EMİN GÖNEN

İslamda Muhafazakârlık Varmı?

İslamda Muhafazakârlık Varmı?

     Yazının içeriğine ilgiyi artırmak için seçtiğim yazı başlığına dayanarak bu yazıdan bir fetva beklentisine kapılan okurlar varsa; peşinen söyleyeyim bu yazıda böyle bir durum söz konusu olmayacak. Kendimi fetva verebilecek pozisyonda görmek gibi bir haddi aşmışlığım hiç olmadı. Böyle bir durumu fetva makamında ilmi, birikimi olan kıymetli insanlara saygısızlık addederim. Genel kabul görmüş Milliyetçilik + dindarlık = muhafazakârlık denkleminin doğruluğunu kendi açımdan irdelemeye çalışmaktan başka bir niyetim yok.

    Bu ülkenin dindar insanlarının neredeyse tamamının kendisini yada kendi dünya görüşünü tanımlarken muhafazakârlık kavramını sıkça kullanması ne kadar doğru? Neden bu tabir tercih ediliyor. Muhafazakârlık kavramı neyi ifade ediyor? Dindarlık ve muhafazakârlık kavramlarının birbirinin yerine kullanılacak kadar yakın görülmesinin sebepleri neler? 

     Kendisini sadece dindar olarak tanımlayanlar değil, milliyetçi ülkücü, siyasal İslamcı olarak gören herkes kendisini bir üst tanım olarak muhafazakârlık şemsiyesi altında görüyor. En basit ve en anlaşılır haliyle “bir toplumda geleneksel sosyal etmenlerin muhafaza edilmesini destekleyen politik ve sosyal bir felfese” olarak tanımlanan muhafazakârlığın toplumsal ve kültürel değerlerin korunmasını savunduğu düşünülüyor. Bu açıdan bakıldığında dindarlar ve milliyetçiler açısından oldukça makul gibi görünen etiketin altını kazıdığınızda, şahsım adına asla üzerimde taşımak istemeyeceğim kriterler ortaya çıkıyor.  Toplumsal ve tarihi kültürün korunmasını amaçlamak ilk bakışta mütedeyyin insanlar için oldukça kulağa hoş geliyor olabilir.  Peki ya herhangi bir toplumdaki tarihsel ve kültürel düzen; bozuk, haksız veya zalim geleneklere dayanıyorsa?...

    Aslında muhafazakârlık dini önceleyen veya dini hassasiyetleri korumayı amaçlayan bir kavram değil. Din muhafazakârlık için bir amaç değil araçtır ve kendi toplumsal veya siyasal hakimiyetini koruduğu müddetçe değerlidir. Hiçte dini olmayan bir ideolojik yaklaşım kendi sosyal ve siyasal hakimiyetini kurduğu zaman, kendi kurduğu toplumsal düzeni korumak adına muhafazakârlaşır. Bu açıdan bakınca hakim toplumsal yapının kendi varlığını korumak adına değişime karşı direnç göstermesini ifade etmektedir. Bu hakim toplumsal yapı din açısından çok sakıncalı bir yapıda olabilir. Buradan anlaşılacağı üzere burada muhafaza edilen şey din değil adı üstünde “kâr”(muhafazaKÂR)dır.

     Genel olarak siyasi literatürde sağ görüşlü olduğu söylenen kesimlere yakıştırılan muhafazakârlık, kabaca bakıldığında aslında sağ, sol, dinli, dinsiz, milliyetçi, liberal vb. hiçbir ideolojik, siyasal veya sosyal yaklaşımın tezahürü değildir. Bu ideolojik, siyasal yada sosyal yaklaşımların hakim sosyal ve siyasi yapıya karşı takındığı tavırla alakalıdır.

    Din kavramını biraz daha öznelleştirerek İslam ve muhafazakârlık kavramları arasında oluşturulan paralelliği irdelemek gerekir. İslam ve Muhafazakârlık kavramları arasında kurulan paralel bağ aslında oldukça sanal ve her iki kavramında kendi öz dinamiklerinin yok sayıldığı bir durumu ifade eder. Öz dinamikleri farklıdır. Çünkü biri adaletle, hakkaniyetle, doğrulukla ilgilenmez. Gücünü geçmişten alan yerleşik, toplumsal ya da siyasal düzeni korumakla ilgilenir. Değişimin kaos oluşturacağına inanır. Diğeri ise gelenekten, yerleşik düzenden ziyade hakkaniyetle, adaletle, doğrulukla ilgilenir.  Ortada duran sonsuz bir gerçeklikle alakalıdır. Sırf ataları da öyle yapıyor diye despot ve haksız düzeni korumaz. Her ne kadar İslam, tutuculukla ve muhafazakârlıkla özdeş bir yapıda algılansa da bu durum İslam’ın kendisiyle değil, günümüz şartlarında algılanışı ve yorumlanışı ile alakalı bir durumdur. İslam doğası itibariyle hiçbir zaman her yeniliğe karşı çıkmaz ve sırf geleneksel olduğu için mevcudu korumaya çalışmaz. Aksine gelişimi, ahlaki ve fıtrata uygun her değişimi destekler. Buradan hareketle naçizane görüşüm İslam’ın doğasında muhafazakârlık olmadığı yönündedir.

     Tutuculuk kelimesiyle de ifade edilen Muhafazakârlığın dindarlıkla ve siyasal İslam’la özdeşleşmesi ve dindarların bunu çabucak içselleştirmesi tam olarak nasıl oldu onu bilmiyorum. Ancak siyasal olarak siyasal İslamcılıkla uzaktan yakından alakası olmayan Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz gibi isimlerinde siyasi yelpazede muhafazakâr olarak nitelendirilmesi, olayın dinle ve dindarlıkla alakası olmadığını apaçık ortaya koyuyor.

    Tabi burada anlatmak istediğim muhafazakârlık kavramının her koşulda her zaman kötü olduğu anlamında değildir. Mesela bir kişi, bir kurum veya bir siyasal görüş, toplumsal huzuru koruyan müspet bazı konularda muhafazakâr, olumlu gelişimin ve değişimin yaşanacağını düşündüğü konularda devrimci ve yenilikçi bir yaklaşım sergileyebilir. Ama ben kendi adıma  muhafazakârlık felsefesini topyekün bir ideoloji olarak benimsemiyorum ve desteklemiyorum. Özellikle Türkiye’de kendisini dindar olarak tanımlayan insanların bu kavramı bu kadar içselleştirmesini ve kendisinin o şekilde kodlanmasını peşinen kabul etmesini yadırgıyorum.

       

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri