ZİNNUR ŞİMŞEK

İSLAMCILIK ve BİZ

İSLAMCILIK  ve BİZ

“İslamcılık, 19-20. ýüzyılda, İslam’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, eğitim....) “ yeniden" hayata hakim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları, İslam dünyasını batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden... kurtarmak: medenileştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist, modernist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri ve ilmi çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket olarak tarif edilebilir.”

Birinci nesilden devraldığımız  bu düşünce, bu hareket batıya ve emperyalistlere karşı, Müslümanların, ümmetin, doğunun ve tüm ezilenlerin bir başkaldırısı, var olma mücadelesi ve bir isyan çığlığıydı.

Bizler  yüreklerimizde büyük adanmışlıklar biriktirmiştik; geleceği feth etmek için. Her birimiz "dava delisi Kerimlerdik." İnanmıştık, adanmıştık; davamızı ve kardeşlerimizi canımızdan aziz biliyorduk; çünkü davamızdan ve kardeşlerimizden başka ne şöhretimiz ve ne de  servetimiz vardı. Biz hiç çocuk olmadık, çelik çomak oynamadık, aşık olmadık, sevdikse de hep platonik sevdik; biz davamıza aşıktık. Marşlarımızı,  Türkülerimizi ona armağan ettik. Allah için sevdik, Allah için nefret ettik. Ona serenatlar yaptık; her azgın kışta baharı, her gecenin karanlığında sökecek şafağı heyecanla bekledik.

Kaybedeceğimiz ne vardı? Servetimiz mi, şöhretimiz mi, makamımız mı, mevkimiz mi? Bunlar bizden her zaman çok uzaklardaydı. Sadakatimizi, inandıklarımızı test edecek neyimiz vardı? Bir canımız; onu da vermeye hazırdık. 

Ne zamana kadar? İktidarı, serveti, şöhreti, makamı, mansıbı tanıyana kadar. Tanıdıkça kendimizi, değerlerimizi kaybettik; daha doğrusu değerler hiyerarşimiz yer değiştirdi.  Biz artık eski biz değiliz. İslam'ı da eski algıladığımız gibi algılamıyoruz.

Toplumlar, bir doğruyla başlarlar ve o doğru, süreç içerisinde bin bir türlü yanlışa bürünerek kaynağından uzaklaşır.

Her doğru, içinde bir yanlışı, her yanlış içinde bir doğruyu barındırır. Her zaman biri diğerinin içinden filizlenir, yeşerir ve ete kemiğe bürünür. Her düşüncenin çürüyüşü, zirvedeyken başlar.

Biz ise daha zirveye varmadan çürümeye ve yolda yürürken, yolu kaybetmeye başladık... Romantizmimizi, hayallerimizi, daha dünyevi, daha nefsani hayallerle yer değiştirdik.

Aşkın olana koşarken, nefislerimizin tuzaklarıyla, engelleriyle karşılaştık. 

Söylemlerimizle eylemlerimiz arasında gittikçe mesafe açıldı ve ruh muvazenemizde önemli rahneler meydana geldi. Davadan uzaklaştıkça, nostaljik nutuklar atmaya, eski günleri yad etmeye başladık ve eskiden neye karşı çıktıysak, karşı çıktıklarımızın öznesi haline geldik.

Davanın Öncüleri olmaya çalışırken, bozuk sistemin yancıları olduk. 

Biz uslu çocuklar olmaya ve her gün geri çekilmeye devam ettikçe, karşı taraf üzerimize üzerimize geldi ve geliyor. Onlar, hücumlarını artırdıkça, biz durmadan geri çekiliyoruz.  Her seferinde, istedikleri ve bekledikleri tavizleri cömertçe onlara sunduk.

Kemalistler, kutsallarımıza saldırıyorlar, fert fert, gurup gurup linçe tabi tutuyorlar; biz ise küçücükte olsa bir tepkicik vermek yerine, hakkı söyleyenleri ve hakkı savunanları, kendi mahallemizde itibarsız hale getirip, onları, bu linç gladyatörlerine teslim ediyoruz. 

Peki bu geri çekilme ve mevzi kaybetmenin sebebi nedir ve neden bocalıyoruz ve neden yalpa yapıyoruz? İktidarın getirdiği rehavet mi bizi düşüncelerimizden uzaklaştırıyor;  iktidar mı suçlu? Yoksa bunu kabullenmek ne kadar doğru ve biz kimiz, iktidar kim? Bu kendimizi temize çekmenin bir yolu değil midir? Evet her iktidar bozucudur, yıpratıcıdır, bunu biliyoruz. Peki iktidar bizi bozdu da, Sivil Toplum Örgütlerimizi,  vakıflarımızı da iktidar mı bozdu? Bu işin kolayına kaçmak değil midir?  Sivil  Toplum Örgütlerimiz ve vakıflarımız üzerlerine düşenleri tam manasıyla yerine getirdiler mi, duruşlarını koruyorlar mı, yoksa onların da her biri bir Anonim Şirkete ve bürokratik aygıta mı dönüştü? Esas sorulması gereken şudur: Gariban Müslümanların para ve çabasıyla inşa edilen yurtlarda ve vakıflarda okuyanlar da, entelektüel bir birikim neden meydana gelmedi? Kurtuluşu İslam’da arayanlar, edindikleri üç beş kuruşluk dünya malı sonrasında kurtuluşu Liberalizmde neden buldular? İslam diyerek kazandılar, şimdi ise Liberalizm diyerek muhafaza etmeye çalışıyorlar. O zaman yanlışlık nerede, biz nerede hata yaptık ve yapmaya devam ediyoruz? Sorular yanlış ise doğru sorular hangileridir? 

Biz evet yıllarca horlandık dışlandık, ötekileştirildik, çile çektik; ancak dik durmasını hep becerdik. Ne zamana kadar, serveti, şöhreti, mevkiyi, makamı, parayı tanıyana kadar. Sistem bizi dost ederek tanınmaz hale getirene kadar.

Dünyayı tanıdıkça, sistem bizi içine aldıkça  sevgilerimiz ilgilerimiz yer değiştirdi. Artık ne biz eski biziz ve ne de, kurumlarımız eski kurumlarımız. İslam'ın, bir hayat nizamı, hayatı çepeçevre kuşatan bir İdeoloji ve tevhidi bir dünya görüşü olduğu fikrini kaybettik. Post modernizm "ideolojiler çağı sona erdi. “diyince bizler bu yalana inandık. Halbuki post modernizmin bütün amacı İslam’ı hayatın dışına sürmekti, onu da başardı. Kapitalizm,  Marksizm, materyalizm, exsiztansiyalizm, sosyalizm, Kemalizm, liberalizm öldü mü? Hayır yaşıyorlar. Peki İslam,  bir hayat dini olarak, sosyal hayatla bağlarını koparırsa, bu sistemlerle nasıl rekabet edebilir? 

Kapitalizm’in, Marksizm’in, Sosyalizm’in, Liberalizm’in, Kemalizm’in, bir insan, bir dünya ve bir gelecek tasavvurları var; her sistemin kendine has bir öğretisi her öğretinin de bir dünya görüşü var... Hayat damarları kurutulan İslam, hayatı ve dünyayı nasıl şekillendirecek, iddiası ne olacak, gelecek tasavvuru, acı çeken insanlığın acılarını nasıl ve hangi prensiplerle giderecek, zalime karşı nasıl duracak, adaleti, özgürlüğü, huzuru, nasıl gerçekleştirecek...?

 Bu sadece alimlerin, İslam’i konularda derinleşmesi ve uzmanlaşmasıyla olmaz.

İnsanlar herhangi bir konuda derinleşebilirler ve o konunun uzmanı olabilirler." Oysa bir ideoloji olarak İslam, başka bir şekilde tanınır ve başka bir şekilde anlaşılır. İslam’da ideoloji olarak bilimsel bir uzmanlaşma söz konusu değildir. Tersine, öğretinin bir kültür olarak değil, bir iman olarak hissedilmesi söz konusudur." İslamın kavranması, teknik ve bilimsel bilgilerden oluşan bir stok ve yığın olarak değil, düşünsel, tarihsel, insani bir hareket olarak söz konusudur. İslam bir alimin zihnindeki eski dini ilimler olarak değil, bir aydının zihninde bulunan bir ideoloji olarak söz konusudur.

Bir öğretiye bağlı bir insanın ekonomik toplumsal, dini, felsefi görüşü, hatta siyasal cephe alışı, sanatsal ve edebî yükselişi uyumlu bir doku ve bir sebep sonuç bağlantısı içerisinde yer alır. Bir öğretiye bağlı bir insanın inançları, duyguları, pratik yaşayışı, siyasal ve toplumsal hayatı, aynı zamanda düşünce, dini ve ahlâkı yaşayışı, birbirinden ayrı, rastgele dağınık ve birbiriyle ilintisiz değildir.

“İslamcılık öncelikle,  kendi doğuşuna sebep olan modern Batı karşısında bir “duruşun" ifadesidir. Bizden iman ve amelimizi  birbirlerinden ayırmamızı isteyen bir düşünce ve hayat anlayışına ve pratiģine karşı bir kimlik olmaktan çok, bir itiraz olma özelliği taşıyor. Burada  bir “tavrı” bir “itirazı”  veya bir “düşünceyi” İslamcı kılan nedir sorusu; kanımca meseleyi müphem olmaktan, bunun yanında en azından bir kısım Müslümanları da pragmatizm ile  “düşünce"yi birbirlerine karıştırmaktan kurtaracağına inanıyorum. Müslümanların Batı ile karşılaşmalarının;  akide pratik arasındaki ilişkinin tutarlılığını her şeyin üstünde tutma isteği ve çabası,  modern zamanlardaki tutum ve faaliyetinin ekseninde yer almıştır. İslamcılık bu tutarlılığı, kendi hayat evrenini istila eden modern hayatın pratiğinde arayan ve bunun için “mevzi" kazanmayı hedef edinen bir çaba olma özelliğine sahiptir. İslamcılık, modern batıya karşı bir cevaptır. Kendi özgün kaynaklarına sadık kalarak “İslamlaşma"yı esas almış olmasıyla önem taşır. Kaçınılmaz olarak her Müslümana “İslamcı" bir “içerik" katmış olur. İslamcı, kendini sadece ibadetle sınırlandırmayan Müslümana işaret eder durumdadır.”

Bundan dolayı İslamcılık' ve siyasal İslam’ın bitmesini ve ölmesini istiyorlar. Bitirilmesi içinde siyasal İslam’ı kriminilize ederek, İslam’ı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.

Bunların istediği; İslam hayata yansımasın, hayatı şekillendirmesin, sadece zihinlerde kalsın, toplumun kimliğini kişiliğini oluşturmasın. 

Biz ise, zihnimizi berraklaştırmak yerine, asırlar önce Müslümanlar arasında tartışılmış ve bitmiş olan meseleleri tekrar gündeme getirip, gücümüzü zaafa uğratmaya, birliğimizi parçalamaya ve bize karşı duran sistemlerin elini güçlendirmeye  son vermeliyiz.

Biz, geleceğimizin olmasını, sömürü çarkının durmasını, Allah'ın emirlerinin ve yasaklarının hüküm ferma olmasını istiyorsak, şerefimiz olan İslam'ı bilincimizi yükseltmeli ve istikbale hakim olacak nesilleri yetiştirmek için gayret göstermeliyiz. 

Bunun için; “Nasıl yaşamalı, ne yapmalı? Nasıl bir toplum kurmalı, toplumsal bir düzeni ideal bir şekilde nasıl değiştirmeli ve herkesin Müslüman bir birey olarak, topluma karşı ne gibi bir sorumluluğu olmalıdır? 

Dolayısıyla, İdeoloji, insanın toplumsal, ulusal ve sınıfsal yönünü, aynı şekilde bireyin, toplumun ve insanlık hayatının  değerler sistemini,  hayat biçimini ve ideal konumunu bütün boyutlarıyla yorumlayan, “Nasılsın"   “Ne yapıyorsun", “Ne yapmalı", ve “Ne olmalı" sorularını cevaplayan bir inançtır.

Sorumluluğumuz gereği, içine düştüğümüz bu olumsuz durumdan neslimizi kurtarmak,  İslam’ı bir dünya görüşü olarak hayata hakim kılmak için  modernizmin, insana ve islama kurduğu tuzakları, müslüman kalarak, uzlaşmayı reddederek aşmalıyız. Son zamanlarda  bize sevimli gösterilmeye çalışılan Kemalist politik kültürün bizi yutmasına asla müsaade etmemeliyiz ve kendimizi korumalıyız. Bize propaganda edilenlerin arkasındaki tarihin şifrelerini bir bir çözmeliyiz. Bütün kirli oyunları bozmak istiyorsak, İslamı bir nişan-ı Zişan gibi gururla benimsemeliyiz ve ümmetin birliği adına, “NE YAPMALI"ya karar vermeliyiz.

Zinnur ŞİMŞEK

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri