kişilerdir. Kimle otursalar onlara maddi-manevi faydaları olur der. (https://www.sakuraakademi.com/el-kebir)

El-Kebir, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 232’dir.

El-Hafız: “Korumak, görüp gözetmek, ihmalkâr ve gafil davranmayıp dikkatli ve basîretli bulunmak; anlayıp bellemek, ezberlemek” anlamlarındaki hıfz kökünden sıfat olup “koruyan, hiçbir şeyin kaybolmaması ve ihmal edilmemesi için gerekli tedbirleri alan” demektir. Aynı mânadaki hâfız kelimesine nisbetle mübalağa ve süreklilik ifade eder. Hafîz, Allah’ın isimlerinden biri olarak “kâinatta zerre kadar bir şey bile gözetiminden uzak olmayan ve tabiatı dengede tutan” anlamına gelir.

Hıfz kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de kırk yerde geçmekte olup bunların on üçü Allah’a, dördü meleklere, altısı peygamberlere, biri ilm-i ilâhî veya levh-i mahfûz mânasındaki “kitâb”a, diğerleri de insanlara nisbet edilmiştir.

Söz konusu isimlere Kur’an’daki kullanımları da göz önüne alınarak verilen mânaları üç grup halinde incelemek mümkündür. a) Kâinatın düzenini koyup sürdüren; b) İlâhî mesaja muhatap olan insanları çeşitli tehlikelerden koruyan, onların niyetlerini ve bütün sırlarını bilen, davranışlarını melekleri vasıtasıyla tescil ettiren, dostlarını kötülüklerden koruyan; c) Kur’ân-ı Kerîm’i tahriften, unutulmaktan veya ihmal edilmiş olmaktan muhafaza eden. Gazzâlî, hafîz isminin mânasının hâfıza nisbetle daha kapsamlı olduğunu ve süreklilik gösterdiğini belirtir. Ona göre hafîz, kâinatın varlığını sürdürme yanında tabiatın işleyişinde göze çarpan “zıtların dengede tutulması” gibi daha belirgin bir anlam taşır. Meselâ tabiatta su ile ateşin bulunması, suyun ateşi ortadan kaldırmaması ve ateşin suyu tamamen buharlaştırıp yok etmemesi bunun örneklerinden biridir. Bu tür hararet ve rutubet tezadı organik varlıklarda da mevcuttur. Allah’ın, tabiattaki birçok zıtları belli bir denge içinde tutması hafîz isminin bir tecellisidir. Gazzâlî, hafîz ismini ilgilendiren ve tabiatın işleyişini ortaya koyan başka örnekler de verir (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 119-122). 

El-Hafız, esmasının ebced değeri ve zikir sayısı 998’dir.

Bir Dua: Ya dafıal belaya idfa' annel belaya fallahü hayrün hafızan ve hüve erhamür rahimin, inneke ala kulli şey'in kadir.."Ey belaları def eden Allah’ım! Belaları bizden uzaklaştır. Allah muhafaza edicilerin en merhametlisidir. Muhakkak ki senin kudretin her şeye yeter.”

Diğer Haberler

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler